“Ölmeden önce ölmek” konusunda hiç düşündünüz mü? Kısaca tutkuları, nefsi öldürmek konusunda… Şimdi bazıları peşinen, “Bu gerçekçi değil. Hayatta tutkularımıza, hırslarımıza da ihtiyaç var. Toplumu bu dünyada yaşıyor olmaktan çıkarmak, gerçeklerden uzaklaştırmak yanlış” diyeceklerdir. Hiç kimse endişelenmesin, böyle bir durum asla olmadı, olamaz… Toplumu hatta milyarda bir de olsa bireyleri hırslarından, tutkularından, arzularından uzaklaştırmak kısaca dünyevi konulardan uzak tutmak mümkün değildir. Burada amaç insanın kendini kontrol edebilmesi, başkalarını da düşünebilmesi, paylaşımcı olabilmesidir. Bu yolda yürümeye çalışmak, böyle bir yol olduğunu bilmek, insanın tutkularını kontrol etmeye çalışması dahi harika sonuçlar yaratır. Gerçekte toplumcu bir düşüncedir. Dolayısı ile “Ölmeden önce ölmek” çok doğru ve yaşamımız için düstur almamız gereken bir söz…
Tüm canlılar yeme-içme ve üreme işlevlerine doğuştan sahiplerdir. Cinsellik ve tüketim güdüsünden kaynaklanan tutkular, arzular, günahlar, sevaplar, hırslar yaşamımızı belirliyor. İnsan olmak bu tutku, arzu, hırs gibi hem insani hem insanlıktan çıkaran özelliklerimizin yok edilmesi gayretine bağlı. Bu insani özelliklerimizi olabildiğince öldürmemiz, öldürebilmemiz bizi çok ilginçtir ki insan yapıyor. İnsani özelliklerini en aza indirerek insan olmaya hem düşüncede hem pratikte en fazla yaklaşan kişilerden biri de Mevlana’dır. Müthiş bir yaşamadır Mevlana’nın yaşamı. Heyecanlı değil, “Hayatım roman” türü iniş-çıkışlı değil, sabır, çalışma, seyahat, seviye ve aşk dolu…
Mevlana’nın dünyaya mal olmuş, çağları aşan düşünceleri ve eserlerini biliyorsunuz. Celaleddin Rumi’nin yaşamın sonradan belli olan, nadir kırılma anlarını değerlendirmesi de çok ilginçtir; örneğin, rivayete göre Şems-i Tebrizi Konya’da beklenmedik bir şekilde atının üzengisine yapışıp, “Söyle bana! ‘Ben Hakkım, Hakka eriştim’, diyen Beyazıt-ı Bestami mi büyük yoksa gece yarılarına kadar namaz kılıp ‘Seni yeterince bilemedim’diyip Allah’tan af dileyen Hazreti Muhammed mi büyüktür?” diye sorduğunda verdiği cevap, hazırcevaplığın veya bilgi birikimi ile dolu olmamın çok ötesinde bir açıklama gerektirir.
“Beyazıt-ı Bestami’nin kapasitesi bir su destisi kadardı. Allah aşkı ile çabuk doldu ve taştı. Hazreti Muhammed’in kapasitesi ise umman gibiydi asla sığmadı ve taşmadı”
Yine benzeri bir rivayet çağdaşı Hacı Bektaş Veli ile ilgilidir. İkisinin cevabı da birbirinden güzeldir:
Bir adam birkaç inek çalar. İnekleri satıp-yiyip içtikten sonra pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için kalan tek ineği Hacı Bektaş Veli’nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. Durumu Hacı Bektaş Veli’ye anlatır. Hacı Bektaş Veli helal değildir diye kurbanı kabul etmez. Bunun üzerine adam Konya’ya mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana’ya anlatır. Mevlana kurbanı kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar.
Mevlana, “Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu kurbanını biz kabul ettik ama o kabul etmez” cevabını verir.
Adam üşenmeden kalkar Hacı Bektaş dergahına geri gider ve Hacı Bektaş Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli’ye sorar.
Hacı Bektaş, “Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü derya gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten senin bağışını kabul etmiştir” der.
“Ölmeden önce ölmek” Mevlana’ya da mal edilen bir söz. Bu hafta da Mevlana haftası. Bir sözünü daha hatırlatayım da onu rahmet ve minnetle analım;
“Hersesin aynı şeyi düşündüğü yerde kimse pek bir şey düşünmüyor demektir”