Suyu huyuna denk giden yolun harfiyle arası açık cümleleri, yan biçim etkisi uygulamasıyla hizada tutmaya tutmaya anlamını yitirten kasveti, simasına duruş atfediyor olsa gerek, etimolojik taraflar çekişirken bilirim, ferferik atılımların gözde mekanlarda ayniyani karargah kuruşlarını..
"El-insaf !" yankıları kulağa değmeden ne de basınç altında kalıyor!
"Aşka müdahil değil" ifadesine yatkınsa eğer ortografik ve ödünç sözcüklere imla hatası eklediğimde ancak doğal kalabilen cinsten..
Güruh güruh adamlar yalnızlık karmaşasında yaşıyor.Çorak topraklar sığ düşünceli insanları imgeliyor.Yaptıklarını kamufle eden ve süreklilik arzeden bir gürültü var aklında.Sesini kimse duymuyor.Bir koşturmaca var amacı olmayan acılarından, kontrol edemediği dünyasına hakimiyet kurma çabası onu sadeliğe itiyor fakat o kadar sığ ki onu çevreleyen olaylar, kendini ifade edememekten tüm herşeyini kaybettiğini düşündürüyor..
Bilimsiz bir soru soracağım şimdi sizlere?
"Güneşe yaklaştıkça neden dağlarda yani yüksek tepelerde kar erimez?"
İki insana benzetsek mesela bu soruyu, kişilerin birbirine yaklaşımı ne kadar çok olursa psikolojide soğuma hissi o kadar fazla olur.
Güneşin ısısı değil "BASINÇ" önemli!
Bu da demek olur ki; duygusallığına her anlam yükleyen kişi, ütopik olarak ayrılışa meyilli yön çizer. Bu aşırı dengesiz tek taraflı yoğun sevgi gibi oluşur. Kim daha baskın karaktere sahipse diğeri ondan ayrışır. Bunu fiziksel olarak anlamlandırmıyorum...
Kader çizgisi gibi ani hareketlilik sergiler olaylar ve bir bakmışsınız tam da istediğiniz yaşam formuna dönüşmüşsünüz...
Halk dilinde "Seven sevdiğine kavuşmuyor!" sözüne basiretli bakmaktır bu..Adem-Havva anlatımlarındaki gibi, yeryüzüne ilk gelişlerinde biri bir dağda, diğeri bir dağda yıllarını geçirmişler..."Bing Bang"
"Aşkın ilk bakışındaki "SAVRULUŞ"
Nuh kıssasında olduğu gibi tüm yeryüzünün sularla kaplanış veya "Ayrılmaz ikili", "Yeryüzü ve Gökyüzü"
Nasıl da birbirine özgür birbirisiz olamayışları gibi "AŞK"
Uyumsuzluk içinde barınan niceleriyle yolculuğun muhteşemliği..
Güneş ile dağın sevdası gibi; ikisi de hem onsuz olamıyor, hem farkında değiller, hem coşku içinde birbirlerini ziyaret ediyorlar, hem de gözümüzün önünde..
"Sen ufuk görüyorsun, ben göz kamaştıran parıltı!"
Donuklaşmış gibi tüm her şey , ne ileri ne geri adım atılamayan "UÇURUM"
Aklın miraç kapısında "Bir adım daha atarsam yanarım!" dediği gibi, bir başka deyişle Cebrailin..
"Tek başına ne yaparsan yap!" durumu!
"Yan başına ,dön başına!
"Ne olursan ol yine gel!" Mevlana misali..
Kavuşma yok, imkansız!
O çözünme olayı başladığında kişilerin birbirlerini artık tanıyamama hali baş gösteriyor.
İlk hale dönüşteki an hissedilen; "Bize nolmuş böyle!"nin kıyametinin kopuşu..
Büyülenmiş de sanki aklın başına geldiğinde "Hayırdır! Kim bu yanımdaki yabancı?!" durumu..
Kavuşma olursa da (hala iddia ediyorum; İMKANSIZ!) birbirlerini tanıyamazlar..
Fiziksellikten bahsetmiyorum ..
"İnsan rüyasında uyur mu?"
Gözünü kapatınca o taraftasın, açınca bu tarafta...Hangisi daha gerçekçi ise o tarafa geçiyoruz sanki..Sorumluluk hissine benzerlik sağlıyor, ortası yok!
Acıkmasak uyanmayacağız sanki, normalden düşününce..
Halbuki hiç doyduğunuzu hatırlıyor musunuz?
Hangisi gerçek ?
AH AŞK SEN NELERE KADİRSİN!
Aşk; bilinmezlik delisi olmak, sonu yok başı yok! Hatırladığımızı sandıklarımızın çoğu da beynimizin oyunu..
Evet, belki de kendimizi inandırmışızdır..
Eğer yanımızda yaşayan şahitlerimiz olmasa belki de hepsi yalan, bileni yok ki!
Kalabalığın yalnızlığı yaşadığımız!
Sevince ve aşık olunca ne yapacağımızı şaşırıyoruz..
"Akışa bırak!" diyenler, aman da aman "Abarttın, bir sende görüldü sanki!" diyenler..
Kimsenin inanası gelmiyor..
Sonra boşvermişlik hali...
O da başka dünyada yaşıyor çünkü, kendi dünyasındaki kurgu da ona göre dizayn edilmiş, Meracel Bahreyn gibi asla birbirine karışmıyor!
İçiçe yansıyan evrenler gibi fanus yapıların hayatlar oluşturmasına benziyor...
Zaman üzerinden geçince herşey hayal oluyor..
Basınç önemli!
En kötüsü de kişinin aşık olduğunu anlayamaması..
Bir an şimşekler çakıyor fakat zaman acımasız, ilk başlattığı yere geri döndürdüğünde zaman, kişiler o kadar yabancı oluyor k;i en çok da kendilerine tanınmaz hale gelmişler..
Kahve bardağıyla halimiz, "Bulaşık makinesi yine mi dolu of ya!" halimiz...
Her halimiz hep bir değişkenlik çabasında hayat buluyor ..
AŞK ile kişinin arasına giren zaman tüm duyguları, yaşanmışlıkları kamufle etmekle meşgul..
Zamana seslenen haykırışlarımız "Geçme bi dur!" Yok illaki geçecek...
"Belki o anı sonsuza dek yaşamak istiyorum!"
Yok illaki kahve bitmiş halimiz ..
"Bizi bi salın, rahat bırakın!" halimiz...
Bunun için de fotoğraf makinesi icat etmişiz..
Olmuyor durmuyor!
"Gözlerine baktığımdaki o ilk an!"
Daldığımızdan belki de, derya deniz..
Sır gözlerimizde! Sonrası; "KOPUK FİLM!"
Sonrasının kontrolü yokki..
Bir bakıyorsun boş duvara dalmışsın, bir bakıyorsun o gözlerin rüyasındasın...
Var fakat hiç yoklar, hemen değişmişler ve hareketlilik hissine kaptırıp gidiyoruz..Zaman siliyor, bir önceki oluş halini, "RÜYA İÇİNDE RÜYA" gibi..
"Aman boşver, anı yaşa!" düşüncesine kapılıyoruz...
Bu zamana dek aynaya bakmasa idik, 3 yaşındaki halimizi sokakta görsek tanımazdık!
Bizi bize hatırlatan aynalar olmamalı!
Her gün aynı günü yaşamamız, hep bu yüzden sanki...
Günün "Esra Süntar" sözü;
"Konuşmamak için konuşuyorsan, konuşmak için konuşma!
Yapmamak için yapıyorsan, yapmak için yapma!
Ölümsüzlük için yaşıyorsan, yaşamak için ölme!
Anlamak için anlıyorsan, anlamamak için anlama!"