Başbakan Erdoğan’ın, “Gül benim Cumhurbaşkanım olamaz” diyen Bekir Coşkun’a ve onun gibi düşünenlere söylediği “O zaman çeksin gitsin” cümlesi hayli eleştirildi.
Eleştirenler arasında ben de varım. Bir Başbakan vatandaşları için böyle bir şey söyleyemez, demokrat olduğunu iddia eden bir adam, demokrasi kültüründen bu kadar nasipsiz olamaz diyenlerin başında geliyorum ama Allah aşkına bana söyleyin, Türkiye’de kimde “Demokrasi kültürü” var?
Bence kimsede!
Bizim kültürümüz “Git” kültürüdür.
Mucidi de Tayyip Erdoğan değildir.
Bu ülkede herkes beğenmediğine “Git” deme özgürlüğünü demokrasi zanneder.
Azınlıkta da olsa, çoğunlukta da olsa, “Git” kültürü her zaman vardır.
Çok da uzak olmayan bir geçmişte, Türkiye’de, sol görüşlülere “Komünistler Moskova’ya” diye bağırmıyor muydu yüzbinlerce insan?
Bu da “Git” demek değil miydi!
“Bizden değilsin, Bizim gibi düşünmüyorsun o zaman git. Kendin gibi düşünenlerin olduğu yere git” demek değil miydi bu!
Sonrasında başka bir Dünya görüşünün mensupları, Türkiye’deki “Radikal İslamcılara” seslenmedi mi, “Mollalar İran’a” diye.

Daha yakın bir zamanda, Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş bir isim başı kapalı kızlara “Suudi Arabistan’a gidin” demedi mi?
Bizde genel geçer kültür bu ne yazık ki!
“Benden değilsen, benimle olamazsın.”
“Birlikte yaşayabilmek için senin gibi olmak zorunda mıyım?” sorusuna yanıt vermek zor geldiği için “Git” demeyi tercih ediyoruz.
Kendini güçlü hisseden, çoğunlukta hisseden, gücü elinde tuttuğuna inanan, diğerine “Git” diyor.
Birlikte yaşama çabasını göstermektense, “Git” deme kolaycılığı daha rahat geliyor.
Bu sadece siyasette, toplum yaşamında değil, her yerde böyle.
Bizim meslekte de.
Her gücün, her fikrin sahibi kendi “Akreditasyonunu” yapıyor.
Dahası an geliyor, “Cemaat yazarlarına” dahi git deniyor, “Döndün, artık bizden değilsin. Git”
Yılarca “Dindarlar eksenli” yazan birisi bir kez farklı bir görüşünü dile getiriyor, ilk salvo kendi cemaatinden geliyor. Dışlanıyor.
Ya da yıllarca laik cumhuriyeti savunmuş birisi bir an karşı taraf olarak algılananların bir doğrusunu yazıyor, “Satılmış” oluyor ve cemaati ona da “Git artık onlardansın” diyor.
Türkiye’de isteyen istediği kadar “Demokratım” diye bağırsın.
“Git” toprağında “Demokrasi tohumu” yeşermiyor.
Sadece ve sadece demokrasi adı altında “Çoğunluk diktatoryası” oluyor.
“Git” deniliyor.
Gitmeyenler eziliyor.
Özel sektörden maaşlı bakan

Yeni Harman Dergisiyle yaptığım röportajlara Doğan Grubu’ndan ağır tepkiler geldi.
Biz öyle değiliz, böyle değiliz, şöyle değiliz.
Fakat benim çok önemsediğimi iki konuda çıt çıkmadı.
Bu konulardan ilki Ertuğrul Özkök’le ilgili.
Dinç Bilgin’in Sabah Gazetesi’nin patronu, Zafer Mutlu’nun da yayın yönetmeni olduğu dönemde, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün Dinç bilgin ve Zafer Mutlu ile bir anlaşma imzaladığını ve 5 milyon dolar transfer parası ve aylık 100 bin dolar maaşla Sabah’ın bışana geçmeyi kabul ettiğini ancak bu anlaşma hayatiyet kazanmadan Etibank’a el konulduğunu söyledim.
Taraflardan çıt çıkmadı.
Bir diğer ve bence çok daha önemli bir iddiam ise internet sitelerinde bile yer almadı.
Onda da diyorum ki, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir Bakanı, üstelik de Dinç bilgin’in çok önemli bir alışverişinde fonksiyonu olan bir bakanı milletvekili, hatta bakan olduğu dönemde Dinç bilgin’den ayda 100 bin dolar maaş aldı”
Bununla ilgili olarak da tek bir ses çıkmadı.
“Araştırmacı soruşturmacı” gazeteciler dahi sormadılar “Kim bu bakan” diye.
Sizce bu haber değilse, ne haberdir!