Hiç şüphem yok biz büyük olmaya hasret, iddialı olmaya hevesli bir toplumuz. Bu kötü bir haslet değil… Bu kanaatimi son zamanlardaki okuyucu yorumları dolayısı ile pekiştirdim. Yorumcular genel olarak iki grup ve aralarında müthiş bir çekişme, müthiş bir gerginlik, müthiş bir sabır ve yorumlama becerisi var…
Herkes de ortak olan büyük ve iddialı olmak. Bir bölüm bu hükümetin bunu becerebileceği inancında bir bölüm ise tam tersine bu hükümetin dış dinamiklerce yönetilip-yönlendirildiği kanaatinde… Ama herkes büyük olma konusunda hem fikir… Güzel olan da bu. İnanın bir çok toplum da bu özellik yok. Özellikle bir çok Avrupa toplumu yaşlı, bıkkın ve iddiasını yitirmiş durumda. Biz ise enerjik, dinamik ve iddialıyız. Güzellik burada…
***
Büyük devlet olma iddiasında bulunan bir ülke yumuşak karnını iyi korumalı, gerisinde kaleler bırakmamalı. Eğer, başınızda bölücü terör gibi bir bela varsa başkalarına gereksiz yere diklenmeniz saçmadır. Eğer, gücünüz gerçek değilse büyük olma iddianız ilk denemede açık verir. Eğer, temelde sağlam bir ekonomi, size has bir teknoloji ve insana dayalı bir sistem yok ise iddianız kabadayılığın ötesine geçemez.
Meclisin 200 metre ötesindeki patlamada, arkasından ülkenin her yerinden peş peşe gelen terör haberlerinde bunları düşündüm. “Resmi rakamlara göre çoğu genç 2,5 milyondan fazla işsizin, en iyi tahminle 80 milyar dolar cari açığın olduğu bir ülke iddiasını nerelere kadar taşıyabilir? Otuz yıldır halledemediği bölücü terörü çözemeyen bir ülke nasıl başka ülkelerin iç işlerine karışabilir?” dedim kendi kendime.
Keşke camdan bir kuleye sahip olmasaydık…
***
Kıbrıs meselesini hatırlıyor musunuz? “Kıbrıs’a para vermeye mecbur muyuz, iflahımızı kesti” anlamında sözler söyleyen yöneticilerimiz, “Kıbrıs artık stratejik önemini kaybetti, bir uçak gemisi Kıbrıs’tan daha değerli oldu” diye yorum yapan yazarlarımız vardı. Bunlar halen varlar ve “Bölgesel güç Türkiye”nin sahipleri bunlar… Beş yıl sonrasını dahi göremeyen kör ama “vizyoner” iktidar kadrolarımız…
***
Geçen yıl İran’a karşı yaptırım kararlarının alındığı BM Güvenlik Konseyi’nde hayır oyu veren iki ülkeden biri olan Türkiye o zaman büyük sükse yapmış ve “Türkiye artık bölgesel güç, kimseyi dinlemez, Batıya da mecbur değil, Suriye, Ürdün ve Lübnan ile bir ekonomik entegrasyon oluşturacak” denmişti.
Halbuki aynı Türkiye 4 yıl öncede gündüz gözü havai fişekler atarak AB’ye girişini kutlamıştı.
Dış politikada bu kadar yalpalamaya “sarhoş dış politika” denir ve sonu sızmakdır.
***
Osmanlı son 200 yılında hep çöküş veya gerileme döneminde oldu ama dış politikası hakikaten başarılı idi. Tüm dünya güçleri üzerine oynuyor, Almanya gibi dost geçinenleri kaleyi içten feth ediyorken yıllarca tüm güç unsurlarını bir birine vurdurarak idare etti. Dünya tarihi Osmanlı’nın gördüğü amansız ve biteviye baskıyı asla yaşamamıştır. Her şeyi köhneleşmiş, hantallaşmış İmparatorluğun gerisinde ise üretim, teknoloji ve rasyonellik kalmamıştı. Bunlara rağmen nerede ise sadece bir dış politika becerisi ile çöküş belki de bir yüzyıl geciktirildi.
Osmanlı’nın torunlarının uyguladığı sarhoş dış politikayı başarılı bulup, niyet büyük olmak diye neden alkışlayalım? Baksanıza şu İsrail meselesinde dahi Mavi Marmara’nın gönderilişinden itibaren bir bir garabet var. Alman gemilerinin Rusya’ya gönderilip savaşa taraf olmamız gibi Mavi Marmara Gazze’ye gönderildi ve Ortadoğu’da bir savaşın eşiğine geldik. Allah’tan hayırlısı ama bizim bu süreci çok iyi irdelememiz gerekir. Kıbrıs gazının neden bu zamanda ve bu hükümet zamanında sorun olduğunu, konuyu neden yıllar sonra fark etti(rildi)ğimizi iyi okumamız lazım…
Büyük ülke olma iddiası sahiplerinin özellikle son 10 yıllık gelişmeleri zaman zaman internet üzerinden ve farklı yayın organlarından değerlendirmelerinde yarar var. Unutmayalım, Osmanlı’da çok iyi niyetli idi ama girdi(rildi)ği savaşlarda nedenleri ve amacı iyi sorgulayamamıştı.
Enver Paşa ise İslam dünyasında kimsenin olamadığı kadar popülerdi.
Ha! Bir de 100 yıl önce Ortadoğu şekillendirilmişti şimdi yine şekillendiriliyor…