Bu sütunda, böyle bir soru da nereden çıktı demeyin hemen?
Bütün kitaplarımı e-kitap yapma çalışmalarına iyice dalmış durumdayım.. Şu anda elimde, ünlü tarihçimiz Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun KOMİTACILAR kitabı var.. Onun üzerinde çalışıyorum..
Yıllar önce satır satır okuduğum kitabı, yine dikkatle gözden geçirmekteyim. Kitabın 521. sayfasındayım.. Tarihimizdeki 93 Harbi’ni (1877-78 Osmanlı-Rus savaşı) anlatılıyor.. Malum eski takvime göre 1877 yılı, 1293’tür. Bu yüzden bu savaş 93 Harbi olarak anılır.
İsterseniz önce kısaca o savaştan söz edeyim.. Bu savaşı 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı Devletine Rusya açmıştı.. Savaşın cephesi Balkanlar ve Tuna kıyıları idi. Kırım Harbi’(1853)nde, bütün batılı Devletlerin bize destek vermeleri sayesinde yenilmiş bulunan Rusya, Balkanlar’daki Romanya, Sırbistan, Karadağ prensliklerini de kışkırtarak yanına çekmiş ve Kırım Harbi yenilgisinin öcünü almak istemekteydi. Ve evet bu savaşı açtı, savaş başladı..
Çok kanlı geçen 93 Harbi, Süleyman Paşa’nın Şipka geçidinde, Gazi Osman Paşa’nın Plevne’de büyük kahramanlıklar göstermelerine rağmen yenilgimizle sonuçlandı.
Savaştan, 31 Ocak 1878 tarihinde imzaladığımız Edirne Mütarekesi ile kurtulduk.
Rus Orduları İstanbul kapılarına kadar dayandılar. 3 Mart 1878 tarihli, ağır şartlarla dolu Ayestefanos (Yeşilköy) Barış Anlaşmasını imza etmek zorunda kaldık.
Savaş yenilgisi üzerine, 13 Şubat 1878’de 2. Abdülhamit, Meclis-i Mebusan’ı feshetti. Anayasa’yı fiilen ortadan kaldırdı ve 30 yıl sürecek istibdat dönemini başlattı. İstibdat idaresi, 1908’de ilan edilecek II. Meşrutiyete kadar devam etti.
Evet 93 Harbinin kısa özeti böyle..
Şimdi gelin,ayni tarihsel gerçeklerin anlatımını bir de Komitacılar’dan okuyalım..
Adeta tam bir 2. Abdülhamit hayranı olan, hatta kitabının pek çok yerinde, “eğer Kanuni Sultan Süleyman döneminde Padişah 2. Abdülhamit olsa idi, tarihimiz çok başka, çok parlak olurdu” yorumunu yapan Tepedelenlioğlu şöyle diyor: (sa:519)
“3.1. 1877’de Londra Konferansında alınan Karadağ meselesinin barış yolu ile halledilmesi tavsiyesini içeren Protokol, Osmanlı Meclis-i Mebusanında görüşülmektedir.. Bu protokolde ihtilafın, Karadağ’a ufak bir toprak parçası(Bugana) verilerek çözümlenmesi öneriyor.. Öneri Mecliste münakaşalara yol açtı. Hariciye Nazırı(Dışişleri Bakanı) Saffet Paşa da, sulhçü yaklaşımdan yana idi.. Bugana’nın Karadağ’a bırakılmasını istiyor, Meclisten, bu yönde bir karar alarak onu Hükümete,önermesini talep ediyordu..
Padişah da Meclis’ten barış kararı bekliyordu.. Ne var ki, Meclis’te fırtınalar koptu.. Sonuçta Meclis Başkanı Ahmet Vefik Paşa, Hariciye Nazırının bu teklifini oya koydu.. Barış önerisi, 75’e karşı 18 oyla reddedildi. Yani savaş kararı çıktı.
Bu gelişmeler kitapta şu satırlarla işlenir:
“Gariptir ki, «93» harbi adı verilen o çok kanlı ve felâketli boğuşmanın başlıca sebebi olan bu uğursuz kararın alındığı gün Osmanlı Meclisinde «93» üye hazır bulunmuştu! 75 + 18 = 93... Değil mi?
13 rakamının uğursuzluğu üzerinde milletler, çeşitli sebeplerle dururlar.
Sanıyorum ki, 1877'den sonra Türk milleti, 93 rakamını 13’ten daha uğursuz saymak için o çeşitli sebeplerin her birinden milyarlar kere daha üstün üç sebebe dayanabilir:
93 Meclisi..
Bu Meclisin 93 mevcutlu bu şuursuz oturumu..
Ve nihayet 93 harbi...
Fakat o zamanki Ayan Meclisi Mebuslar gibi zırvalamadı..(*)
Bu Mecliste, Hükümetin barış teklifi, ittifakla kabul edildi. Feleğin bin çemberinden geçmiş, tecrübeli, bilgili ve şuurlu devlet adamlarından mürekkep olan bu Ayan Meclisin o tarihi karar sureti şudur:
«Ayan Meclisi, Nazırlar Heyetine emniyet etmekte olduğunu ve Nazırlar Heyetinin hareket tarzlarını kabul edeceğini bildirir..».
Bu durumda yapılacak şey «Padişahın Mebuslar Meclisini feshetmesi ve yeniden seçimlere gidilmesi» idi.
Zaten bu Meşrutiyetin çarkları doğru dürüst işlemekte değildi... Mebuslar, «alelacele» bir Meclis kurulabilmesi için geçici bir Kararname ile belediyeler tarafından intihap olunmuş kişilerdi. Bunlar kısa bir süre için toplanacaklardı. Yeni bir rejimi düzenliyecek bazı kanunları tez elden çıkaracaklar, sonra dağılıp gideceklerdi. Yerlerini - oldukça ciddî - bir seçimden süzülecek «gerçek mebuslar» a bırakacaklardı.
Binaenaleyh, belirli bir meşru tarafı olmayan bu fasarya topluluğu fazla kıymet verilmemesi ve hemen dağıtmak doğru olurdu. Memleketin can damarı halini alan «pek mühim bir mesele» böyle kırtıpil heyete sunulur muydu?
Bu da Haliç Konferansındaki Kanun-i Esasi komedyasının bir başka perdesi olmuştu işte...”
Ne yapalım.. Üstad tarihçimiz 2. Abdülhamit hayranı olunca, yorumları da böyle.. Katılmasak da kendine ve fikirlerine elbette saygı duyarak okuyacağız.
(*) KOMİTACILAR/ Nizamettin Nazif TEPEDELENLİOĞLU,
Toker Yayınlari. www.toker yayinları.com- Tel: 0535 3199349 ve [email protected]