Türkiye’de 1982 Anayasasının ilk dört maddesinin değiştirilip değiştirilmemesi konusu arada bir gündeme geliyor. Bir müddet tartışıldıktan sonra konu tekrardan unutuluyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir açıklamasında Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilebileceği yönünde açıklamalar yaptı, bir başka açıklamasında “ilk dört maddenin aynı kalması kaydıyla” yeni ve demokratik bir Anayasanın yapılmasından bahsetti.
TBMM Eski Başkanı İsmail Kahraman,“Değişmez maddeler anayasaya konmamalı. Millet istediği takdirde değiştirilebilir. Millet kendini idare etmek için bir araya geliyor da bir karar veriyorsa demokrasinin gereğini yerine getirmek lazımdır” dedi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Kılıçdaroğlu’nun Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi istemesi neticesinde CHP’nin HDP’nin vesayetine girdiğini” söyledi.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın açıklaması üzerine “AK Parti’nin ileri gelenleri ‘Anayasanın ilk dört maddesinin değişmesini’ talep ediyor; Erdoğan, benim söylediğimi zannediyor” dedi.
Kahraman’ın bu görüşüne karşı çeşitli çevrelerden değişik tepkiler geldi.
İlk Dört Maddennin Değiştirilmesi Meselesinin Değerlendirilmesi
Kahraman’ın görüşlerine ben de iştirak ediyorum.
Belki temenni kabilinden bazı anayasal hükümlerin değiştirilmesi arzu edilmeyebilir. Ama milletin iradesine “mutlak yasak” koymak demokrasi ile esaslı şekilde çelişir.
Anayasada değiştirilmesi yasak hükümlerin yer almamasının gerektiğini söylemekle ilk dört maddenin mutlaka köklü şekilde değiştirilmesi gerektiğini söylemek,mesela hukuk devletine son verilmesini,demokrasinin kaldırmasını istemek, aynı manaya gelmemektedir.
Değiştirilme yasağının Anayasadan çıkarılması, demokrasiye ve halkın demokratik iradesine güvenme ve saygı duyma ile alakalıdır.
Diğer yandan, ilk dört madde içinde hiç mi sorun yoktur?
Elbette ki vardır. Mesela, Anayasanın 2. maddesinde “başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan” hükmü mevcuttur. Oysa Anayasanın Başlangıcında, “tarihi ve manevi değerler, milli kültür, milliyetçilik, medeniyetçilik, medeniyet, milli gurur ve iftihar, milli sevinç ve keder” vb. anayasal nitelikte olmayan çok sayıda kavramlar vardır.
Bu kavramlar, ilgili olduğu bilim dallarında çok önemli olabilir.Fakat, bu kavramların yer alacağı metinler Anayasalar değildir.
Mesela, Matematik kitabında Aruz Veznine ilişkin metinlerin, Edebiyat kitaplarında lineer cebirle alakalı formüllerin yer alması ne kadar yersizse, siyaset bilimi, sosyoloji, tarih vb. bilim dallarına mahsus bu kavramların Anayasalarda yer almaları da o kadar yersizdir.
Bu kavramlar, anayasal nitelikte olmadıkları gibi, siyasi, ideolojik yorumlara da açıktır. Belirginlikten uzak ve anayasal nitelikte olmayan bu kavramlar, anayasallık denetiminde ölçüt olarak da kullanılıyor.
AYM,geçmiş yıllarda özelleştirmeden başörtüsü yasağına kadar, bazı yasal düzenlemeler hakkında verdiği iptal kararlarında Başlangıç Kısmına referans yapmıştır.
Benzer şekilde, Anayasanın 2. maddesinde yer alan “toplumun huzuru, milli dayanışma” da anayasal mahiyette kavramlar değildir.
Anayasal mahiyette olmayan, muhtevası soyut nitelikte ve siyasi ideolojik yorumlara açık olan bu kavramlar, Anayasada varlığını sürdürdüğü müddetçe, konjonktürel şartlara bağlı olarak tekrardan başörtüsü yasağı vb. otoriter uygulamaların yaşanması riski devam edecektir.
Benzer şekilde, AYM ve sair Yüksek Mahkemelerin, 2012’den önceki yıllarda, laiklik ilkesinin, otoriter ve militan laiklik şeklinde yorumlanması yönünde verdikleri kararlarının gerisinde Anayasanın 2. maddesi ve Başlangıç kısmı yer almaktadır. Bir diğer ifadeyle, AYM, 2. maddedeki laiklik kavramının, mana ve muhtevasını Başlangıçtaki ilkeler çerçevesinde belirlemiştir. Belli dönemlerde muhtevası bu şekilde belirlenen laiklik, otoriter ve dışlayıcı laiklik şeklinde olmuş, bundan da din ve vicdan hürriyeti esaslı şekilde zedelenmiştir.
Yüksek yargı mercilerinin 2012 yılından sonra laikliği, “demokratik laiklik” ya da “pasif laiklik” şeklinde yorumlaması tamamen fiili bir durumdur. Anayasada, anayasal nitelikte olmayan, siyasî, ideolojik mahiyetli kavramlar mevcudiyetini sürdürdüğü müddetçe, otoriter uygulamalara yol açabilecek kararların verilmesi riski devam ediyor demektir.
1924 ve 1961 Anayasalarında sadece Anayasanın 1’nci maddesinin (Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir) değiştirilmesi yasaklanmıştı. 1982 Anayasasının 2. ve 3. maddelerindekideğiştirilmesi yasak hükümlerin 1924 ve 1961 Anayasalardaki benzeri olan maddelere ilişkin değiştirme yasağı mevcut değildi. Buna rağmen, bu Anayasalar dönemindeki Meclislerde, bu maddeleri değiştirmeye yönelik bir çaba söz konusu olmadı.
Hatta 1937 yılında Anayasaya giren “Devletçilik”,“inkılapçılık” ilkeleri, sonraki yıllarda işlevselliğini ve popülerliğini kaybettiği halde, bu hükümlere dokunulmamıştır.
“Atatürk ilke ve inkılapları”,1937 yılında Anayasaya girdi. Değiştirme yasağı olmadığı halde, bu ilkelerin değiştirilmesi, 27 Mayıs darbesine kadar kimsenin aklına bile gelmedi. Ama 27 Mayıs cunta yönetimi, Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Atatürk ilke ve inkılapları”ndan bir kısmını (Halkçılık, Devletçilik, İnkılâpçılık) 1961 Anayasasına koymadı.
Bu ilkeler 1950-1960 yılları arasında Demokrat Parti tarafından Anayasadan çıkarılsaydı muhtemelen “kızılca kıyametler” kopardı; belki de askeri darbe bile yapılırdı.
Benzer değişiklikler, 12 Eylül cunta yönetimi tarafından da yapıldı.
12 Eylül cunta yönetimi, 1937’de Anayasaya giren “Halkçılık, Devletçilik, İnkılâpçılık” ilkelerini tekrardan Anayasaya koymadı, 1961 Anayasasının 2. maddesinde yer alan “milli” kelimesini kaldırdı, “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ifadesiniAnayasaya koydu, 1961 Anayasasında yer almayan, “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, …başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan” şeklindeki ifadeleri 2. maddeye ekledi, “insan haklarına dayalı” ifadesini“insan haklarına saygılı” şekline dönüştürdü.
Nitekim, doktrinde, “insan haklarına dayalı” ifadesinin temel haklar açısından “insan haklarına saygılı” ifadesine kıyasla çok daha güçlü şekilde insan haklarına vurgu yaptığı belirtilerek, 1982 Anayasasındaki “insan haklarına saygılı” ifadesi eleştiri konusu olmuştur.
Burada bazı sorular soracağım:
(1) Demokratik bir Devlet olan Ülkemizde, bazı çevreler, Anayasanın değiştirilmez denilen maddelerinin askeri cunta yönetimleri tarafından değiştirilmesine ses çıkarmadıkları halde, acaba bu maddelerin halk tarafından değiştirilmesine neden şiddetlekarşı çıkıyorlar?
(2) Demokrasilerde, “halk, kamu siyasetine ilişkin önemli sorunlarla alakalı belirleyici temel siyasi kararları, pozitif ve negatif olarak alma noktasından, hem yetkili olmalı, hem de doğrudan ya da temsilcileri aracılığıyla bu kararları gerçekten alıyor olmalıdır”.
Demokrasinin özü, kendi mukadderatı hakkında halkın kendisinin söz sahibi olmasıdır.
Peki, halkın mukadderatı hakkında darbecilerin söz söylemesine ses çıkarmayanlar, halkın kendi mukadderatı hakkında söz söylemesinden neden maksimum düzeyde korkuyorlar? Bu şiddetli korku temeline dayanan değiştirme yasağının demokrasi ile bağdaşırlığı var mıdır?
Anayasanın 1’nci Maddesinin Değiştirilmesi Önerisi
Ben çok daha radikal bir değişiklik öneriyorum.
Anayasanın 1’nci maddesinin değiştirilmesi gerekir. Bu değişikliği bu halk yapabilmelidir.
Benim bu konuda değişiklik önerim şu şekildedir:
Madde 1- “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir hukuk devletidir”.
Bu şekilde kurulan devletin bir diğer adı, “anayasal devlet”tir. Anayasal devlet, bireylerin hak ve hürriyetlerinin devlet iktidarına karşı, anayasal hükümlerle teminat altına alındığı, bu yolla insan haklarının güvenceli bir anayasal yapıya kavuşturulduğu devlet demektir.
Demokrasiye ve cumhuriyete de rengini, desenini verecek,pozitif kimlik kazandıracak olana “hukuk devleti” ve “anayasal devlet” olacaktır.
Bu yöndeki değişim neticesinde artık, laiklik ve diğer ilkeler, hukuk devleti ile çelişik olarak yorumlanamayacaktır. Din ve vicdan hürriyeti de, siyasi düşünce hürriyeti kadar teminatlı hale gelecektir. Laiklik, siyasi düşünceler kadar, din ve vicdan hürriyeti için de teminat sağlayan bir ilkesel yapıya bürünecektir.
Bu değişiklikle, “hukuk devleti”, Anayasanın ve demokratik devletin ruhunu teşkil edecektir. Nasıl, tüm canlıları ayakta tutan onların ruhları ise Anayasayı ve demokrasiyi ayakta tutan ve insanileştiren de hukuk devleti olacaktır. Diğer maddelerde yer alan, diğer ilkeler de, “hukuk devleti”ne göre şekillenecektir. Hukuk devletinin ruhunu teşkil ettiği anayasal devlette, laiklik militanlaşamayacak, demokrasi, ters külah giydirilerek otoriterleştirilemeyecektir.
Demokrasi ve Cumhuriyetin Hukuk Devleti ile Şekillenmesi
Demokrasi ve Cumhuriyet, tek başına birey hakları için teminat teşkil etmez. Şöyle ki;
Demokrasiler, çoğunlukçu yapıya büründürülmesi ve militanlaştırılması halinde, azınlığın haklarına zarar verilebilir.
Mesela, yasama meclisinde, çoğunluğun oyları ile bir kesimin eğitim haklarından mahrum bırakılmaları, çoğunlukçu demokrasi ile uyumludur. Geçmişte Ülkemizde yaşanan başörtüsü yasağı bunun en bariz misallerindendir. Benzer durum bazı Avrupa ülkelerinde Müslümanlara yönelik politikalarda da söz konusudur.
Benzer şekilde, cumhuriyetler de, otoriter kimliğe bürünebilirler. Eski totaliter Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Hitler’in Almanya’sı, Saddam’ın Irak’ı da birer cumhuriyetti.
İşte Cumhuriyet ve demokrasiyi, insan hakları için koruyucu devlete ve yönetime döndüren, “anayasal devlet” ve “hukuk devleti”dir.
Hukuk devletinin Cumhuriyet ve Demokratik devletin ruhunu teşkil etmesi neticesinde, her türlü Otoritarizm ve totalitarizmin yolları ve kapıları kapanmış olacaktır.
Nihai olarak ifade etmek gerekirse;
* Yeni Anayasa kapsamında, Anayasa Tasarısı, 1’nci maddesinden son maddesine kadar Meclis tarafından müzakere edilerek kabul edilmelidir;
* Cuntacılara güvenenlerin, halka da güvenmeleri demokrasinin bir gereğidir;
* Halkımızın sözleşme yöntemi ile yapacağı yeni Anayasa, kesinlikle cuntacıların yaptıkları Anayasalardan çok daha iyi olacaktır;
* Halktan korkarak demokrasi inşa edilemez, demokrasi kökleşemez.
* Halktan korkanlar, halkın temsilcilerinin yapacakları demokratik, sivil anayasa ile vesayetçi yapının çökmesinden korkuyorlar.
Umarım, halkın kendi mukadderatına el atarak yapacağı yeni demokratik sivil anayasa ile vesayetçilerin korktukları korkular başlarına gelir de, demokratik cumhuriyet ve anayasal devlet halkın kalbinde, gölünde sökülmez bir şekilde ilanihaye kök salar.
İşte o zaman, bütün vesayetçilerin pabuçlarının dama atılacağı zamandır.
Korkunun ecele faydası yoktur; yeter ki halk (ve temsilcileri) üzerine düşeni yapsın; birileri halkın yeni Anayasanın yapılması yönünde ortaya koyacağı iradesine mani olmasın.