Talat Atilla Öcalan test edildi! Değişim var! Tüm arşivi yaktılar! 'Tekbirlerle gömün beni!' |
Ersan Yıldız GİRİLMEZ |
Mihriban Başlı Nereye Gidiyoruz? |
Tuğba AYAN Çakralar ve Uyanış |
Adnan Küçük MEB YUSUF TEKİN’İN LAİKLİK SÖYLEMİ BAZI ÇEVRELERİ RAHATSIZ ETTİ |
Zahide Guliyeva EGO İŞÇİLERİ |
Cengiz Altınsoy Benim güzel memleketim... |
Kıvılcım Kalay NEDEN DİYE SORMA |
Canan Sezgin BU DOLUNAYLA BİR DEVİR KAPANIYOR! |
Tuğrul Sarıtaş Duayen gazeteci Tuğrul Sarıtaş'tan yeni kitap! |
Tekin Öget GERÇEKTEN DE TAM YOL İLERİ Mİ? |
Esra Süntar SU ÜSTÜNDE İKEN SU İÇİNDE OLMAK |
M. Kürşat Türker ZİNCİR |
Yalçın Toker SPOR YAZARLARI GENEL KURULUNDAYDIM.. |
Haktan Kerem Ural ‘ADALET SİSTEMİ’NİN ALTINDA SERİNLEYEN AHLAKSIZLAR |
Sima Güleser Polat İPİN UCU KAÇTI! |
Uğur Özteke SAĞLIKTA KANDIRMACA YENİDEN Mİ BAŞLIYOR? |
AK Parti’nin Tekrardan Yükselebilmesini Mümkün Kılacak Şartlar
AK Parti de diğer partiler gibi inişli çıkışlı seyir izleyebilir. İktidarda olan partilerin, konjonktürel şartlara bağlı olarak dönem dönem toplumsal tepkilerle karşılaşması olağandır. Bu vesileyle AK Parti’nin de benzer süreçleri yaşaması, siyasetin tabiatı ile uyumludur.
AK Parti, kurulduğu yıldan bu yana, 31 Mart seçimleri benzeri bir toplumsal tepki ile karşılaşmadı. Bu seçimlerde seçmenler, AK Partiye karşı memnuniyetsizliğini, kızgınlığını, küskünlüğünü en üst perdeden dile getirdi.
Elbette ki, küskünlük, kızgınlık, tepkisellik, kökten terk etmekten farklıdır. AK Partiye konjonktürel şartlara bağlı olarak küsen, kızan, tepki veren seçmenler, olumlu şartlar oluştuğunda yumuşar, yeniden yuvaya dönüş yapabilir. Hatta tepki olarak başka partiye gidenler de, olumlu şartlar tahakkuk ettiğinde partilerine geri dönebilirler.
Fakat bazı seçmenler, şartlar değişse de, geri dönmeyebilir, gittikleri partilerde kalıcı hale gelebilirler. Bu vesileyle, şartlar değişse, küskünlük, kızgınlık, tepkiye sebep olgular ortadan kalksa da, bazı seçmenler dönmeyebiliyorlar. Fakat onlar dönmese de, daha başka seçmenler de değişen şartlara bağlı olarak eğilim değişikliği yapabilirler.
Bu izahatlardan sonra, AK Parti’nin oylarının, 31 Mart seçimlerinde ciddi boyutlarda gerilemesine sebep olan olumsuzluklardan kurtularak tekrardan oylarını artırması mümkün müdür? Sorusunun cevabına gelecek olursak.
Bu soruya olumlu cevap verebilmek için aşağıdaki şartların tahakkuk etmesi gerekir.
(1) Önceki yazılarımızda bahsini ettiğimiz 31 Mart seçimlerinde AK Parti’nin oylarının ciddi boyutlarda gerilemesine sebep olan etken sebeplerin tamamı aynı özelliklere sahip değildir. Bazı etken sebepler, yıllara sârî bir geçmişi var ve bunların kısa sürede ortadan kaldırılması pek mümkün ve muhtemel görünmüyor. Mesela yolsuzluklarla ilgili algılar, bürokrasi ve kibirlilikle alakalı etken sebepler, gençlikle alakalı politikalar basit önlemlerle bugünden yarına kısa süre içinde çözülebilecek gibi görünmüyor.
Bunun böyle olması, AK Parti’li yöneticilerin bu konulara karşı tamamen duyarsız kalmalarını gerektirmiyor. Bu yöndeki algıları azaltıcı önlemlerin mutlaka alınması, bu amaca yönelik uygulamaların yaygınlaştırılması gerekiyor.
Uzun sürelere sârî olarak, ısrarlı bir şekilde tatbik edilmesi gerekli önleyici ve telafi edici politikaların kısa sürede belki etkileri hissedilmeyebilir. Ama siyasi partilerin imajları birden oluşmuyor; bu imajların aşınması nasıl ki zaman alıyorsa, yeniden inşa edilmesi de zaman alacaktır. Bu sebepledir ki, bu uzun süreli politikaların uygulanmasına da gecikme olmaksızın başlanması, bu konuda kısa, orta ve uzun vadeli politikaların geciktirmeksizin mutlaka uygulamaya konulması gerekiyor.
Alınacak ve uygulanacak bazı önlemlerin, kısa ve orta vadede alınmasıyla, 31 Mart seçimlerinin meydana getirdiği bazı hasarların giderilmesi kısmen de olsa mümkündür. Bunların başında ekonomik önlemler, refahın artırılması ve başta emekliler olmak üzere toplumun bazı dezavantajlı kesimlerinin refahtan payının artırılması, özellikle küçük çiftçiler lehine bazı iyileştirmelerin yapılması bu kapsamda yer almaktadır.
(2) Sayın Erdoğan, öz eleştiri yaptığı açıklamalarında, 31 Mart seçimlerinin AK Parti’ye verdiği zararlar ve bu zararların temelinde yer alan çoğu marazi hallere temas etmişti. Bunlar, oldukça ehemmiyetli teşhis ve tespitlerdir. Bu açıklamalarda ayrıca 31 Mart seçimlerinin meydana getirdiği hasarları giderici yönde yapılacaklara da temas edilmiştir.
Kamuoyunda Talat Atilla’nın önemle vurguladığı şu yönde tereddütler söz konusudur:
“Erdoğan sahaya inmez, kontrolü tam anlamıyla eline almaz, işi ehline vermez, gelirdeki sosyal adaleti düzenlemezse ilk seçimde yenilmesi fizik kuralı kadar kesindir. Palyatif üç beş kişiyi değiştirme meselesini çoktan aşan ağır bir sıkıntı ile karşı karşıya Erdoğan. Herkes ceketini alır gider, olan Erdoğan'a olur. Parti aynı zamanda misyonunu da güncellemeli. Mesela ANAP’ın 2024 model versiyonu iktidar için bir çıkış noktası olabilir. Fakat iktidar güç unsurlarının çoğunun kendi mevziisini korumaya çalışacağından ve Erdoğan'ı manipüle etmeye çalışacağından zerre kadar da şüphem yoktur! İktidar unsurlarının bazılarındaki kibir, kovulan şeytanda bile yoktur!” (Erdoğan ya Sahaya İnecek ya da Bu Şarkı Bitecek! Kim Bu Asi Yeniçeriler? İktidar Kiminle Çarpışıyor?, Türk Time, 08.04.2024)
Sayın Atilla kaygı ve tereddütlerinde pek haksız sayılmaz. Burada, önemli olan, Sayın Erdoğan’ın 31 Mart seçimlerinin meydana getirdiği hasarın ciddiyetinin farkına varması ve bu ağır hasarın meydana getirdiği tahribatı giderici yöndeki “acı ve yakıcı neşteri” vurması, zorunluluk arz etmektedir. Burada meselenin sadece ekonomi ile sınırlı görülmesi, hükümet için bir tuzak olabilir.
Bu vesileyle, hükümet cenahından açıklanan 4 Komisyonun çalışmaları hayati derecede önemlidir.
Sadece bu Komisyonların varlığı da tek başına yeterli değildir. Burada AK Parti yönetimi için, “hasar tespit çalışması” kapsamında en hayati konu, saha araştırmalarıdır. Bu saha araştırmaları sağlıklı zeminde yapıldığı takdirde, 31 Mart seçimlerinin gerçek manada MR’ı çekilmiş, temel hasarlı alanlar keşfedilmiş olunacaktır.
Unutmayalım ki, iyileştirici tedavilerin tatbik edilmesinin ön şartı, isabetli teşhislerin yapılmasıdır. Bu sebepledir ki her şeyden önce, 31 Mart seçimlerinin AK Parti bünyesinde meydana getirdiği hasarların toplumsal temellerinin isabetli bir şekilde teşhis edilmesi hayati derecede önem arz etmektedir.
(3) Sayın Atilla’nın “İktidar güç unsurlarının çoğunun kendi mevziini korumaya çalışacağından ve Erdoğan’ı manipüle etmeye çalışacağından zerre kadar da şüphem yoktur” şeklindeki kaygılarının da, mutlaka ciddiye alınması gerekir.
Bazen tabiri caizse “bıçak kemiğe dayandığında” en acı reçetelerin tatbik edilmesi söz konusu olabilmektedir. Sayın Erdoğan’da bunu tatbik edebilecek iktidarın mevcut olduğu söylenebilir. Önünde takriben 4 yıllık bir süre var.
Peki, bu süre, AK Parti içinde ve yönetimde karşılaşabileceği direnç ya da farklı tutumlar, aksi yönde ikna çabaları, acı reçetelerin tatbik edilmesi konusunda Sayın Erdoğan için yeterli olabilecek midir; ya da Erdoğan bu reçeteyi tatbik etmekten vaz geçirilebilecek midir? Ayrıca, (Meclis seçimlerin yenilenmesi yönünde karar almadığı ya da anayasa değişikliği yoluyla Erdoğan’ın yeniden aday olmasının yolu açılmadığı takdirde) Erdoğan’ın AK Parti’deki son dönemi olduğu düşünüldüğünde, AK Parti içindeki güç dengelerinin yeni döneme yönelik izleyecekleri politikalar sebebiyle bu acı reçetelerin uygulanması ne kadar mümkün olacaktır?
Bir lider değişikliği ihtimali ya da değişikliğin gerçekleşmesi olgusu, bu süre içinde lüzumlu acı önlemlerin alınmasını zorlaştıracağı düşünülebilir.
Yukarıdaki sorulara verilecek olumsuz cevaplar sebebiyle, 2028 ve 2029 yıllarında yapılacak seçimlerde sürecin AK Parti aleyhine işleyeceği söylenebilir.
Kanaatimizce, Sayın Erdoğan, her ne kadar diğer seçenekler gerçekleşmediği takdirde görevi 2028 yılında sona erecek olsa da, bizzat kendisinin kurduğu partinin “güneşi gören buz misali erimesine” müsaade etmeyecektir. Sayın Erdoğan’ın görevinin sona ermesi demek, AK Parti üzerindeki etkinliğinin mutlak olarak sona ereceği manasına gelmeyecektir.
Ayrıca Sayın Erdoğan, AK Parti’yi tekrardan sağlam temeller üzerine oturtmadan yeni yönetime bırakmayacağı kanaatindeyim. Bu sebeple de, alınacak önlemler konusunda ağırlığını ortaya koyacaktır.
Ama siyasi şartlar, AK Parti’nin bünyesi, parti içindeki dengeler bu reçetenin tatbik edilmesine hangi düzeylerde izin verir? Bunu gelecek gösterecektir. Ama Sayın Erdoğan’ın yapabileceği tüm önlemleri alacağı kanaatindeyim. Yapabileceği diyorum; çünkü bu partinin bütünlüğünün korunması, güç dengeleri, karar mekanizmalarının işleyişindeki manüpleye açık süreçlerin işletilmesi ihtimali gibi sebepler, yapılacakları tabii olarak kısıtlayabilecektir.
(4) Yukarıda sözünü ettiğimiz nitelikte etkili tedbirlerin alınması konusunda aksamalar yaşanması, Sayın Erdoğan’ın bazı palyatif tedbirlerin alınması yoluyla bu sürecin atlatılması konusunda ikna edilmesi halinde, 31 Mart seçimlerinin kartopuna dönüşerek artan etkilerinin neticeleri, belediye başkanlıkları ve il genel meclisi üyeliklerinin ötesine geçerek, yasama ve yürütme seçimleri yönünden de farklı siyasi sonuçlar meydana getirebilir.
Burada bazı somut önerilere de yer vermek istiyorum:
* Gerek milletvekilliği, gerekse mahalli idareler seçimlerinde adayların belirlenmesi konusunda yaşanan aksaklıklar mutlaka giderilmeli, daha isabetli, halkla daha güçlü gönül köprüleri kuracak, halkın gönlünde taht kuracak adayların belirlenmesi usulü tercih edilmeli.
* Yeni bir siyaset diline; kutuplaştırıcı değil kucaklayıcı bir siyasete ihtiyaç var. CHP’de bu yönde bir dönüşüm var ve bunun ödüllerini de 31 Mart seçimlerinde aldılar.
AK Parti cenahında siyasî propagandalarda tercih edilen sert ve dışlayıcı dil, esasen en fazla küskün oylara ve karşı cenahtan gelebilecek seçmenlere yansımakta ve bunların AK Parti’ye dönüşü ya da yönelimi zorlaşmaktadır.
Bir seçmenin şu sözleri önemli: “Oyumuzu Ekrem İmamoğlu’na vereceğiz, Fir’avun’a, Nemrud’a, Netenyahu’ya oy vereceğiz, ama AK Parti’ye oy vermeyeceğiz”.
Nefretin bu düzeylere gelmesinin sebepleri mutlaka araştırılmalı, bulunmalı, çözümler geliştirilmeli. Bu bağlamda kullanılacak “kavl-i leyyin” dili ile bunların da kazanılabileceği bir siyasi söylem atmosferi yakalanmalı, AK parti buna da ön ayak olmalıdır.
* AK Parti, tekrardan hürriyetleri genişletici, adalet duygusunu tamir edici, refahı artırıcı, milletle AK Parti arasındaki gönül köprülerini yeniden güçlendirici, AK Parti’nin kurucu ruhunda yer alan adalet, refah, demokrasi gibi ilkelere işlerlik sağlayıcı kanallar etkili bir şekilde işletilmeli. AK Parti bünyesinde lüksleşme ve konforla gelen dejenerasyonla birlikte tezahür eden elitizm, kibirlilik, şımarıklık gibi marazi haller sebebiyle AK Parti bürokrasisinin, bu partiyi sosyolojik tabanından koparmasına müsaade edilmemeli. Kısaca, AK Parti’nin tekrardan fabrika ayarlarına dönüşünü sağlayıcı politikalar hayata geçirilmeli.
* Cumhur İttifakı’nın muhtevası tekrardan gözden geçirilerek, kaybedilen seçim çevrelerinde ittifakın yapısı tekrardan belirlenmeli. Bu kapsamda, ittifak üyelerinin ayrı aday göstermeleri halinde belediye başkanlıklarının kaybedileceğinin öngörüldüğü seçim çevrelerinde mutlaka ortak adayla seçimlere girilmeli.
* Gençlik, hem AK Parti’nin, hem ülkemizin, hem de İslâm Âleminin mukadderatını ve geleceğini yakından alakadar eden en temel mevzudur. Eğitim sistemi yoluyla gençlik, tahkiki imanla güçlendirilmeli, güzel ahlakla donanımlı hale getirilmeli, tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet bilinci üst düzeylere çıkarılmalı.
Bu belirlemelerimizle uyumlu politikalardaki aksaklıklar, Batı özentisi yoluyla, bu vatan için kılını kıpırdatmayacak gençliğin yetişmesine sebep olabilecektir.
Kesinlikle, 200-300-500-1000 kişilik özenle seçilmiş gençlik grupları ve bunların sergiledikleri pozitif politikalar hükümeti aldatmamalı. Mutlaka, yukarıda sözünü ettiğimiz yönlerden donanımlı gençliğin yetişmesi için lüzumlu politikalar uygulanmalı.
Gençliğin manevi ihtiyaçlarının tespitini sağlayıcı sosyolojik araştırmalar mutlaka yapılmalı. Masa başı politikalarla ihtiyaç belirlemesi yapılarak politikalar belirlenmemeli.
Kısaca ifade etmek gerekirse, gençliğin sadece aklına, maddi ihtiyaçlarına cevap veren politikalar değil, bunlara ilave olarak manevi ihtiyaçlarına da tatmin edici cevaplar verici politikalar belirlenmeli. Bu işler de, zorlamalarla değil, talebe ve isteğe bağlı, benimsetici, ikna edici, onların gönüllerini ferahlatıcı usul ve yöntemlerle yapılmalı.
* Her ne kadar yukarıda ayrıca temas edilmedi ise de, mutlaka, Türk toplumunun manevi temelini teşkil eden aile kurumu ile alakalı, Batılı bozuk, yıkıcı, tahrip edici alışkanlıklardan kurtarıcı, köklü, kalıcı, etkili politikalar benimsenmeli ve uygulanmalı. Aile ve gençliğin tahrip olduğu Türk toplumu, sadece Batı’ya esir olur. Türk ailesine, mutlaka, kendi toplumsal, manevi, ahlaki, kültürel yapımızla uyumlu kimlik kazandırılmalı.
Burada önce, toplumsal değerlerimiz ortaya konulmalı, sonra da bu değerlerin aile ve gençlik üzerinde müessiriyeti tesis edilmeli. Kısaca, eğitin ve diğer etkili araçlar yoluyla, aile ve gençlik, sarsılmaz, güçlü, Batının kokuşmuş yaşantılarından uzak, faydalı denebilecek yeniliklerden de istifade edilerek, yeni, özgün, güçlü, alternatif bir kimliğe kavuşturulmalı.
Bu yöndeki politikalar, “Türk modeli”ni, önce tüm İslâm âlemi için emsal alınır hale getirecektir. Orta ve uzun vadede, bu model, insanlığa sunduğu huzur ve hürriyet ortamında diğer bazı gelişmekte olan, Batı’dan etkilenen toplumlar için de emsal olabilecektir.
Çok daha iddialı bir söz daha söyleyeyim. Bu model, eksiksiz, kusursuz geliştirilmesi ve insanlığına sağladığı huzur, manevi tatmin neticesinde, Batılı toplumlar için de emsal teşkil edebilecektir. Çünkü Batıdaki “başkalarına zarar vermemek şartıyla” diye başlayan ve kişiye kendi hayatında dizginsiz bir hürriyet alanı sağlayan anlayışın neticesi, toplumlara güç veren manevi değerlerin yok olması, hamiyet-i milliye ve vataniyenin tahrip olması, aile kurumunun yok olmasıdır. Bütün bunlardaki yıkılışlar ve yok oluşlar, bu toplumların yıkılışlarına ya da güç aşınmalarına maruz kalmalarına sebep olabilecektir.
Aşırı bireyci hürriyet temelli Batılı anlayışın neticesi, toplumların ve toplumsal değerlerin, kurumların yok olması, sadece devlet ile bireyin kalması demektir. Bu ortamda, bireyler, devlete karşı sahip oldukları toplumsal güç mekanizmalarından mahrum kalacaktır.
Bu yazı serimizi Gazeteci Abdülkadir Selvi’nin şu final sözü ile tamamlayalım:
“2019 yerel seçimlerinde sağlıklı bir değerlendirme yapılmamıştı. Dilerim bu kez seçim sonuçları rakam olarak görülmez. Siyasi analizleri de yapılır”.
E-posta Facebook Twitter Yazdır Önceki sayfa Sayfa başına git |
Bu yazı 23922 defa okunmuştur. |
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |