Cerrahpaşa Adli Tıp Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Vecdet Öz’den ŞOK Açıklama;
ADLİ TIP KARARLARI ŞAİBELİ, KEFİL OLAMAM!
Devam eden Ergenekon ve Balyoz dava sanıklarının yaş ortalaması neredeyse 70’lerde olunca, süreç adliyelerden çok hastanelerde ilerliyor. İşte tam bu noktada davaların kilitlendiği yer Adli Tıp Kurumu oluyor. Çünkü mahkemelerin hasta sanıklarla ilgili, “Rahatsızlığı hapiste kalmasına engel mi, değil mi?” sorusuna cevap aradığı yegane kurum Adli Tıp Enstitüsü… Eski Genelkurmay Başkanı emekli orgeneral Ergin Saygun’un kalp rahatsızlığında ihmali olduğu iddiasıyla yeniden kamuoyunun gündemine gelen Adli Tıp Kurumunu, Adli Tıp’ın sık sık bilirkişi istediği Cerrahpaşa Adli Tıp Enstitüsü Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Vecdet Öz’e sordum.
Adli Tıp’ın Türkiye’deki önemli otoritelerinden kabul edilen Prof. Dr. Vecdet Öz’ün tarihe not düştüğü önemli açıklamaları şöyle oldu;
“Adli Tıp Enstitüsü’nün bu haliyle verdiği kararlar tartışmalı, hatta şaibelidir. Adalet Bakanlığı siyasi bir kurumdur. Adli Tıp Enstitüsü’nün Adalet Bakanlığı’na bağlı olması, kurumu tartışmaya açanların elini güçlendiriyor. Cerrahpaşa Adli Tıp Enstitüsü Ana Bilim Dalı Başkanı olarak, Adli Tıp Enstitüsü’nün verdiği kararlara kefil olamam. Kefil olabilmem için önce özerk bir yapıya sahip olması gerekir...”
Bilirkişi olmayı kabul etmedim!
Mahkemenin istediği sağlık raporlarının Adli Tıp’ın dışındaki yerlerden de alınabilmesi gerektiğini savunan Prof.Dr. Öz, sözlerine şöyle devam etti;
“Bir sanık yakını Adli Tıp’ın kararı siyasidir dese, Adli Tıp yetkilileri aksini nasıl ispat edecek?
Adli Tıp bizden bilirkişi talep eder ama ben özerk olmadığı için bilirkişi olmayı kabul etmiyorum. Adli Tıp mutlaka kriptolu sisteme geçmeli. Bu haliyle dosyaların hangi hocaya gittiğini bile bilmek mümkün değil.
Kritik kurumlarımıza açık çek vermeliyiz!
Sistemi sil baştan değiştirmeliyiz. Örneğin Londra’da yargıçlara hiç kimseye muhtaç olmasınlar diye açık çek verilir. Neden bu sistemi kritik kurumlarımıza uygulamıyoruz?
Her gelen siyasi iktidar özerklik için söz veriyor ama tutmuyor. Zamanında Cemil Çiçek’e konuyla ilgili dosya vermiştim. Verdiğim bilgileri haklı buldu ama bakanlıktaki ömrü yetmedi…”
Devlet cinneti
Büyük devlet olmak tesadüflerle gerçekleşmiyor. Türkiye gibi kendi yetiştirdiği evlatlarını önce kendisi tüketen bir yapının büyük devlet olma iddiası ‘lafı güzaf’tan öteye geçemiyor. Devletin bir başka tuhaf refleksi de, “İstediğimi yaparım. Basın zaten yazamaz. Yazsa da, birkaç seferden sora nasılsa unutur…” gibi bir ön ezbere sahip olması… Oysa, bir gazeteci için yazdıklarına fikri takip yapmak, meslek namusudur. Şartlar ne olursa olsun, bu fikri namusa sahip çıkmaya devam edeceğiz.
Defalarca yazdım ama Bakanlık yetkilileri, yazdıklarıma çözüm aramak yerine telefon trafiğini tercih etti. Adı Hasan Yıldırım… 42 yıllık, Türkiye’nin en tanınmış cerrahlarından birisi. Suçu, hastalarına kaliteli malzeme kullanarak ameliyat yapması. Sağlık Bakanlığı, kanser protezi olarak anılan ama dünya literatüründe mega protez olarak bilinen protezleri, kemik çürümeleri hücre seviyesiyle ispatlanmış olmasına rağmen, hastalarına kullandı diye, Dr. Yıldırım’a soruşturma üstüne soruşturma açıyor. Yalnız bu cerrahın dosyaları kurum kurum gezdiriliyor. Savcılığa yapılan suç duyurularının takipsizlikle sonuçlanması da bakanlığı durdurmuyor. Uyarı cezası veriyor. Yatak sayısını azaltıyor. Asistanlarını, bu doktorun başına amir diye veriyor. Bakanlık, Dr. Yıldırım’a örtülü olarak, “Hastanın yaşı gelmiş yetmişe. Zaten ölüyor. Niye pahalı protez kullanıyorsun?” demek istiyor.
Kilit soru şu; Masum olduğu bilinen bir Doktora, bu ısrarlı eziyet niye?
Bu sorunun cevabını, Dr. Hasan Yıldırım’ın, Bakanlık Başdenetçisi Şükrü Kaya’ya, “Müsteşar Nihat Tosun’un bana kişisel husumeti var.” sözlerinde aramaktan başka çare kalmıyor. Onlarca mantık hatasını düz akılla izah etmek mümkün değil. Düşünün; Yıldırım’ın ameliyat ettiği hasta yakını İdris Kurt’un şikâyet ettiği doktorlar terfi ediyor, memnun olduğu Dr. Yıldırım’a ise bahane aranarak sürekli mobbing uygulanıyor. Yıldırım’a bu zulmü yapanlar, devletin caydırıcı gücünü suiistimal ettikleri gibi, devletin gücünü kendi egolarını tatmin için de kullanmış oluyorlar. Bu; adli olduğu kadar, aynı zamanda bir insanlık suçudur. İdris Kurt, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Sağlık Bakanlığı’na 2. suç duyurusunda bulunmuş. Konuyu çözmek birinci derecede Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun uhdesindedir. Takip etmeye devam edeceğim.
Başın Sağolsun Rahmi Abi
Yıldızlar hep kayıyordu. Ama 2013 bu konuda biraz daha kıyıcı girdi. En son duayen gazeteci Rahmi Turan’ın basın emektarları kardeşi gazeteci yazar Kamil Turan vefat etti. Bilirim… Bu durumda söylenecek çok fazla söz kalmaz. Merhuma Allah’tan rahmet, başta Rahmi Turan olmak üzere tüm ailesine sonsuz sabır dilemekten başka… Ne söylenebilir ki?
Yazık!
Servet düşmanı değilim ama bir dergide şu haberi okuyunca yıkıldım;
En yoksul 48 ülkenin gayri safi milli hasıla toplamı, dünyanın en zengin 3 iş adamının servetinin yarısı kadar bile etmiyormuş. Asıl utanç verici olan, bu bilgiden sonra dünyanın utanmadan dönmeye devam etmesi. Yok mu durduracak bir babayiğit!
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…