Hatırlar mısınız, birkaç yıl önce bu köşede veya benzeri hemen her köşede başlıca tartışma konumuz demokratikleşme, vesayet ve sivilleşme olgusu idi. Bu günlerde de benzeri konuları tartışıyoruz. Yakın geçmişte ben, iktidarın politik uygulamalarının demokratik görünse de aslında öyle olmadığını, asıl amaçlarının tüm devleti ve kamu kurumlarını ele geçirmek olduğunu savunuyordum. Askeri vesayetin sona erdirilme bahanesi ile başka bir vesayet yaratılacağını çünkü Türkiye’de mevcut, yetersiz sivil toplumun da yok edildiğini anlatmaya çalışıyordum. Sivilleşmenin, askerin etkisizleştirilmesi demek olmadığını, asker haricindeki diğer kamu gücünün devrede olup, sivil toplum kuruluşlarının devreye sokulmamasının sivilleşme olmadığını, yanlış olduğunu açıklamaya çalışıyordum. Demokratikleşmenin ise görüntüde olduğunu, belli kesimlere anlayış gösterilirken belli kesimlere ise baskı yapıldığını ve zamanı geldiğinde de baskının aratacağını anlatmaya çalışıyordum.
Bugün istatistiklere, uluslararası kuruluşlara ve yakın zamana kadar iktidarı destekleyen çoğu “liberal aydınlara” göre demokrasimiz çok sıkıntılıdır. Yüze yakın gazeteci, bir muhalif parti (BDP) tümüyle tutuklu durumdadır. Muhalefet partilerinin mahalli kuruluşları sürekli baskı altındadır. Muhalif sermaye, muhalif sendikalar, muhalif birkaç meslek kuruluşu mali ve idari baskı altındadır. Bürokrasi aynı şekilde baskı altındadır. Caddedeki ayakkabı boyacısı dahi telefonunun dinlendiği kaygısı altındadır. Üniversite tek yanlı ve tartışma ortamından yoksun durumdadır. Medya ise artık yolsuzlukları dahi araştırma, yazma refleksinden yoksun durumdadır.
Tüm bunlara verilen mağrur ama birazda samimi cevap ise, “Eee, sıra bizde” olmaktadır.
Tüm bunları tekrar tartışalım diye yazmadım. Hepimizin kabul ettiği, edeceği bir gerçek var; Nasıl insanlar için devreler-dönemler varsa devletler ve toplumlar için de var. Kondratieff dalgaları diye bilinen bir ekonomi olgusu var. Rus bilim adamı Kondratieff, ekonomide belli dönemler büyüme, belli dönemler daralma dönemleridir der. Galiba buna benzer bir dalgalanma demokrasi içinde söz konusu… Belli toplum kesimlerinin iktidara gelmeleri ile demokraside de dalgalanmalar oluyor. Cumhuriyetin ilk dönemi Osmanlı elitlerinden bir kısmının iktidarı oldu. Sonra Demokrat Parti ile Anadolu eşrafı iktidara geldi. ANAP ilk kentli-iş adamı iktidarı oldu. AKP ile sistem dışı kaldığını düşünen muhafazakar halk kesimleri yönetim sorumluluğunu aldı. Bu çok basitleştirilmiş cümleleri detaylandırmak, çeşitlendirmek, farklılaştırmak mümkün ama kabaca farklı dönemler ve farklı kesimleri açıklıyor sanırım.
İki arkadaştan biri hafif çakırkeyif iken diğerine kafasına takılan soruyu sormuş, “Yahu ikimizde aynı fakülteyi bitirdik, ikimizde aynı işi yapıyoruz, ikimizde aynı parayı kazanıyoruz ama sen benden daha iyi yaşıyorsun, daha iyi bir çevren var. Nasıl oluyor bu?”
Diğeri de aynı samimiyetle cevaplamış, “Oğlum” demiş “Benim babam ve dedem de üniversite mezunuydu”
Konu bu galiba. Bazı şeyler ve demokrasi zamanla oluyor…
Tabi durum böyle diye her şeyi zamana bırakmamızın anlamı da yok. Tarihsel gerçeklerimizi görüp zihniyetimizi ve dışarıda kalan kesimlerimizi hızla sisteme katmasını becere bilmemiz gerekir. Diğer taraftan sistemin eksiklerini de sürekli bakımla onarmak-gidermek lazım. Bunları tespit edip gereğini yerine getirmesi gerekenler ise en başta aydınlardır…
“Ahh, ahh, sorun da aydınlarda. Tam da bu noktada” demeyin, tam da üstüne basarsınız…