YGS’yi protesto eden gençlerin yürüyüşüne kızan Başbakan Erdoğan, “Biz de 10 bin genci karşılarına dikebiliriz ama gerginlik istemiyoruz” dedi.
Bu sözler en yalın anlamıyla, “Bizim de hazır kıtalarımız var” demektir.
Evet, Erdoğan bu yürüyüşlerin arkasında bazı parti ve odakların olduğunu söylemeye çalışıyor ve belki bu konuda haklı da ama Türkiye’yi yöneten bir koltuğun sahibi bu sözleri söyleyemez.
Hemen arkasından MHP lideri Bahçeli en az Erdoğan’ın sözleri kadar vahim, “Bin bozkurdu on bin kişinin karşısına dikerim!” yanıtını verdi.
Ve düello küfürleşmeye kadar vardı.
Umarım olmaz ama görünen o ki; AKP ve MHP’liler bu seçim sürecinde sıcak bir karşılaşma yaşayacak gibiler.
CHP lideri Kılıçdaroğlu bu tartışmada topa hiç girmiyor.
Son tahlilde şunu rahatlıkla yazabiliriz;
İktidar son üç aylık süreci berbat yönetti.
YGS’den, YSK’ya, Erdoğan’ın, “Biz de on bin kişi yürütelim mi?” sözlerine kadar bir çok eylemin iktidarın oylarını tırtıkladığı görülüyor.
Merakım şu;
İktidarın insicamı aniden neden bozuldu?
Çelik/çomak mı bu?
YSK’nın, “BDP’nin 12 bağımsız adayı seçime giremez” kararının rutin, olağan, hayatın doğal akışına uygun bir karar olduğuna inanmamız kolay değil.
Bunun için onlarca gerekçeyi buradan tekrar sıralamak yerine, YSK’nın bu kararının perde arkasına yönelik fikirleri yazmak daha uygun olacak.
YSK ile iktidarın arasının mesafeli olduğu yönünde yaygın bir kanaat var.
Ya da; böyle bir kanaat oluşması için profesyonel bir dizayn var.
Neyin gerçek olduğunu şu aşamada kesin bilmek mümkün değil.
Biz görünüşe itibar edelim…
İktidar siyaseten BDP’ye ve dolaylı olarak Öcalan’a gevşeklik/tolerans vererek terörü kısmen minimize etmişti.
Bu göreceli başarının iktidara oy olarak yansımasının bazı çevrelerde hareketlilik getirme ihtimali az değil…
Bilmiyorum…
Emin olduğum tek şey YSK’nın bu kararının hayatın normal akışına uygun olmamasıdır.
Bakın fotoğrafı daha da netleştirmeye çalışayım;
Halen Milletvekili olan bir BDP’liye, “Hayır, bu sefer olamazsın” demenin bu toprakların neredeyse her karışında yaşayan Kürt kardeşlerimiz üzerinde nasıl bir duygu meydana getireceğini tahmin edebiliyor musunuz?
Hukuku donmuş bir olgu kabul etmek, hukukun olmadığının itirafıdır.
YSK’nın bu kararı, “Bana ne, hukuk böyle!” diyerek ateş topunu Türkiye’nin üzerine atmaktır.
Son anda, uzatma dakikalarında BDP’lilere, “Hayır” diyerek Türkiye’nin burnunun ucuna bu kararı dayamak bürokratik oligarşinin başka bir rengidir.
Milliyet ve Vatan
Milliyet Gazetesi Doğan Grubuna geçtikten sonra Hürriyet’in gölgesinde kalmıştı.
Bu satış Milliyet’i eski görkemli günlerine geri getirebilir.
Milliyet, üzeri biraz soslanmış katı sol geleneğin en büyük temsilcisidir.
Üzerine sinen ölü toprağını kaldırma görevinin Can Dündar’a verileceği dedikoduları var.
Bence iyi bir seçim olabilir.
Dündar sol geleneği temsil ettiği gibi yenilikçi damarı açık olan bir gazeteci.
Karacan/Demirören grubun satın aldığı diğer gazete Vatan oldukça ilginç bir gazete.
Rahmi Turan’ın Günaydın gazetesini anımsatan çizgisi ve haberleri etkili sunumuyla iyi tiraj aldı ama “Sabah’ın içini boşaltma misyonuyla kuruldu” tartışmalarından kendisini bir türlü kurtaramadı.
Vatan bir ileri, bir geri yayın çizgisiyle tarihe önemli gazete olarak geçme şansını teğet geçti.
Bakalım bu yeni süreçte böyle bir şansı olacak mı?