AKP'nin Ustalarını Önder Sav Kurtarıyor!
Kulağı delik bir dostumdan, “AK Parti’de 3. dönem problemi Önder Sav yöntemiyle aşılacak.” fısıltısını ilk duyduğumda, doğruluğuna fazla ihtimal vermedim. Çünkü, AK Parti tüzüğüne göre bir milletvekili üst üste 3 dönem seçilemiyor ve bu konunun Erdoğan tarafından defalarca altı çizildiği için geriye adım atmanın imkansız olduğunu düşünüyordum.
Yanılmışım…
Bu bilmeceyi netleştirmek için AK Parti’nin kıdemli ismini başka bir konuyu bahane ederek çay içmeye davet ettim. Devlette defalarca üst düzey görevlerde bulunmuş tecrübeli AK Partili politikacı ısrarlarıma dayanamayarak ve elbette, “Benden duymadın!” sözünü her satır arasına sokarak 3. dönem seçilmeme formülünü nasıl aşacaklarını anlattı;
-Sayın Başbakanımızın ustalık döneminde nasıl emekli olmasını istemiyor ve kendisini köşke çıkarmak istiyorsak, ustalık dönemini yaşayan AK Partililer için de aynı düşünceyi taşıyan arkadaşlarımız var. Geçmişte Önder (Sav) Bey benzerini CHP için yapmıştı. Yargıtay’a bir arkadaşımızın, ‘AK Parti tüzüğü seçme ve seçilme hakkına sınırlandırma getiriyor.’ şeklindeki başvurusu tüzüğün iptali için yeterli görünüyor…
Yargıtay’a bu başvuruyu yapacak isim belli mi?
(Gülerek…) Başvuruyu yapacak bir kahraman arıyoruz!
Çıkar mı böyle bir kahraman?
Çıkar, çıkar…
3. dönem seçilememe probleminin çözümdeki ilham kaynağı Önder Sav mı yani?
İlham kaynağı demeyelim de, önümüzdeki örnek denilebilir sanki.
Kötü bir örnek gibi!
(Gülerek…) Hem gazeteci, hem yargıç olma!
(Gerginlik…) Başbakan’ın hoşuna gitmeyebilir, bu anlamda söyledim.
AK Partili yetkili bu son sözlerim üzerine, “Toplantım var, görüşmemek üzere!” sözleriyle zengin kalkışıyla veda etmeden gitti. Sanırım küstü…
Sayın Başbakan; kazayla biz de Suriye uçağını düşürsek?
Masadaki komplo teorilerini reddetmiyorum ama bence Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Türk uçağını düşürmesinin temel noktası, Başbakan Erdoğan’ın siyasetinin altında ezilen ruh halini kurtarmak istemesi ve Suriye’de milli hisleri kendi lehine çevirme çabası…
Kaybedecek bir şeyi olmayanların cesaretleri büyükse, onuruna düşkün ulusların cesareti de limitsiz olmalı.
Türkiye açısından bakıldığında durumumuz pek iç açıcı değil.
Başına çuval geçirilen, uçağı düşürülen bir ulusun çocukları ne kadar mutluysa, biz de o kadar mutluyuz.
Devletin soğukkanlı olmasını anlıyoruz ama bu gerekçe, tarihimizden gelen DNA’mıza ters. Bünye kabul etmiyor.
Ulusal onur, “Bekle, bir gün hesaplaşacaksın!” sözüyle teskin olmuyor.
Çanakkale, Galiçya, Yemen ve daha birçoğu bunlara şahit.
Bu sözlere hamaset diyenler de çıkabilir ama bence hamaset kavramı, küresel güçlerin karşısındaki ülkelerin ulusal onurlarını etkisizleştirmek için icat ettikleri boş bir kelimedir.
Daha da ötesi gerçeğin kendisi hamaset olsa ne olur, olmasa ne olur?
Gerçek, sadece gerçektir.
Tamam; tankla-tüfekle Suriye’ye girmeyelim ama diyorum ki;
Tesadüf bu ya! Biz de kazayla Suriye’nin iki uçağını birden düşürerek hata yapma hakkımızı kullansak nasıl olur?
Her karar bir kaderdir.
Karar verdiğimiz zaman kaderimiz başlar.
Kaza ve kadere böyle de teslim olabiliriz!
Haklıyken susarsak, ne zaman konuşacağız?
Halkına zorla, (Haşa), “Beşar’dan başka Allah yoktur!” dedirten Esad’ın denize gömdüğü Mehmetçiğin ahını, “Allah’tan başka ilah yoktur.” diyen Başbakan Erdoğan almayacak da kim alacak?
Haksızsam, tartışalım Sayın Başbakan?
Herkes mi ister?
Her ne hikmetse, CHP’nin önde gelen tüm yöneticileri önümüzdeki yerel seçimlerde belediye başkanı olmak istiyor. Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın Yenimahalle, CHP Ankara Milletvekili Levent Gök Çankaya, İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın Şişli, İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin İstanbul Büyükşehir ya da Kadıköy ve yine İstanbul Milletvekili, Erdoğan Toprak da Beşiktaş Belediye Başkanı olmak için yoğun kulis yapıyor.
Belediye Başkanlığı niye bu kadar cazip acaba?
Sabah’a son teklif
Sabah gazetesi için şu anda tek alıcı Dubaili bir grup kaldı. Dubaililerin, “Yarısına ortak olalım. Gazeteyi siz yönetin” teklifine patron Ahmet Çalık’ın, “Fiyatta anlaşırsak tamamını verebilirim.” şeklinde temkinli yaklaştığı bilgisini aldım.
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…