Bu ülkenin yürüyen köşkü var, Yalova’da, müze şimdi, sağ hâlâ.. 1930 yılının bahar aylarının birinde çınar ağacının kökü temeline zarar vermeye başlayınca köşkün, bahçıvan alır eline testereyi yanaşır ağaca.. ‘Sen ömründe hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki, kesmeye muktedir görüyorsun kendini’ lafıyla irkilir bahçıvan.
Döner arkasına, Gazi Paşa’dır sesin sahibi..
‘Paşam’ der, ‘ağacın kökü yapının temellerini kaldırdı, dalları da camlara zarar veriyor, ya köşkü kaybedeceğiz ya da ağacı keseceğiz.’
‘Köşkü ağaçtan uzaklaştırırız.’ der Gazi Paşa.
İstanbul Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğüne bağlı Yollar Köprüler Şubesi Başmühendisi Ali Galip Bey ve ekibi, bina çevresindeki toprağı kazarak temel seviyesine indirir, İstanbul’dan getirilen tramvay rayları binanın temeline yerleştirilir, milimetrik hesaplar üzerine yapılan o çalışma sonunda raylar temelin altına oturtulup, köşk dört metre seksen santim kaydırılarak ağaçtan uzaklaştırılır. Çınar ağacı kurtulmuştur kesilmekten, yaşayacaktır artık.
‘Ağaç çınardır, çınar ise Devlet’ der iş bittikten sonra Gazi Paşa soranlara..
Aradan tam 73 sene geçer;
2003 yılının Kasım ayında, Yatırım Ortamının İyileşmesi Koordinasyon Kurulu toplantısında hükümetin Devlet Bakanı Ali Babacan’ın dudaklarından şu veciz sözler dökülür ‘‘Bu hükümet özelleştirmeyi istiyor mu istemiyor mu sorusunun yanıtı, büyükçe bir evet’tir.’’
Evet, o büyükçe bir evet’le düğmeye basıldı, bu memleketin ağacına kıyamayıp, köşkü başka bir yere taşıyan vicdandan, ‘ver kurtul, sat kurtul’ politikasına geçiş yapıldı..
Evvelki hükümetlerimizin hiç aklına gelmeyen bu dahiyane fikir derhal hayata geçirildi..
Karayolları Araç Muayene istasyonlarından Petkim’e, Limanlardan Tüpraş’a, Elektrik Dağıtım Kurumundan gümüş, krom, bakır işletmelerine varana kadar sayması hayli vakit alacak onlarca kuruluş, fabrika, araziyi sattı. Romanya’da sac fabrikamız varmış mesela, onu da sattı..
Nasıl bir ticari dehaysa, 2004 yılında 292 milyon dolara sattığı TEKEL Alkollü İçki Bölümü yedi yıl sonra satın alanın sattığı firmadan İngiliz firması Diageo’ya 2,1 milyar dolara satıldı, sekiz katına yani.. Nasıl bir feraset sahibiyse, gün batımını izlemek için gelen turiste çekirdek satsan zarar etmeyecek, memleketin sanayi ve sofralık tuzunun büyük bölümünü karşılayan akmaz kokmaz Tuzgölü’nün üç işletmesini birden sattı.
Stratejik kurumdur, bu bari dursun demedi, Türk Telekom’u elin yabancısına sattı, alan firmanın içini boşalttığı yetmedi, yerin altında döşeli 35 milyon kilometre bakır kablo ağını söküp, yerine çakma kablo döşedi, çektiği kredileri de ödemeden yol aldı gitti..
Bugün vergi olarak ödediğimiz her fazladan kuruş bu dahiyane işlerin bedeli işte.
Reel ekonominin değişmez, olmazsa olmaz, kati kuralları vardır, zannediyorum bunu Northwesterm Üniversitesinde okutmuyorlar;
Piyasa şartlarına göre, ya kazandığını / mirasını satarak borçlarından kurtulur, küçülür, daha kompakt hale gelirsin, ya da duran malı harekete geçirir (arsa satıp, fabrika kurmak gibi) üreterek büyürsün..
Sattı beton yaptı, sattı kredi kartı dağıttı, sattı tüketimde çağ açtı çağ kapattı..
Ekonomide bahane olmaz, sonuç olur. Ekonomide başarısızlığın sebebi veresiye mal istediğin tüccara anlatılmaz, eşe dosta hısım akrabaya laklak olsun diye anlatılır. Hiçbir ekonomide şatafatla itibar sağlanmaz; herkes herkesin hacmini, çapını bilir. ‘sat kurtul, günü kurtar’ ekonomisi kısa vadede sonuç verir, uzun vadede can çekiştirir.
Üretim ekonomisinde yerçekimine ters düşecek ne kadar iş varsa hiçbirini küstürmedi, hepsinin hakkından geldi..
14 sene tam da merkezinde olduğu hükümetin politikalarını yanlış bulduğu için alıp başını gitmedi, ‘haydi bakalım sen biraz dinlen’ dediler, yol verdiler, öyle ters düştü..
Yıllarca başında durduğu, yönettiği ekonomiyi sata sata çökertmiş, aradan geçmiş vakit, ‘ben geldim’ diyor şimdi. ‘Deva olacağım..’ Kısa ve net bir sorum olacak sayın Babacan,
Sen ömründe hiç çınar ağacı yetiştirdin mi?