Şimdiye kadar galiba hep okuduğum kitaplardan bazılarını size tanıtmaya çalıştım, bazı yerlerini sizinle paylaştım. Okunan kitaplar paylaşılmaz ise, birileri ile tartışılmaz ise okunmuşluğunun katkısı yüzde 70-80 azalıyor. Bu gerekçe ile bende çevremde okuduklarımı tartışacak çok fazla kimse bulamasam da sizlerle paylaşarak oldukça rahatlıyorum. Şimdiye kadar birkaç okuduğumu sizinle paylaşmıştım bu sefer okumakta olduğum bir kitabı paylaşmak istiyorum: Atamanoğlu Fatih Yalçın Küçük, Mızrak Yayınları 1. Baskı Mayıs 2012
Yalçın Küçük daha kitabın “Atamanlılar Üzerine Az Söz” girişinin ilk cümlesinde şöyle demiş; “Tarih yazmıyorum; tarihi araştırarak düşünmeyi, yazmayı deniyorum” Kitabın tek cümlelik özeti bu… Yalçın Küçük Atmanoğlu Fatih’te Türklerin Anadolu’daki macerasını o deli-dolu konuşma üslubu ile anlatıyor. “Tarihçilerin Kutbu” olarak bildiğimiz Halil İnalçık’tan Sultan Bayezıt’a kadar suçlamadığı kimse yok… Pardon Fatih hariç. Fatih’e özel bir sempatisi var Küçük’ün. “Fatih Konstantinopl’ü fethetmemiş olsaydı da yine Fatih’tir. Kapısında ölüm beklerken hülya kurabiliyordu” diyor.
Bizim çok az bildiğimiz 12 ve 13’üncü yüzyılları da çok güzel anlatıyor. Yine Museviler, Sabetaylar v.s. Osmanlıların Anadolu’ya geldikten sonra Müslüman olduklarını iddia ediyor. Doğrusunun Osman değil Atman, Ataman olduğu iddiasında. Şu cümle ilginç; “Cumhuriyet tarihinin yazımındaki çarpıklığı, idealist niteliğini anlayabiliyorum; fakat Osmanlı düzeninin aynı ölçüde çarpık, ters veya bilimdışı yazılabileceğini, tahriflerle veya ihmallerle dolu olacağını hiç düşünmemiştim, bunu öğrendim. Sonra düşündüm ve “öyle olması gerekiyor” sonucuna vardım, insanlar, bizler ve “ben” ne kadar safdil oluyoruz, bunu zamanla anlayabiliyorum. Cumhuriyet tarihi ve “Kemalist Tarih Yazıcılığı” bu kadar çarpık olursa Osmanoğlu Tarihi de aynı ölçüde idealist ve yanıltıcı olmalıdır; birbirinden ayrı değiller ve birbirlerine dayanıyorlar”
Yalçın Küçük beni tanımasa da hakkımda “Okuyan biri değil” gibi eleştiriler de bulunmuştu, canı sağ olsun. Ona kızmıyorum. Bu kitapta yazdığı kızılabilecek şeylere de kızmıyorum. Çünkü, Yalçın Hoca samimi, doğal ve bir bilim insanında olması gerekenin üzerinde tatlı bir kaçık… Yazdıkları tarih değil, edebiyat değil, bilimsel makale değil ama ufuk açıcı ve farklı. Zevkle okunuyor. Okumakta fayda var. Şu cümlelerle bakar mısınız;
“Modern Türk Tarih yazıcıları için iki tespiti hemen yapabiliriz. Birincisi çok muhafazakar bir dünyaları var. İkincisi dünyaları yoktur, “yok denecek kadar” dardır, çok kültürsüz olduklarını söyleyebilirim. Bu iki tespiti birleştirecek olursam, hep at gözlükleri takılı; gerçek ile doğrudan ürküyorlar. Dünyayı bilmek istemiyorlar; bu türün tarih yazmaması gereklidir ve tarihi bu nev’in yazması ise talihsizliğimizdir. Böyle başlayabiliriz.
Başkaları da var, en önde dünyaya üç tarih yazıcısı geldiler; Aristoteles, Adam Smith ve Karl Marx.”
“Kuruluş’un, Köprülüzade Fuad’ın ileri sürdüğü masalla da bir bağlantısını bulamıyoruz; “Kayı” hikayedir ve Osmanlı Aşireti’nin, Selçuklular ile bir yakınlığını da göremiyoruz. Horasan ve Maver-ü Nehr’den geldiler, geldiklerinde Müslüman olmadıklarına kesin gözüyle bakmak durumundayız”
“Veba, özetle, ölümü demokratize etmiş ve Ortaçağ’ın temel insanlık tarifi olan sadakat’i, insanoğlundan kazımıştı. Kapitalizm’de insanın temel çizgisi sadakatsiz olmasıdır; demek Veba, feodalite ile kapitalizm arasında ki büyük uçurumdur.”
Ben Atamanoğlu Fatih’i okumaya devam edeceğim. Siz de ilgilenir okursanız paylaşır, yorumlarız. Yalçın Küçük Hoca’nın Silivri koşullarında yazabilmesi bizim için büyük mutluluk ama inşallah kısa zamanda aramızda olur.