Ben her an, her gün, her vesile ile Atatürk’ümüzü hatırlarım.. Bu benim için vazgeçilmez bir alışkanlık, merak ve zevktir.. Tabii bu yalnız benim değil, milletini seven, Türk olmakla iftihar eden, hemen hemen her Türkün alışkanlığıdır.
Mesela şu anda televizyonda Beşiktaş’ın, Göztepe maçını izliyorum.. İki takım da sahaya, ellerinde siyah pankartlarla çıktılar.. Sebep, Kırıkkale’de eski eşi tarafından, on yaşındaki kızının gözleri önünde boğazı kesilerek vahşice katledilen Emine Bulutcinayetinin toplum tarafından kınanması imiş.. Buna, Türkiye Futbol Federasyonu karar vermiş.. Zaten Hükümet ve Bakanlıklar da bu cinayetin kınanmasını üstlenmiş durumdalar.. Bu konudaki haberleri, televizyonlarda ve yazılı basında günlerdir izliyoruz..
TRİBÜNLERDEN 1 DAKİKALIK SESSİZLİK EYLEMİ
Maçın ilk düdüğüyle birlikte tribünler de, kendilerine düşen görevi yerine getirdiler ve Emine Bulut için 1 dakikalık sessizlik eylemi yaptılar. Emine Bulut’un 10 yaşındaki kızının feryadı olan “Anne lütfen ölme” sözlerini pankart olarak kulandılar..
İşte bu olay da bana Atamızı ve dolayısı ile annesi Zübeyde anayı hatırlattı.. Zübeyde anamızın çektiği acıları.. Acılarının son bulması için Selanik’ten Türkiye’ye kaçırılışını..
Bu olayı ben, SÖZCÜ Gazetesinin GÖZCÜ ismi ile çıktığı dönemdeki makale köşemde yazmıştım.. Ve o yazımı, COĞRAFYADA TARİH İZLERİ isimli kitabımda yayınlamıştım. Şimdi o yazımdan alacağım satırlarla olayı sizlere nakledeyim:
“Mustafa Kemal’in Sofya'da Ateşemiliter olarak bulunduğu sırada 19. Tümen Kumandanlığı'na tayin edilince (2 Şubat 1915), görev yeri olan Çanakkale'ye gitmek üzere İstanbul'a dönme emri almıştı.. O günleri Yüzbaşı Necati Bey şöyle anlatır: “Kaymakam (yarbay) Mustafa Kemal Bey beni buldu. Kendisi ile 1911 yılında Trablusgarp Derne'de birlikte İtalyanlara karşı savaşmıştık. Ben o zaman üsteğmendim. Mustafa Kemal orada komutanımdı.. Bana, bir ricası olduğunu söyledi. Rumca'yı bir Yunanlı gibi konuştuğum için, o sırada işgal altındaki Selanik'te olan annesi Zübeyde Hanım'ı İstanbul'a kaçırmamı istedi. Annesini yıllardır görmediğini, cepheye hareket etmeden önce onun İstanbul'a getirilmesini çok istediğini söyledi..”
Kendisine;
— Emriniz olur komutanım... cevabını verdim. “Sivil giyindim, kendime Yunanlı bir tüccar kimliği hazırlattım. Trenle Selanik'e gittim.Yunanlı bir fayton arabası ile anlaştım. Beni Selanik'e getiren trenin makinisti Türk'tü. Selanik dışında belirlediğimiz bir rampada treni yavaşlatacak ve Zübeyde Hanım'la beni makinist bölümüne alacaktı.
Gece yarısı Selanik'te Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Sok 75 numaralı evinin kapısını çaldım. Burası Mustafa Kemal'in doğduğu evin bitişiğindeki daha küçük bir evdi.
— Valide Hanım.. diye seslendim.
Arkamdaki arabacının Türkçe konuştuğumu duymasını istemiyordum. İçeriden sesimi çok iyi tanıyan Zübeyde Hanım,
— Necati sen misin? dedi ve kapıyı açtı. İçeri girdim.
— Hemen gidiyoruz. Sınırı geçinceye kadar hiçbir yerde konuşmayacaksınız. Gizlice kaçacağız.. dedim.
Ben aşağıya indim. Atın nal sesleri gecenin sessizliğinde duyulmasın diye ayaklarına çuval bağladık. Arabacı kimi kaçırdığımızı bilmiyordu. Biraz geciktikten sonra Zübeyde hanım geldi. Gecikmesinin sebebini: “Biriktirdiğim birkaç altınım vardı. Onları mantomun düğmelerinin içine diktim de onun için geciktim..” diye açıkladı. Trene bineceğimiz rampaya zamanında yetiştik. Zübeyde hanım 55 yaşında ve oldukça kiloluydu. Lokomativ iyice yavaşlayınca güçlükle bindirdim.
Makinist kömürler arasında ona yer hazırlamıştı. Zübeyde Hanımı oraya yerleştirdi ve üzerine de branda çekti.
Mevsim kıştı ve vagon, kömür ve karlarla dolu idi. Ben yolcu kompartımanına geçtim.
Zübeyde hanım:
— Sınıra daha çok var mı? Soğuktan donuyorum.. diye konuştu. Çaresizlik içinde idim ve elimden gelen bir şey yoktu. Çok üzülüyordum.. Neyse sınırı geçtik. İlk askeri garnizonda bizi bekliyorlardı. Buradaki subay ve erlerimizin Zübeyde Hanıma gösterdikleri coşkuyu tarif edemem. Komutanım Mustafa Kemal'in, yıllarca görmediği annesinin önünde, önce eğilip elini öpüşünü, sonra sarılıp koklayışını hiçbir zaman unutamam..”
Zübeyde Hanım, Beşiktaş Akaretler caddesindeki 76 no.lu eve gelmişti. Buradaki 84 no.lu bina ise Osmanlı Beşiktaş Terbiye-i Bedeniye mektebine (günümüzdeki Beşiktaş Kulübü) aitti. Burada Beşiktaş'ın subay ve milletvekili olan yönetici ve sporcuları kalıyorlardı. İki gün sonra Mustafa Kemal'in 19. Tümen'in kuruluşunu tamamlamak üzere Eceabat-Seddülbahir bölgesine gidişi sırasında buradan uğurlanışı da oldukça coşkulu oldu.
Ne diyorsunuz?
Bu yazımda bir taşla iki kuş vurmuş oldum değil mi?
Günümüzde “Atatürk Fenerbahçeli idi..” diyenlere karşı, Atatürk’ün Beşiktaşlı olduğunu da kısaca anlatmış oldum..
(*) COĞRAFYADA TARİH İZLERİ/ Yalçın Toker, Toker Yayınları http://www.xn--tokeryayinlar-gbc.com/ Tel.02126010035