Yaklaşan yerel seçimlerin kilit noktası olan İstanbul adayları konusunda en tartışmalı parti CHP olarak görünüyor.
Doğruluğu tartışmalı olsa da bazı anketlerde önde görünen Mustafa Sarıgül’e, ne CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ne de CHP’li yöneticiler sıcak bakıyor ama Sarıgül ismi Türkiye gündeminden de düşmüyor.
İlk bakışta tuhaf görünen bu paradoksun mantıklı açıklaması var aslında.
Kılıçdaroğlu; Sarıgül’ün partiye gelişini pazarlık meselesi yapmasını, aday olması halinde ilçe belediye başkan adaylarını belirleme talebini ve Sarıgül’ün liderlik hevesini her fırsatta, “Halkım beni nerede görmek isterse orada olurum.” şeklinde satır aralarına gizlemesinden rahatsız.
CHP Lideri ve yöneticilerinin araya koyduğu mesafeye rağmen Sarıgül isminin gündemde kalmasının en önemli nedeni müthiş PR gücü ve arkasındaki güçlü lobi desteği.
Sarıgül aslında çalışkan ve başarılı bir belediye başkanı ama sürekli kendisine 4 beden büyük yerlere talip olması patinaj yapmasına neden oluyor.
Üstüne bir de, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olurum” korkusu da eklenince, Sarıgül, ünlü bir ilçe belediye başkanı unvanının ötesine geçemiyor.
Saymaya çalıştığım tüm handikaplara rağmen Sarıgül boş durmuyor.
İstanbul’un birçok güç unsurunu Kılıçdaroğlu’na baskı için harekete geçirdi.
En son hamlesi de halen CHP’de ciddi bir gücü olan Deniz Baykal’a, adaylığına karşı çıkmaması için Aydın Doğan ve eski Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’ı göndermesi oldu.
Aldığım bilgilere göre Aydın Doğan, Bodrum’daki otelinde, yanında Hüsamettin Özkan’la birlikte Deniz Baykal’la iki saate yakın görüştü. Aydın Doğan’ın Sarıgül ısrarları karşısında çok bunalan Baykal bir ara ayağa kalkarak, “Aydın Bey lütfen artık Sarıgül konusunda görüşmek istemiyorum.” deyince, Doğan, Baykal’a, “Sakin olun Deniz Bey bu ne hiddet?” diye çıkıştı.
Baykal, “Aydın Bey, Sarıgül konusuna devam edecekseniz konuşmak istemiyorum bunu söylüyorum.” şeklinde Aydın Doğan’a tepki verdiğini öğrendim.
BAYKAL: HAYIR GÖRÜŞMEDİK!
Aldığım bu bilgilerden sonra Deniz Baykal’ı aradım. Baykal, “Hayır, böyle bir görüşme olmadı.” yanıtını verdi. Baykal’ın ketumluğunu bildiğim için ısrar etmedim. Deniz Beyin böyle bir görüşmeyi deşifre etmesi çok zor. Kendisine emanet edilen bir bilgi ya da görüşmeyi sızdırmaması Baykal’ın klasik özelliklerinden birisi.
DOĞAN’IN ÖZEL KALEM MÜDÜRÜ: HER YER KAMERA DOLU!
Baykal’dan sonra Aydın Doğan’ı aradım.
Doğan’ın özel kalem müdürü Arzu Karakadıoğlu, “9 Haziran’dan bu yana Aydın Bey Bodrum’daki otelinde kalıyor. Böyle bir görüşmeye ne telefonla ne yüz yüze şahit olmadım. Şayet olsaydı benim mutlaka haberim olurdu. Üstelik burası bilinen, kameraların dolu olduğu bir yer ama isterseniz Aydın Beye de sorayım.” diyerek Doğan/Sarıgül görüşmesini reddetti. Arzu Hanıma, “Sözlerinize saygı duyuyorum ama haber kaynağıma güveniyorum. Bu konuda Aydın Bey’in ne diyeceğini öğrenmek istiyorum.” dedim.
Arzu hanım Doğan’a konuyu ileteceğini ve bana döneceğini söyledi ama Aydın Doğan 48 saattir dönmediğine göre ya Sarıgül’e, “Bu haber nasıl sızdı?” diye sitem etmeye devam ediyor, ya da, “Allah bu gazetecilik mesleğini icat edenlerin belasını versin.” diye etrafa beddua yağdırıyor!
Ama bu haksızlık!
CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel’in Ankara Valisi Alaattin Yüksel ile ilgili TBMM Başkanlığına verdiği soru önergesi, CHP’nin neden iktidar olamadığının küçük bir özeti olmasının yanında, soru önergelerinin giderek meşru birer hakaret mekanizmasına dönüştüğünü ve bilgi kirliliği için bir araç olmaya başladığını da görmemizi sağladı.
Manisa Vekili olan Özel, Ankaralı CHP’li Vekilleri de çiğneyerek verdiği soru önergesinde, Vali Yüksel’in akıl ve beden sağlığını sorguladığı gibi, “Vali gezi olaylarında Türkiye sınırları içinde miydi?” şeklinde gayri ciddi bir soru sorarak kendine medyada yer bulma telaşına girdi. Ankara’da oturan ve gezi olaylarını yakından izleyen bir gazeteci olarak bu haksızlığa tahammül edemem.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yurt dışında olduğu, hatta bakanların bile Ankara’yı boşalttığı zaman, Ankara Valisi Alaattin Yüksel, gezi olaylarında 14 gün evine dahi gitmeden, makam odasında yatarak Ankara’da asayişi sağladı.
Vali Yüksel bir yandan devlet otoritesini sağlarken, diğer yandan gerginlik noktalarında arabulucu olacak kişileri bile tek tek kendisi belirledi. Meşru iznini bile gezi olaylarının tamamen bitmesinin ardından kullanan Yüksel’in gezi olaylarında en çok hoşuma giden tavrı, Ankara’da belki de en yetkili tek kişi kalmasına rağmen medyada şov yapmaya tenezzül etmemesi oldu.
Tıpkı, Ankara parklarını gece berduşlarından kurtaran projesi gibi. Tıpkı, Esenboğa’yı gübre kokusundan kurtardığı gibi. Tıpkı, Ankara dışından gelip parklarda yatan hasta vatandaşlara pansiyon imkânı sağlaması gibi. Tıpkı, Ankara’yı turizm kenti yapma projesi gibi. Yer darlığından yazamadığım onlarca icraatında Vali Yüksel medya şovuna itibar etmedi. Ve tüm bunların karşılığında bir milletvekili çıkacak, “Nasıl olsa devlet memurudur, sesini çıkaramaz.” düşüncesiyle başarılı bir valiyi üstelik de en haklı olduğu yerden vurmaya çalışacak.
O kadar da uzun boylu değil Sayın Vekil!
Ankara’da eften püften işlerden vaktiniz kalıyorsa siz Manisa’ya bakın!
Başkent’te asayiş berkemal…
Bulunmaz Türk kumaşı!
Futbol Federasyonu, ancak 3. Dünya ülkelerinde görülebilecek bir uygulamayla Galatasaray teknik direktörü Fatih Terim’i Milli takımın da başına getirdi. Onlarca Türk teknik direktöre, adeta, “Siz fasulyeden teknik direktörsünüz!” diyen, milyonlarca futbol izleyicisine, “nanik” yapan bu karara Galatasaray Başkanı Ünal Aysal nasıl onay verdi anlaşılır gibi değil. Buraya kadar yazdıklarım objektif doğrulardı. Gelelim sübjektif güzelliğe… Fenerbahçeli bir taraftar olarak, “Yaşasın Futbol federasyonu!” diyorum!
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…