Neresinden tutacağımızı bilemediğimiz bir dönemdeyiz oğlum.. Sen dört yaşındasın. Şimdi, bir resmi tamamladığında bahtiyarsın. Tutup ucundan kâğıdın, önüme serdiğinde; dünyayı çizdiklerin sanırsın. Bir de altın saçlarına değsin istersin avuçlarım. Şimdilik bu kadarsın..
Büyüdüğünde, dünyayı çizdiklerinin dışında gördüğünde yani;
Ben buralarda olmazsam, sana günler içinden bu günü anlatan bu yazı kalsın.
Halimiz beter oğlum. Yani memleketin, yani ovada biten ters lalenin, yani kadının, yani insanın, papatyanın yani, hayvanların.. Yani yüzüne bakamadığımız milyonların..
Hali beter bal renkli oğlum.
Ama bazı sofralar kurulu, bazı sofralar sanırsın İstanbul’u almış Fatih’in ruhu.. Sanırsın sofralar, yarın Cumhuriyeti ilan edecek Gazi Paşa’nın yurdu.
Yıl 2020 oğlum, Haziran ayındayız.
Ben otuz sekiz, sen dört..
Ajda Pekkan yetmiş beşinden gün aldı.. Konser verdi, iaşesi tastamam hesabına yollandı. Alamadı yevmiyesini garson Ahmet, yapamadı siftahını kasap Memet.. Ama aldı parasını tastamam yedi tepeli şehrimde uyduruktan konser veren herkes.
Karakoç’un dizdiği, Musa ustanın namelendirdiği Mihriban’ı öldürdü bir Demet.
Ben utanırım meze oldular yazıma, sen okumaktan utanma ama..
‘Her demet her demet, zalım felek..’ de.
Oğlum, Osmanhan’ım, iyi ki daha dört yaşındasın.
Ben otuz sekiz..
Televizyon zabiti Halk Bank’a.. Güreş tutanı Vakıf Bank’a yönetici oldu. Bilmeni istemezdim ama; Ensar diye bir vakıf var, onun yöneticisi de Türk Tarih Kurumuna Başkan oldu.
Bu kast sana oğlum, tüm akranlarına.
Gazeteciler tutuklanıyor;
Baban gazeteci değil, hiç olmayacak da.. Ama bak, bir gazete köşesinden mektup yazabiliyor sana.
Bu kadar hürriyet de az değil adam olana.
Oğlum, Osmanhan’ım, yarınları güzel olsun diye hem senin, hem ablalarının.. Ve tüm çocukların.. Ve ortası ‘mavi atlas döşeli bir beşik’ olsun diye tüm dünyanın, yazıyorum.
Ve herhangi bir coğrafyada, bir çocuk aç giriyorsa yatağına, sorumlusu sensin oğlum. Bunu hiç unutma.
İster parkecisi ol bir müteahhidin, ister bakkalı ol mahallenin, isterse cumhurbaşkanı ol bir milletin. Ve dünyada bir çocuk aç giriyorsa yatağına, sorumlusu sensin oğlum.. Bunu hiç unutma.
Hele ki mahallenin vebali, senin boynuna oğlum!
Haziran ayındayız, iki bin yirmi yılında.
Ben otuz sekiz, sen dört yaşında..
Yağmur var dışarıda, akşam.. Gök de gürlüyor. Ve boğuk hava ve karanlık ve haziran ayında..
İki bin yirmi yılındayız oğlum.
Bunu yazdım diye, üç beş gün.. Ya da ay.. Ya da yıl göremezsen beni..
İşte bunu hatırla.
Fazıl Say’ın yargılandığı, bir pehlivanın ekonomist olduğu dönemi hatırla.
Ve korkma oğlum.. Ve hiçbir şeyden korkma.
Şimdi bir hastane odasında uzanmış, yarım günlük ameliyattan çıkmış, hep dikine yaşamış deden gibi, korkma.
Onun adısın ya, babamın.. Osman’ım.. Han’ım..
Günün kutlu olsun.
Babam.