MHP’nin 10. Olağan kongresinde yeniden genel başkan seçilen Devlet Bahçeli’nin kazanmasında en kilit rollerden birisini Şefkat Çetin, diğerini de ülkücülerin, ‘efsane’ ismi Ömer Haluk Pirimoğlu oynadı. MHP’nin 2002’de baraj altı kalmasından sorumlu tutularak partiden uzaklaştırılan Çetin, Bahçeli’nin davetiyle döndüğü MHP’de başta İstanbul ve Konya olmak üzere Koray Aydın’a giden delegenin önemli bölümünü Bahçeli’ye yönlendirdi. Çetin, partiye gelmeden önce İstanbul’da 142 delegenin 100’ü Aydın’ı, 42’si Bahçeli’yi destekliyordu. Çetin’in müdahalesiyle bu oranlar tam tersi oldu. Konya’da 32 delegenin tamamı Aydın’ı desteklerken yine Çetin’in müdahalesiyle bu oran yarı yarıya Bahçeli lehine gelişti. Türkeş’in 11 yıl genel başkan yardımcılığı ve genel sekreterliğini yapan efsane MHP’li Ömer Haluk Pirimoğlu’nun Bahçeli’nin listesinde olduğunu öğrenen kararsız MHP delegesinin tamamına yakını oylarını Bahçeli’ye verdi. Bunların yanında Hidayet Kılıç gibi Mersin ve bölge illerde gücü olan isimleri de listeye koyan Bahçeli, kaybetme ihtimali olan bir kongreyi döndürmeyi başardı. Bahçeli ve Aydın arasındaki oy farkının azlığına dikkat ederseniz, Çetin ve Pirimoğlu’nun müdahalelerinin ne kadar hayati olduğu görülebilir. Pirimoğlu ve Çetin’in Bahçeli’ye olan hayati katkısının sosyolojik temelinde, her ikisinin de “hapishane görmüş ülkücüleri” temsil etme yeteneğinin olması yatıyor. Bahçeli’nin akademik/entel duruşuyla bilerek/bilmeyerek bloke ettiği çile çeken ülkücülerin önemli bir kısmı Pirimoğlu ve Çetin’in şahsında partiye geri döndüler. Buraya kadar tamam. Tamam olmayan şu; Bahçeli, partiden kovduğu insanlarla bile el sıkışırken, kendisine yalnızca, “Şu konulara dikkat et!” diye tarihi uyarı yapan ve bu uyarıları tek tek çıkan Mansur Yavaş gibi önemli bir MHP’liyi neden dışlıyor anlaşılır gibi değil.
Koray Aydın risk alamadı!
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin kongrede, “Ben de adayım. Bu yüzden fotoğrafımı kongre salonuna asmayın” tavrını çok beğendim. Beni şaşırttı. Buna karşılık, “Fitne amacına ulaşamamıştır” kelimesiyle Koray Aydın’ı hedeflemesine rağmen, “Hayır, onu kastetmedim” demesini de anlaşılmaz buldum. Çünkü, Koray Aydın’dan başka dişli rakibi yoktu! Koray Aydın’a gelince… Kazanabileceği bir kongreyi kaybetmesinin tek nedeni risk alamamasından kaynaklanıyor. Kongrede; niye, kime ve neden muhalif olduğunu dahi söyleyemedi. Anlıyorum; kongre salonunda slogan, beden dili ve sert bakışlarla psikolojik olarak ablukaya alındı ama liderlik dediğimiz olgu zaten riski göğüslemektir. MHP, kürsüyü ve yürekleri titretmeyene liderliği vermez. Tüm bunların üstüne MHP’nin hafızasını taşıyan isimleri de yanına çekemeyince Aydın’ın onca emeği boşa gitti.
Gönder müfettişi, bitir işi!
Baskı, ilgisizlik ve karartma çabalarına rağmen bıkmadan, usanmadan giderek şahsileşen Ankara’daki sağlık ayıbını yazmaya devam edeceğim. Kanser annesinin maruz kaldığı bürokratik oligarşiden dolayı Ankara Onkoloji Hastanesi yetkililerini, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Sağlık Bakanı’na yazılı şikayet eden İdris Kurt vakasında Sağlık Bakanlığı yetkililerinin takındığı tavır izah edilir gibi değil. Sağlık Bakanlığı, benim yazımdan sonra adeta inat edercesine Kurt’un şikâyetçi olduğu yetkililer yerine, vatandaş İdris Kurt’un memnun olduğu doktor hakkında teftiş yapmaya devam ediyor. Şu paradoksa bakın; Vatandaşın memnun olduğu doktor hakkında teftiş yapılırken, şikayetçi olunan doktorlar bir bir terfi ediyor! Bu haksızlığın arkasındaki devlet gücü mutlaka ortaya çıkarılmalı… Geçen yazılarımda sorduğum, “Akrabasını Bakanlığın önemli bir genel müdürlüğüne getiren Sağlık Bakanlığı yetkilisi kim? O genel müdürlüğe giden ödenek ne kadar? Bakanlık, o genel müdürlüğe de müfettiş gönderecek mi?” sorularıma yanıt verilemiyor! Bu soru zor geldiyse, daha basit sorular sorayım; Sayıştay denetimine tabi olmayan ve neredeyse Bakanlık bütçesine denk olan Hudut Sahiller Genel Müdürlüğü son yıllarda nerelere, neden ve kaç lira harcama yaptı? Bakanlık bunları kalem kalem internet sitesinde açıklayabilir mi? Devlet gücüyle gariban bir doktora çökmek kolay ama bu sorulara yanıt vermek zor! Sağlık Bakanı Akdağ’ın yukarıda yazdığım tüm bu haksızlıklara müsaade etmeyeceğine inanmak istiyorum!
İdam, mağdurun hakkıdır!
Yaşama hakkı kutsaldır diyerek idama karşı çıkanlar, “Ölen ölmüş, koyun mezara, gerisinden bize ne?” diyen zihniyettir. Öldürülenin hakkını diriler sağlar. Gerektiğinde idam meşru olduğu kadar aynı zamanda öldürülene ve insan hakkına duyulan saygının da gereğidir. Başbakan Erdoğan’ı bu konuda destekliyorum ama umarım bu fikrinden vazgeçmez.
Sefil tükeniş
Şantaj, tehdit, öldürme, yaralama ve elbette ruhunu birkaç gram şöhret için PKK’ya satan gazetecilerin katkıları, bazı siyasetçilerin aymazlığı yüzünden, Türkiye, yaş pastaya saplanan bıçağın bıraktığı ince izler gibi yavaş yavaş bölünüyor. Dünyada hiçbir ülke vatandaşı Türkiye gibi göz göre göre vatanının bölünmesini seyretmemiştir. Kolundan karısını götüren zorbaya da ses çıkarmaz bu zihniyet! Sadist bir alçalış, sefil bir tükeniş bu…
Talat Atilla/Güneş