MS 64’de Roma’yı Neron’un yaktığı söylenir.
Tarihin ön ezber yalanlarından birisidir bu Neron vakası.
Gerçekte, Roma yanarken Neron yangının kilometrelerce uzağında, deniz kenarında yazlık evindeydi.
Neron bırakın Roma’yı yakmayı, yangın söndürme çalışmalarına bile bizzat katıldı.
Tarih kitapları Neron’a bu iftirayı atarken aynı zamanda Neron’un dondurmayı icat eden bir mucit olduğunu da gizledi.
Tarih böyle bir şey.
Yalanı doğrudan daha gerçek söylemek gibi bir huyu var.
Yaşadığımız /yaşayacağımız her saniye tarih olmaya aday ama biz sanki tarihin bir parçası değilmişiz gibi ne kadar da kayıtsızız değil mi?
Neron da öyleydi ama koskoca Roma üzerine kaldı!
Aslında, “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” sözü Neron için de geçerli.
Neron’un Roma’yı yakmak istediğiyle ilgili şüphe, şehri yeniden kurmak istediğini Roma’nın ortasında beyan etmesinden kaynaklanıyordu.
Şöyle düşündü Roma’lılar, “Hımmm… Yeniden yapmak ha! Kesin onun işi!”
Ve tarihin cilvesine bakın ki, binlerce yıl sonra Roma’lı Neron’u, Yozgat’lı Talat aklamaya çalışıyor!
Merak buyurmayın, Türk tarihi de farklı değil.
Menderes’i, Deniz Gezmiş’i, Nazım Hikmet’i, Necip Fazıl’ı önce hain, sonra heykellerini diken bir tarihe sahibiz.
Şunu çok merak ediyorum;
Yaşanıp-bittikten sonra AKP iktidarı tarihte yerini nasıl alacak?
Çeteleri temizleyen bir halk iktidarının destanı mı, ilizyonu güçlü bir simülasyon mu?
Hayat bir sonuç, sonuçların en iyisi de kazanmaksa;
AKP’nin başarısız olduğunu iddia etmek, “dünya dönmüyor” demekle eşdeğer.
Ayrıntılara fazla takılırım.
Başbakan Erdoğan’ın balkon konuşmasında gözden kaçan en önemli unsur, Dünya’nın hiçbir demokrasi kültüründe balkon konuşmasının olmaması…
Üçüncü dünya ülkeleri, ya da az gelişmiş toplumlara has bir özelliktir balkondan halka seslenmek.
Bu fikri Erdoğan’a kim verdiyse, göz kamaştırıcı zaferini şimdi değilse bile tarih önünde gölgeledi. (Tabi demokrasi devam edecekse!)
Balkon varsa, aşağıdakiler de vardır.
Oysa demokrasi eşitlerin birinciliğini tarif eder.
Tarihin beni kayıt altına almaya değer bulacağını sanmıyorum ama yanılır da alırsa, “Bu adam ne kadar da saçmalamış” demesinden de çok korkuyorum!
Tombala gibi bir tarihimiz var çünkü!
Çek ve çıkar!
Değer mi hiç?
Medya tarihine biraz meraklıyım.
Basın tarihimizde bu kadar paradoksu içinde barındıran bir dönemi bilmiyorum.
Salt iktidar baskısından söz etmiyorum.
Daha gerçekçi bakıyorum.
Yandaşlık dediğimiz kavram bu iktidara özgü, yeni icat edilmiş bir olgu değil ki.
Mesut Yılmaz’dan, Çiller’e kadar hepsinin yandaşlık kavramında parmak izleri var.
Dünün öksüz çocukları olan sağ medya, ya da muhafazakar medya diyelim; Bugünün büyük gücü oldu.
Şunu diyebilirsiniz;
“İyi de hiçbir zaman medya bu kadar yandaş olmamıştı!”
Evet, doğru. Doğru da;
Hiçbir iktidar da bu kadar güçlü olmamıştı…
Geçmişte merkez gazetede sağ tandanslı birisini çalıştırmak cesaret isterdi, bu gün tersi.
Ekmek parası için rolünü oynamak zorunda kalanlara, ya da içselleştirerek gazetecilik yapanlara sözüm yok.
Tüm kızgınlığım paraya/pula ihtiyacı olmadığı halde burjuva özentisi, şöhret müptelası olan yeni yetme, liberal ama sanki muhafazakar kesime de can suyu veriyormuş pozuna giren gazetecilere.
Bir poz kesmeler, bir naylon edalar, 3. sınıf bakışlar, 5. sınıf ses tonlarıyla sanki muhafazakar medyaya meşruiyet veriyormuş havaları sinirlerimi bozuyor.
Ve muhafazakar medya da, bu sirk cambazlarını baş tacı ediyor.
Hala mı eziksiniz kardeşim?
İşte meydan sizin!
Sizi savunanlar, sizin değerlerinizi değil, gücü kutsadıkları için evinizde podyuma çıkıyorlar.
Bir de kendilerini merkezde tarif eden ama her ne hikmetse, merkez dışında her yerde gezinenleri var.
İşte bunlarla baş etmek neredeyse imkansız.
Tüm renkleri ezbere bildikleri için, renk değiştirdiklerini hissedemezsiniz bile.
Ne zaman yazar, ne zaman Ankara temsilcisi, ne zaman yayın yönetmeni olduklarını gözlemleyecek zamanınız bile olmaz.
Olurlar!
Sabundan kaygan, zeytinyağından hızlı akarlar.
“Mühim adam olma sendromu”ndan ancak ölünce kurtulabilirler.
Bazen de tarih onların gerçek yüzünü yaşarken yazar ve biterler!
Kafanızı çevirip bakın lütfen;
Ankara temsilcileri ve yayın yönetmenlerinin tamamına yakını dar ve orta gelirli ailelerin çocuklarıdır.
Elbette hepsi bir çaki olarak doğmadılar.
Özünde çoğu sıradan ve iyi insanlardı.
Şöhret ve para tutkusu bağımlığından önce…
Geldikleri yerde tutunmak için daha da savruldular.
Ve ortaya bugün ki Türk medyası çıktı.
Entel virtüözden arabesk şarkılar dinliyorsunuz!
Savrulmak, dilim dilim olmak, göz göre göre tükenmek ne demek;
Ertuğrul Özkök’e bakın yeter.
Bir çok yazısında ısrarla şunları yazdı, “Ankara’da bodrum katında bir evimiz var. Bir gün her şeyimizi kaybedersek oraya gideriz diye asla satmıyoruz…”
Ki o Özkök’ün mal varlığının zekatı bile birkaç aileyi ömür boyu refah içinde yaşatabilir.
Tatminsizlik o kadar hararetli ki, Özkök için gündemden düşmekle, balkondan baş üstü düşmek aynı ayarda.
Soluğu bir magazin programında jüri üyesi olarak aldı.
Doz arttırmadan yaşayamaz halde.
Komik duruma düştüğünü bilecek kadar zeki ama hayatta kalmasının, gündemde kalmasına bağlı olduğuna inanıyor.
Finali böyle olmamalıydı.
Özkök’ü güç sarkacından nehir kenarına savuran da eski Ankara temsilcisi oldu.
Şişelerin dibine dibine vurması, kendisini magazin programlarına atması bu yüzden.
Üstelik efsane olmaya bu kadar yakınken…
Yozgatlı gazeteciler
Serhat Yılmaz isimli okurum mail göndererek Yozgatlı gazetecileri sıralamış ve sizlerle paylaşmamı talep etmiş. Kendisini kırmayalım ve bir dip not da biz iliştirelim;
Türkiye'deki ilk Türk gazeteci Yozgat doğumlu Çapanzade Agâh Efendi'dir.
Türkiye'deki ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval'ı da yine kendisi çıkarmıştır.
Taha Akyol
Saygı Öztürk
Metehan Demir
Ahmet Hakan
Talat Atilla
Ekrem Dumanlı
Dua
Mevlamın, “Duanız olmasa ne işe yararsınız ki?” sözleri ne kadar muhteşem değil mi?
Ben bu sözlerin kuvvetini en son babamda yaşadım.
Makinaya bağlanmış ve doktorlara göre de dilim varmıyor ama ümit kesilmişti.
Dualar istedim dostlarımdan.
Sağolsunlar lütfedip, dua ettiler.
Çok ağladım.
Sabahlara kadar.
Rabbim dedim, “Kaderi yazan sensin. Arzu edersen tekrar yazarsın. Ömrümden ver ama babamı alma. Kaderde yazılıysa, lütuf ve kereminden ver.”
Ve o dualarla; kemik hükmündeki kurumuş bir ağaç nasıl kadife gibi yapraklar çıkararak yeniden canlanıyorsa, babam da öyle canlandı.
Dua eden, katkı veren herkese minnettarım.