Geçen hafta, “İmralı Tutanakları kesinlikle BDP tarafından parti kararıyla sızdırıldı.” diye yazmıştım. 4 gün önce BDP lideri Selahattin Demirtaş, “Tutanakların partimiz tarafından sızdırıldığı anlaşılmıştır. Salı günü (bugün) grup toplantısında ayrıntısıyla anlatacağım.” dedi. Şimdi diyeceksiniz ki, “İyi de, partisinin sızdırdığını kabul ediyor ama senin yazdığın gibi parti kararı olduğunu söylemedi…”
Şimdi anlatacaklarımı okuduktan sonra belki bu sorunuzu geri çekeceksiniz!
Konuya ön girişi, “Siz, yeryüzünde tüm hakikatleri olduğu gibi söyleyen bir siyasetçi gördünüz mü?” diyerek yapalım ve esasa geçelim.
Yani, BDP Liderini bu açıklamaya mecbur hale getiren sürecin nasıl geliştiğine…
İmralı tutanaklarının Milliyet’te yayınlandığı bilgisi Başbakanlık bürokrasisine gece geç saatlerde, sabaha karşı ulaştı. Başbakanlık çevrelerinin verdiği bilgiye göre, Başbakan Tayyip Erdoğan, haberi okuduktan sonra çok hiddetlenerek, kurmaylarına, “Barışı istemeyenleri bulup deşifre edin. Ben baldıran zehiri içerim diyorum, birileri evcilik oynuyor. Bu çocukların ölmesinden mutlu mu oluyorlar? Allah’tan korkmuyor mu bunlar? Bu nasıl pis bir siyaset, bu nasıl pis bir gazetecilik?” şeklinde tepki verir.
Erdoğan’ın bu sert konuşmasından sonra kurmayları İmralı tutanaklarının nasıl ve kimler tarafından sızdırıldığını araştırmaya başlarlar.
İlk veriler ilgili Bakan’a ulaşır.
Bakan’a gelen bilgilere göre BDP yönetimi İmralı tutanaklarını bilinçli bir şekilde Milliyet’e sızdırmış, bu sızdırmada birkaç kişi rol almış, son aşamasında ise basında yazılanların aksine Altan Tan değil, BDP Milletvekili Pervin Buldan kilit rol oynamıştı.
Üstelik ilgili Bakan’a bu bilgileri aktaranlardan birisi de, gazeteciydi...
Bakan, aldığı bu bilgileri Başbakan Erdoğan’la paylaşır. Başbakan Erdoğan’ın birkaç kez kamuoyuna, “Gazeteciler bu sızmayı biliyor. Onlar açıklamazlarsa, biz açıklarız.” demesi de tam da bu yüzden.
Çemberin daraldığını gören BDP Lideri Demirtaş nihayet, “Salı günü (bugün) açıklama yapacağım” dedi ama bu sızdırmada Milletvekillerinin olmadığının altını çizmeye çalıştı.
Fotoğrafın tamamına bakınca bu sızdırma işi birilerine ihale edilerek, yol kazası örtbas edilmeye çalışılıyor.
Peki, iktidar partisi buna itiraz eder mi?
Emin değilim ama itiraz edeceğini sanmıyorum… Sızdırmanın adresinin belli olması iktidar partisi için şimdilik yeterli. BDP bundan sonra yol kazalarına (!) devam ederse, isimler o zaman gündeme yeniden gelebilir diye düşünüyorum.
Süleyman Soylu siyasi değil, adli bir vaka’dır!
Sol siyasetin hafızası CHP ise, sağ siyasetin hafızası da Demokrat Parti’dir.
Türk siyaseti, uzun bir süre bu iki büyük çınarın demokrasi oksijenini solukladı.
CHP’ye nazaran DP’nin öyküsü daha trajik gelişti. Genel başkanlarından birisi asıldı, bir çoğu hapise, bir kısmı siyaset mezarlığına, bir kısmı da mahkeme kapılarına düştü.
Bu büyük tarihin son süvarisi DP Genel Başkanı Gültekin Uysal ziyaretimize geldi.
Uysal, henüz 35 yaşında. Bilkent Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi mezunu. Lisans eğitimini ABD Texas Eyaleti’ndeki Houston Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde yaptı. Uysal’la yaptığımız sohbet, kamuoyunun gündemini meşgul eden eski DP Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun usulsüzlük iddialarına dayanınca, Uysal’a şu soruyu yönelttim;
Siz her ne kadar AKP ile aynı kan grubundan gelmiyoruz deseniz de, sizin partinizde Genel Başkanlık yapmış olan Süleyman Soylu AKP’ye geçti, genel Başkan Yardımcısı oldu ve AKP’lilerden daha koyu bir şekilde Erdoğan’a bağlandı. İnsan doğal olarak düşünüyor. Sizi de bir gün AKP saflarında görür müyüz?
DP Başkanı, bu soruya canının sıkıldığını belli eden bir tonlamayla yanıt verdi;
“Bu soruya muhatap olmayı bile kendi adıma da geleneğimiz adına çok ciddi eksiklik sayarım. Ama maalesef ortada böyle bir vaka var. Dolayısıyla ister istemez parti tabanında da kamuoyunda da böyle endişelerin dillendirildiğini görüyoruz. Bizim için ölçü bellidir. Siyasi ikbal peşinde değiliz. Kendimiz için fırsatlar yaratmaya çalışmıyoruz. Cemil Meriç’in dediği gibi kendi basit menfaatlerini hakikat zanneden gafiller çıkabilir. Dün başka şeyler söyleyenlerin bugün tam tersi şeyler söylemesi toplumsal anlamda siyasetin de inandırıcılığını zedeliyor. Siyasi alana virüs bulaştıran bu unsurları ne aklın ne de vicdanın kabul etmesi mümkün değildir. Zaten partimiz kongrelerinde bu değerlendirmeleri yapmıştır. Bahsi geçen kişiyi kırat sırtından atmıştır. Partinin genel başkanı olarak başka bir partiye geçmiş değildir.”
Süleyman Soylu döneminde partide bazı yolsuzluklar yapıldığı kamuoyuna yansıdı. Bu gerçek değilse, Soylu’ya ayıp, şayet gerçekse, bu ayıp tüm Türkiye’ye karşı yapılmıyor mu?
Bu konuda sübjektif yorumlar yapmak yerine hakem heyeti olarak verdiği kararlara hepimizin itibar etmemiz gereken mahkemelerin verdiği kararlar var. Şimdi Yargıtay aşamasında. Mahkemenin verdiği karar bir usulsüzlük yapıldığı yönündedir. Süleyman Soylu’yu siyasi bir vaka olarak değerlendirme yapma gereği duymuyorum. O Adli bir vakadır.
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…