Hükümet ve cemaat arasındaki kavga, son operasyonla, geri dönülmez bir sürece girdi.
Başbakan, Bakan çocukları ve banka genel müdürüne operasyon yapan iradenin hedefinde, kendisinin olduğundan şüphesi yok.
Hatta, geçmişte, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı tutuklamaya yönelik eylemden bile daha kızgın olduğunu düşünüyorum.
Bazen usul, esası karartır.
Bu operasyonda yapılan usul hataları, esasın önüne geçti.
İnsanın beden dilinin, sözlerinin önüne geçmesi gibi.
Bir kaç gündür, başka bir gösterimle dejavu yaşıyoruz;
Ergenekon operasyonunda olduğu gibi ortalık gerçek olup-olmadığı bilinmeyen materyallerle dolu.
Hükümetten gizli, medyaya açık!
Görüntüler şayet doğru ise;
Gözaltına alınanların bir bölümünde ciddi problemler olduğu görülüyor ama hükümetten gizli, medyaya açık yapılması, operasyonun iyi niyetini gölgeliyor.
ABD Kongresi’nin hedefinde olduğu bilinen Halk Bankası Genel Müdürü’nün rüşvet olduğu iddia edilen paralarını, tüm dünyaya göstermek yerine, yalnızca mahkeme başkanına sunmak, daha doğru olmaz mıydı?
Bu operasyonun dikkat çekici başka bir yanı;
MİT'in bile haberi olmadı.
Operasyonu, MİT'ten bile gizleyebilecek ustalıkla icra etmek için çok ciddi bir organizasyon gerekir.
Varmış!
Açıkça yazıyorum;
Birilerinin usulsüz yolla kazanacağı paranın bekçiliğini yapmak onursuzluktur.
Bunu yapacağıma kalemimi kırar, giderim…
Daha da ötesi;
Bu operasyon, devlet sırrı gibi saklanmayıp, ortalığa belgeler saçılmasaydı; mahkeme, zanlıların suçunu ispatlamış olsaydı, emeği geçen herkesi bu köşede alkışlardım.
"Hükümetin haberi olsaydı, engellenirdi" itirazını gerçekçi bulmuyorum.
Çünkü; hükümet bu operasyonu engelleseydi bile, rüşvet olduğu iddia edilen materyallerin tümünün kopyaları çekilerek, medyaya dağıtıldığında, maksat yine hasıl olurdu.
Tıpkı; Kasetlerin dağıtılması gibi!
Bunun, hükümete bir had bildirme operasyonu olduğu açık.
Cemaat&hizmet adına düşünen stratejik zekanın hata yaptığını düşünüyorum.
Daha yukarıdan, hatta bilimsel bakalım;
Diyelim; Hükümet haksız, cemaat yüzde yüz haklı.
İyi de;
“Kötü dediğimiz bir olguya, kötülük yaparsak, kötüden farkımız kalır mı?”
Erdoğan, İsrail kadar da mı değerli değil!
Açıkça yazıyorum;
Ben, milli eğitimin gerekli reformları yapmadan, dershanelerin kapatılma&dönüştürülmesi fikrini realist bulmuyorum ama şayet bir cemaat üyesi olsaydım;
Dershanelerin kapatılması hoşuma gitmezdi ama Fethullah Gülen Hoca'nın, "İsrail dahil devlet otoritesine itaat edilmesi gerekir" sözlerinden ilham alarak;
"İsrail otoritesine bile itaat etmem gerekiyorsa; topraklarında namaz kıldığım Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na imaj suikastı yapmam." derdim.
Cemaat&hizmet; geçmişte dışlanan, devlet düşmanı olarak tanımlanan, sıradanlığı ve mazlumluğundan güç alan, bu mazlumluğunu inanç dünyasıyla güçlendiren, çileyi iyi tanıyan bir yapıydı.
Kime ait olursa olsun;
Emeğin boşa gitmesine üzülürüm.
Cemaat; kaşıkla topladığını, kepçeyle boşluğa fırlatıyor.
Bu operasyonun, sosyal, yazılı ve görsel medya ile eş zamanlı gerçekleştirilmesini, kendi tabanına bile anlatmakta zorlanacaktır.
Bu öyle bir hata ki;
Kasasından milyon dolarlar çıkan bürokratlara bile; toplumun önemli bir kesimi, Erdoğan’a duyduğu sevgi nedeniyle sahip çıkabilir.
Tersten okuyalım;
Hükümet, “Bizi mağdur duruma düşürün, oyumuz artsın” dese, ancak bu kadarı yapılabilirdi.
Başbakan Erdoğan’ın bu süreçten güçlenerek çıkacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.
Kısmen haklı olunan bir süreçte, ancak bu kadar haksız duruma düşülebilirdi.
Bu operasyon; Erdoğan açısından, masadaki diplomatik ve siyasi seçenekleri kaldıran bir gelişmedir.
Bundan sonra göğüs gögüse vuruşacaktır.
Başbakan’ın en güçlü olduğu zaman, mazlum olduğu andır.
O şimdi operasyona uğramış bir mazlum…
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…