İktidar, siyasi hayatının en büyük riskini göze aldı ve çözüm sürecini başlattı.
Bazı can sıkıcı gelişmeler olsa bile sürecin başlamasından sonra büyük can kayıpları olmaması memnuniyet verici.
İktidarın büyük, BDP&PKK unsurlarının neredeyse sıfır risk aldığı süreç, zaman zaman derin PKK, bazen de devlet içine odaklanmış unsurlar tarafından provoke edildi ama kesintiye uğratılamadı.
Çözüm süreci gündeme geldiği zaman; kişisel görüşüm, bu sürecin nazikliğini BDP siyasetinin yeterince içselleştiremeyeceğini ve süreci kendi siyasi argümanlarını kuvvetlendirmek için kullanacağı yönünde oldu.
Süreç, devlet inisiyatifi ile başladığı için ve akamete uğraması halinde ciddi problemler yaşanacağını düşündüğüm için kişisel rezervlerimi tarihe gömdüm.
Çünkü, bu süreci akamete uğratarak, Türkiye’yi karıştırmak isteyen unsurların hareketlenmelerinin giderek arttığını düşünüyorum.
Daha da ötesi;
Türk milletinin hassasiyetlerini kaşıyarak, iktidar unsurlarını devirmek/bloke etmek için sokak çatışmalarına zemin hazırlamak isteyen hücreler, devlet için hala yakın bir tehdit.
Gezi olaylarına, Kürt hareketini katamayan güç unsurları, süreci akamete uğratarak Kürt ve sürecin gelişmesine göre Türkleri sokağa dökme niyetlerinin halen diri olduğunu düşünüyorum.
İktidarı sandıkta devirme umudunu giderek kaybeden unsurların, kaos ortamını kendileri için yükselen dalga yapma arzuları bitmedi.
Devlet, Devletin şahsında hükümet, hükümetin şahsında Türkiye, elini taşın altına koydu.
O taşın ağırlığını giderek arttırmak, parmağı koparmaya yeltenmek olur.
BDP, artık devletin aldığı riski paylaşmalıdır.
BDP içinde kişisel yıldızlarını parlatmak için tabanlarını bileyleyen unsurlar, devletin yaptığı fedakarlık ve riskin boyutlarına artık empati yapmalıdır.
Türkiye’nin üniter yapısının (Allah korusun) bozulması halinde en büyük ve kalıcı sıkıntıyı Kürt vatandaşlarımız yaşayacaktır.
Kalü Bela’dan bu yana kardeş olanları, bu Dünya’nın beş paralık nefsi şehvetleri düşman yapamaz.
Allah varlığımızı ve birliğimizi sonsuza kadar muhafaza etsin.
*Bu yazı Talat Atilla'nın Güneş Gazetesi'ndeki köşesinden alınmıştır...