Nedenini bilmiyorum ama kar yağarken içimi müthiş bir mutluluk kaplar. İnsan bazen hiç neden yokken mutsuz olur, hatta bedbin olur ya, tam tersi bir durum… Derininde yatan sebep nedir hiç düşünmedim ama bu yüzden kışın kar yağmasını bekler, özlerim. Diğer taraftan aklıma mutlaka karda kışta yuvasız, aç-açıkta olanlar gelir; burulurum. Hayat daima çok yönlü. Pürüzsüz, devamlı mutluluk yok. Mutluluğun renkleri var, o renkleri veren de sorunlar, sıkıntılar… Galiba…
Salı akşam üstü Kızılay civarında bir görüşmem vardı. Çıktığımda her taraf karla kaplıydı ve Ankara trafiği felç vaziyetteydi. İki toplantım daha vardı ama iptal etmek zorunda kaldık. Normal zamanda 15 dakikada gidebileceğim evime 3 saatte gittim. Eve erken gitmekte güzel oluyor. (21.00 için erken diyorum) Yemeği evde yemeği seviyorum. Bu bakımdan kar ve yemekten kaynaklanan iki mutluluk üst üste iyi oldu. Notebbook bilgisayarımda ofisimde kaldığı için çalışma yapamadım, yazımı yazamadım, mecburen birkaç saat televizyon izledim. Yalnız evde televizyon izlerken bir şeyi bir kez daha fark ettim ki, biz toplumu bozmak için yayın yapıyoruz . Üzülerek tekrar hatırladığım bu durumu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bizim televizyonları, özellikle televizyon haberlerini her gün izleyerek normal kalmak mümkün değil. Normal anormal, anormal olan ise normal gösteriliyor… İnsan hayatı çevresinden öğrenir. İnsanoğlu taklitçi ve yaratıcılığı olan bir varlıktır. Çevresinde gördüklerinden, yaşadıklarından etkilenir. Televizyonlarda gördüklerinden de eğer motive olmuş ise aynen yaşamış gibi etkilenebilir. Öğrenmenin 3 yolu olduğu söylenir; 1-Görsel 2-İşitsel 3-Hissel-Duygusal. Toplumda çoğunluğun öğrenme şekli görseldir. Televizyon, görsel alanda çok önemli bir araçtır. Bizde maalesef hayatı normal gösteren, soluk almayı, sağlıklı olmayı, güzelliği, iyi olmaktan mutluluk duymayı öğreten dizi, haber, program hemen hemen yok gibi... Herkes ya kahraman, ya olağanüstü yaşantıya sahip. Başına garip olaylar gelenler, garip tepkiler verenler normal... Yoksa çıkarıp ayakkabısını fırlatan ünlü olur mu, “zırt-pırt alkollü evime gelir” diyenler kahramanmış gibi takdim edilir mi?
Hadi dizileri anladım; izletmek için abartmak zorundalar ama haberlere ne oluyor? Aynı haberi farklı kanallarda izliyorsunuz, farklı şeyler anlatılıyor ve farklı sonuçlara ulaşıyorsunuz. Tam bir bilgi bombardımanı ve bilgi kirliliği var. Buna en fazla da siyaset sebep oluyor ve siyaset kullanıyor. Ve de tabi ki kullanılıyor. Tekrar söyleyeyim, çok vahim çünkü, siyaset kullanılıyor. (Tahmin edin bakalım kullanan kim?)
Bu tarz yayın politikası yada politikasızlığı sonucu, benim gibi belli bir yaşa gelmiş olanlar neyse de özellikle gençler zor durumdalar. Erkek çocuklar ya futbolculara ya kurtlar vadisi tiplerine özendirilirken, kız çocuklar ise ya mankenleri ya dizi oyuncularını örnek alıyorlar. Makulü, aklı, ahlakiliği, dürüstlüğü, bilim adamı/kadını olmayı, mutlu olmasını bilmeyi, normal insan olmayı teşvik eden yayın anlayışı maalesef oluşmamış.
Yayın politikasındaki garabet en yoğun olarak ta siyaset camiasını etkiliyor. Baksanıza son zamanlarda siyasetin tartıştığı aile sigortası dışında kalan tüm konular tam dizilik. Çapkınlıklar, rüşvetler, dedikodular… Vatandaşta bu tarza çok yatkın. Ne de olsa alıştırıldı tabi…
Biraz netameli bir konuda yazdım. Bazı yorumcularımız “Buna benzer örnekler her ülkede var, ayakkabı fırlatan, taciz edildim diyen her ülkede ünlü olur” diyebilir. Doğrudur ama her ülkede bunları yapanlar iyi-olumlu ünlü olmaz, kötü-olumsuz, tasvip edilmeyen ünlüler olurlar. Adamı yerin dibine sokarlar. Bizde “Reklamın kötüsü olmaz”, “Para kazanda nasıl kazanırsan kazan”, “İlk gün pezevenk ikinci gün beyefendi olursun”, “Ünlü ol da nasıl olursan ol”, “Gemisini yürüten kaptan” kuralları geçerli. Var mı Allah’tan korkan, kuldan utanan, inancına iman katan?
Kısaca, toplumsal ahlak anlayışımızda medyadan çokça kaynaklanan bir garabet var demek istiyorum. Bilmem anlatabildim mi?