Yerel seçim sonuçlarının siyasi partiler açısından demlenmesi, analizi, üzüntü ve sevinci bir hafta sonra geride kalacak gibi.
Gibi diyorum, çünkü, muhalefet partilerinin seçim sonuçlarından Gezi çıkarma gayretleri olduğuna dair bazı güçlü işaretler geliyor.
Muhalefet, seçim sonuçlarının geç açıklandığını ve bazı seçim bölgelerinde hak gaspına uğradığını iddia ediyor.
Seçim sonuçlarının bazı yerlerde tek oyla kazanıldığını ölçü alırsak, seçime gölge düşecek bir yanlışlığın olmadığını düşünmek mümkün.
Buna rağmen sandıklarda eksiklik, yanlışlık varsa, YSK’ya yapılan itirazların sonuçları beklenmeli.
Sandık, devletin namusudur.
YSK’nın tarafsız olduğu, hatta bugüne kadar, hükümetin hoşlanmayacağı kararlar verdiği de göz önüne alınırsa, YSK’nın hükümetin etki alanı içinde olmadığı rahatlıkla görülecektir.
Muhalefet liderlerinin, Türkiye’yi yeni bir gerilime itmesi, fay hatlarındaki çatlağa bir çentik daha atmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Merak etmeyin;
Sandık tartışması bittiğinde de, Türkiye gündem sıkıntısı çekmeyecek.
Siyaset, ilk nefes aldığında, “Cumhurbaşkanı kim olacak?” tartışmasına kilitlenecektir.
Aday sıkıntımız yok!
Başbakan Erdoğan’dan, Abdullah Gül’e, Meral Akşener’den İlker Başbuğ’a uzanan bir düzine adaya yenileri eklenecektir.
Tüm bu isimlerin arasında, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ismi dikkat çekici.
Bu durum bana, Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in seçildiği dönemi hatırlattı.
Sezer de Anayasa Mahkemesi Başkanı’ydı.
Türkiye yönetilemez hale getirildi ve Sezer, Cumhurbaşkanı oldu.
Haşim Kılıç, hemşerimdir. Ayak oyunlarına alet olmayacak kalibrede onurlu bir insandır.
Kılıç’ın şahsından bağımsız hazırlanan karadeliklerin kokusunu alıyorum.
İnşallah yanılırım!
Ne çok komünist varmış!
30 Mart yerel seçimlerinde, siyasal tarihimiz açısından bir ilk yaşandı.
Finişi, Tunceli Ovacık’ta Türkiye Komünist Partisi (TKP) yaptı.
Tunceli’nin siyasi refleksleri açısından büyük bir sürpriz değildi ama nedense, bazı siyasetçi ve gazeteciler, fena halde şaşırdılar.
Daha doğrusu sevinçlerini, şaşkınlıkla kamufle etmeye çalıştılar.
TKP’nin de, TKP’ye gönül verenlerin de sevinmeleri doğal.
Sonuçta, sandıktan çıkan halktır.
Beni şaşırtan, anlı şanlı gazetecilerin, televizyon ve köşelerinde attıkları sevinç çığlıkları oldu.
Şunu anlarım;
TKP’nin küçük bir ilçeyi kazanması, seçimin sıra dışı bir rengidir.
Ve bu renk, siyah beyaz renklerin arasında, sohbete bir çeşni olabilir.
Hepsi bu kadar.
Ama öyle olmadı.
Ciddi kabul edilebilecek köşe yazarları bile, “TKP bu modeli geliştirirse, iktidar partisine alternatif olur.” yorumlarında bulununca, koptum!
Sanırım, komünizm duygusu, bir kez bünyeye yerleşince, ömür boyu hapis kalıyor.
Uyuyan bir hücre gibi, deep freze atılı bir şekilde bekliyor.
Hadi buna da insani bir duygu diyelim.
Toplumu yönlendirme kabiliyeti olan insanlar, güç olgusundan bağımsız bir şekilde, duygularını, ütopyalarını muhafaza edebilirler ama siyasal fantezilerini, kamuya açık alanlarda, realitenin bir parçasıymış gibi sunmaları, kendilerini dinleyenlerin zekalarına hakaret değil mi?
İnsan, müebbete mahkum duygularla, objektif olabilir mi?
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…