Dardadır eşin.
Ya da dostun, ya da hısımın, ya da akraban..
bi’ el, demiştir sana..
Bir el.
Naçar kalmış, bi’ el istemiş senden.
Uzatmışsın elini, önünü arkasını; yarın kalkıp da ‘yapmasaydın.’ diyeceğini düşünmeden.
Ölümcül bi’ hastalığın tam ortasında, girişmişsin ucu belli olmayan bir savaşa.
İnsan demişsin, yaşama hakkı demişsin, güneş demişsin, mavi demişsin: Bir mevtanın çocuklarına o soğuk koridorda son nefesinden bahsederken, dudaklarının ucu seğirmiş.. Eve varınca izlemişsin, yastığında görebilmişsin anca suratının kırışlarını.
Gözlerini kaçırmışsın gidenin oğlundan, kızından ya da.
‘başınız sağolsun’ demişsin.
Bin kere bu zul sahneyi deneyimlemişsin..
(Ayrıca; ‘insanın babası ölür mü doktor? Cahil cahil konuşma.’
O ayrı bir yazı konusu, neyse..)
Demişsin ki bin kere, kalmışsın ki zorunda:
‘başınız sağ olsun..’
Sağlığına kavuşan hastayı uğurlarken dans etmişsin doktor efendi. O nefes tekrar alındığında; ki senin oksijeninden araktır bir kısmı da: çak! yapmışsın hemşire hanımla, ya da sağından solundan avucunu havaya ilk kaldıran kim varsa.
İsyan etseydin o en çetrefilli zamanda; iki katı zam istiyorum maaşıma.
Deseydin.
Çatır çatır alırdın, sen de bunu bilirsin.
Ama;
Dememişsin.
Beyaz günler demişsin, sağlık demişsin, mavi demişsin, Hipokrat demişsin, ant demişsin; yaşamak be usta, insanca yaşamak ne güzel demişsin;
Duymadıklarımızdan, görmediklerimizden başka..
Giymişsin beyazlarını; o servisten diğerine ölümüne mücadele etmişsin, uyduruk bi’ maskeyle..
Layık görmemişler bile ağzına N95 denen üç kuruşluk bezi, sayıyla göndermişler; ekonomiye senin de katkın olsun diye.
Hakkınız demişler.. Hakkınızı ödeyemeyiz.
Can derdinden arta kalan zamanda, istirahat edecekken kızından, oğlundan, eşinden, ya da başkaca sevdiklerinden ayrı:
‘ödersiniz.’ demişsin. ‘şartlarımızı iyileştirin.’
Ama: ‘yok yook, ödeyemeyiz.’ demişler, kulağının üstüne yatıp, duymazlıktan gelmişler.
Nazım’ı okumuşsun o an; dişlerini, gözlerini, yumruğunu sıkıp. Okumuşsun Nazım’ı yutkunup:
‘Yaşamayı ciddiye alacaksın.’
Demişti o. Ve eklemişti..
Hem de o derecede, öylesine ki. / Meselâ kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda; / Yahut kocaman gözlüklerin, / Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda. / İnsanlar için ölebileceksin. / Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için.
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, / Hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde./
Geçtiğimiz hafta; ilk Sağlık Bakanı artık maskeye lüzum kalmadığını söyledi.
Sonra sayın cumhurbaşkanı açık konuşmayı sevdiğinden bahsetti. Dedi ki özel sektöre giden, gitmek isteyen doktorlar için: varsın gidiyorlarsa gitsinler..
‘buralar boş kalmaz, merak etmeyin.’
Yurt dışı dahil, arkasına bakmadan kaçmak isteyen kim? Korkuyla, cezayla, umutsuzlukla, yıldırarak yaşatılan gençlik kimin?
O genç doktorun maaşının sekiz bin lira olduğunu şimdi mi öğrendin?
Yönettiğin ülkede yoksulluk sınırı 15 bin 139 lira.
Yoksulluğa mahkûm edilmiş genç doktor şu demokratik rejimde Kapıkule’yi geçmeden: Hakkımı ödeyemediniz; zehir zıkkım olsun hakkım. Boğazınıza çakılsın!
Nasıl desin?
Bugün tıp bayramı..
Biz, buyurduğun gibi: bir, iki, üç, tıp.
Sayın Reis’im.