Aslında hiç de aklımda yoktu…
Emin Çölaşan Turktime’ı ziyaret ettiğinde “Kitap yaz, eminim yazacağın kitap çok ilginç olacaktır. Neler vardır yaşadığın kimbilir? Tarihe not düş.” dedi.
Muhtemelen Çölaşan’ın içinden “Tarihe geçemedin, geçeceğin de yok. Bari tarihe not bırak.” demek geçmiştir ama, nezaketinden diyememiştir…
Kitap yazma fikri ağır bir karar…
Ya tarihe sadakat göstereceğim, ya da dengeleri gözetip, “Aman bardak, çanak kırılmasın” diyeceğim…
Zor bir karar…
Kararımın ne olacağından emin olamasam da, yazmaya başladım.
Basmaya karar verirsem, kesinlikle sansürsüz olacak…
5N1K’sı tam olacak…
İçimdeki ses şunu söyledi; Kitapları her zaman mühim insanlar yazacak değil ya, biraz da sıradan insanlar yazsın…
Kıyamet mi, kopar?
Kitap yazma duygusu insana biraz da “Senin ömrün nasıl geçti?” dedirtiyor.
Sahi, benim ömrüm nasıl geçti?
Ne feci bir soru değil mi?
Avuçlarından uçan kuşları saymak gibi bir şey…
Bir çırpıda aklıma neler geliyor, neler?
Daha 12 yaşındayım…
Küçüğüm yani.
Vakit; 12 Eylül’den kısa bir süre önce…
Terör her yerde…
Annem’le babamın ayrıldığını öğreniyorum.
Rahat ağlamak için dışarı atmışım kendimi.
Kahverengi küçük bir kediye ekmek veriyorum.
Ne olduğumu anlamadan 20’li yaşlarda 3-4 kişi karşıma dikiliyor;
“Türkeş’in ayakkabı numarası kaç lan?..”
Derdim dünyadan büyük, bana sorulan soruya bak?
-Ne bileyim lan?
Dayak yiyorum...
Taş atıyorum arkalarından, gelip, yine dövüyorlar…
Ekmek bir tarafa, ben bir tarafa, kedi başka tarafa…
İlk dağılışım bu oldu hayatta…
Anladım ki, dayak böyle bir şeymiş…
(Sonra öğrendim; Türkeş’in ayakkabı numarası 42 imiş!)
.Filmi hızlı sardırıyorum…
Ankara Kolej kavşağındayım…
Cumhurbaşkanı Kenan Evren geçiyor önümden…
Şaka olsun diye Kenan Evren’e kapalı şemsiyeyi gösteriyorum.
Evren bunu silah zannediyor, korkuyor, arabanın içine pısıyor.
Motorlu korumalar silahla kovalıyor beni…
Kaçarken, gülüyorum…
.Hayatımın bir başka sahnesinde karşıma Turgut Özal çıkıyor…
Turgut Özal Başbakan…
Özal, Medya patronları dahil hiç kimseye randevu vermiyor…
Bunu bilen yazı işleri müdürüm Erdağ Çağatay,”Git, Özal’la görüş, gazeteci olduğunu anlayalım” diyor.
Turgut Özal’la görüşmek için Ankara il binasının dolabına saklanıyorum.
Korumalar beni suikastçı zannediyor. Özal’ın beni tanımasıyla son anda vurulmaktan kurtuluyorum… Çekilen silahlar, kılıfına konuyor, ropörtajı yapıyorum!
.Çiller çıkıyor karşıma başka bir kavşakta…
Celal Bayar Köşkü’nde görüşüyoruz.
Beni davet eden o, yüzüme bile bakmayan yine o.
Geriliyorum.
İçimde insani intikam planları uçuşuyor.
Nihayet, yarım saat sonra beni hatırlıyor küçük odasında.
“Halk beni nasıl görüyor?” diyen Çiller’e, danışmanının yanında, “Sizi Türkiye’nin en güvenilmez lideri olarak görüyorlar. ” diyorum.
Bir hareketlenme oluyor ve orası karışıyor!
.Kader bu sefer de beni İstanbul Üsküdar’a sürüklüyor.
Başbakan Erdoğan’ın çalışma ofisindeyim. Ofisin üstünde evi var.
Erdoğan’ın yasaklı günleri…
Sonradan Milletvekili olan bir arkadaşımla evinde geçmiş olsun ziyaretine gidiyoruz…
1 saati aşkın kuracağı partiden söz ediyor…
Bugün kurduğu AK Parti’nin neredeyse tüm koordinatlarını bize açıklıyor.
Ve orada Erdoğan çok sürpriz bir jest yapıyor bana!...
.Felek yine pusuda…
Aleyhinde haber yaptığım bir siyasetçi, tanınmış bir bayan tv sunucuyla bana tuzak kurması için anlaşıyor ama o sunucu “Sana kıyamadım” itirafıyla beni kurtarıyor…
.Kader bu sefer de “Kovun” talimatı veriyor benim için…
AK Parti’nin tanınmış siması ile yazdığım bir yazı nedeniyle çok şiddetli tartışıyoruz.
“Gösteririm sana gününü” diyor telefonda…
“Hadi bakalım!” diyorum…
O, galip geliyor…
Kovuluyorum…
.Hayat devam ediyor…
Geç vakitte telefonum çalıyor.
Arayan Başbakan’ın danışmanı.
Başbakan’ın yakınıyla ilgili ertesi gün çıkacak bir haberden bahsediyor.
Gazete yetkilisini arıyor ve dağıtıma hazır gazeteler çöp kutusuna atılıyor.
O çok önemli haber kuşa çevriliyor…
.Hayatımın başka karesinde “ihtiras ve kıskançlığı” tanıyorum…
İdari bir göreve gelmem, "Bir gün yükselirsem, milyon dolarlarım olur" diyen bir gazeteci tarafından engelleniyor.
Kaderin ilginç bir işi, benim önümü kesen gazetecinin önünü ben açıyorum!
Üstelik o gazetecinin verdiği bilgilerle!
Hayatımın bu noktası beni halen güldürüyor ama, medya dünyasını şoka sokacak!
İlk anda aklıma gelenlerin, küçük satırbaşlarını yazdım…
Velhasıl, bir ömür böyle "Boş' geçti…
Okunur mu bilmem ama başkalarının hayatı "Dolu" geçsin diye sanırım bir kitap yazacağım.