CHP Olağan Kongresi’nden önce Milletvekilleri toplantısında 50’ye yakın vekil söz alarak Kemal Kılıçdaroğlu’na, “Listeyi yazın, yazdıklarınıza biz oy veririz.” diyerek destek vermişlerdi. Hatta blok liste bile öneren oldu. İşte bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun listesinde yer almadıkları halde, “liste delen, delmeye çalışan” milletvekillerini hoş karşılamıyorum. Kılıçdaroğlu’na en baştan, “Bu demokrat bir yarıştır. Güçlü olan kazanır” dense, bu son derece normaldi ama bir genel başkana çalışma arkadaşı olmak için dayatma yapılmasını yanlış buluyorum. Yani CHP’liler genel başkanlarının arkasından iş çevirme geleneğini yine bozmadı. Ankara ve İstanbul gibi illerde pek sorun yoktu ama mesela CHP Sakarya teşkilatının önemli bir bölümü kongreye bile gelmedi. Herkesin elinde başka bir çarşaf listeyle dolaşan CHP’lilerin görüntüsü hiç şık olmadı. Önümüzdeki dönemde biri yerel olmak üzere iki seçim, bir de Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleşecek. Bu seçimlerdeki sonuç CHP ve Kılıçdaroğlu’nun kaderini belirleyebilir. Başarının uzmanlıktan ve uzmanların da siyasetçi kalibresinden geçtiğine inanırım. Bu görüşlerimi de CHP kurultayından bir hafta önce TV8’de Erkan Tan’a konuk olduğumda dile getirmiştim. Bu sözlerimin doğruluğunun ispatı bizzat Kılıçdaroğlu'dur. Kılıçdaroğlu da siyasette uzmanlığı ile yükseldi. O yükseliş onu İstanbul adaylığı ve liderliğe taşıdı. Kılıçdaroğlu sonraki iki yılda o kadar çok şey yaşadı ve sert badireler atlattı ki; artık kişilerin ve olayların kodlarını çözdü diye düşünüyorum. Genel Merkez’deki Özel Kalem Müdürü’nü değiştirerek başlattığı süreç, MYK’ya yeni isimlerin taşınmasına kadar uzandı. Kılıçdaroğlu’nun atamalarda kumar oynamayacağını düşünüyorum.
Bu kadarı ayıp ama!
Geçen hafta, “Vaziyet budur Sayın Başbakanım” başlığı ile Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde mağdur edilen hasta yakınlarıyla ilgili köşe yazısı kaleme aldım. Yazımda, belgelerin yanında mağdurlarla konuşmamı ve bu konuya Başbakan Erdoğan’ın ilgisini de aktarmıştım. Konuyla ilgili çok sayıda yetkili aradı. Medeni bir şekilde konuştuk. Hatta Ankara İl Sağlık Müdürü mağdurların isimlerini istedi. Tam mağdurların listesini göndermek üzereyken mail kutuma Ankara İl Sağlık Müdürlüğü’nden nezaket kurallarını zorlayan bir basın açıklaması düştü. Açıklamada, yazdığım konuların doğruluğuna itiraz yoktu. Teknik açıklamaların her satırı çelişki doluydu. Mealen, “kurumumuzda kanser hastalarına öncelik veriyoruz. Bu yüzden bu mağduriyetlerin olması normal. İşini düzgün yapan hekime zorluk çıkarmayız” deniyordu. Gerçekten inanılır gibi değil bu açıklama. Kurum içinde kimin haklı kimin haksız olduğu umurumda bile değil. Ortada mağdurlar var. Canları yanıyor. Bu mağdurlar, gazeteciden, Başbakan Erdoğan’a kadar feryat ederek dertlerine çare arıyorlar. Beni ilgilendiren yanı bu… Anlamadığım şu; Şu an askeri ve üniversite hastaneleri dahil, hastalar, “Sen kansersin” denilerek onkoloji hastanelerine mi gönderiliyor? Tüm hastaneler kendi imkanları ölçüsünde radyoterapi ve kemoterapi uygulamıyor mu? Bu mantığa göre onkoloji hastanesine kanserle alakası olmayan yüzlerce doktor, asistan, klinik şefi atanırken, Sağlık Bakanlığı suç mu işlemiş oluyor? Şayet, Onkoloji ve diğer hastanelerin yönetmeliğinde, “Kanser hastası dışında, hasta tedavi edilemez” şeklinde bir yönetmelik varsa bunu görmek isterim. Başbakan Erdoğan’ın, “Hiçbir hasta hastanelerden geri çevrilmeyecek” talimatı ve Başbakanlığın yazdığım bu konuya özel hassasiyetine rağmen bu satırların yazarına adeta racon kesilmesini etik dışı buluyorum. Diplomasi ambalajına sarılmış raconları misliyle iade ediyorum. Haksız mıyım Sayın Başbakanım, haksız mıyım Sayın Bakan?
İlginç istifa
Avrupa Birliği’nden sorumlu Bakan Egemen Bağış’ın yardımcısı Prof. Dr. Hasan Nuri Yaşar kısa bir süre görevinden istifa etti. Aldığım bilgilere göre Prof. Yaşar istifa mektubunda, “Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla geldiğim görevimden, Başbakan’ın talimatıyla ayrılıyorum” diye yazarak, adeta Bakan Egemen Bağış’a, “Sen muhatabım değilsin” demek istemiş. Yardımcılığını yaptığı bakanı dahi muhatap kabul etmeyen bir profesör, iyi ki istifa etmiş. İstifa mektubu tek kelimeyle ayıp…
Avea kaybetti, Polis kazandı
Avea 400 bin polis abonesine yasal faizle birlikte 16 milyon lira para ödeyecek. Sabit ücretin tüfe endeksine göre yapılmaması nedeniyle açılan davada karar çıktı. 4 yıllık yargı maratonunu emniyet kazandı. Avea, abonesi olan polis ve ailelerine para yerine ek konuşma süresi ile 1 GB internet önerdi. Ancak, polisler bu teklifi kabul etmedi. Emniyet ile Avea arasındaki kurumsal sözleşme 28 Nisan 2013’de sona erecek. 245 bin kişilik polis teşkilatının eş, çocuk, anne ve babasıyla birlikte en az 500 bin abone potansiyeline sahip olması Turkcell, Avea ve Vodafone gibi GSM şirketlerinin ilgisini çekiyor.
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…