Geçenlerde Anıtkabir’deki 30 Ağustos törenine Genel Başkanım Kılıçdaroğlu ile katıldım. Ata’nın ve tüm şehitlerimizin manevi huzurundaydık. Diğer protokol erkanının ellerini sıkıp yerimizi aldık. En son Cumhurbaşkanı da geldi o da bayramımızı kutlayıp yerini aldı. Tören başladı. Cumhurbaşkanı elimizi sıktıktan sonra yerine geçerken çekilen bir fotoğraf karesi sosyal medyaya konu olmuştu. Neden muhalefet olarak ellerimiz önümüzde veya yanımızda imiş, rükuda veya hazırolda gibiymişiz vs. (Devlet Bey, Meral Hanım ve ekipleri de benzer durumda) Herkes düşünmeden aklına geleni yazmış, içindeki öfkeyi kusmuş. Halbuki o karede ilk dikkat çeken Erdoğan’ın ayaklarının dolanması. Çok dikkatli bakmazsanız hangi ayağı sağ, hangisi sol ayırt edemiyorsunuz. Ancak bunu görmek istememişler bize öfke yöneltmişler. Atatürk ve şehitlerimizin manevi huzurunda ve katılmamız gereken bir törende veya ülkemizin öyle-böyle seçilmiş Cumhurbaşkanı karşısında resmi bir günde elimiz cebimizde duracak kadar terbiyesiz değiliz ama kim bunu görmek istiyor ki… İstenen farkında olarak veya olmadan hepimizin zavallı olduğunu söylemek… Sadece biz parti yöneticilerinin değil tüm Cumhuriyetçilerin, Atatürkçülerin, çağdaşlaşma yanlılarının aşağılanması bu aslında…
Bu olayı şahsileştirerek yazmadım, bir örnek olduğu için anlattım. Benzer şekilde hemen her gün sosyal medyada birçok olayla karşılaşıyorum. İktidarın dış ve ekonomi politikalarını eleştiren bir twit atıyorum örneğin garip bir şekilde itiraz bizimkilerden geliyor; “Muhalefeti beceremediniz”, “Yenildik”, “Kaybettik”…
Ne ilgisi varsa?
Sebebin sadece son 24 Haziran Seçimlerinde alınan yenilgi olduğunu kimse bana söylemesin. O kadar basit değil. 24 Haziran son damlalarla bardağı taşıran bir olaydı. Asıl sebep yıllardan beri gelen korkular ve yenilgiler… Tüm bilinen gelişmeler sonucu “Bir daha seçime katılmayacağım” noktasına gelmek basit bir konu değil… Politik psikolojik bir vaka…
Peki, neden bu umutsuzluk ve kötümserlik?
Yanlış bakış ve korkular…
Bence kaybetmedik kazandık… Siyasal İslamcılar kaybetti…
Kazanmayı sadece dar anlamda partinin kazanması olarak anlıyorsak haklılar ama mücadelemiz çağdaş değerlerimiz için değil miydi?
Siyasal İslamcılar çok zarar verdiler ama Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık hedefi hala bu ülkenin hedefi değil mi?
Biz, çağdaş değerlere bağlı olanlar, inancında bile İslamın dediği gibi aklı esas alanlar asla çoğunluk olmadık ama hala düşüncemiz iktidardan indirilemedi, görmüyor musunuz?
Siyaset Müslümanları iktidara geldikleri zaman korkumuz laiklik başta olmak üzere çağdaş değerlerin yok edilmesi değil miydi? Yaşam tarzımız, eğitim sistemimiz, Cumhuriyet tarihimiz neyi eleştirdilerse yerine bir şey koyabildiler mi? Sadece son atanan bakanlara bile bakarsanız Siyasal İslamcıların dışlanmış, kaybetmiş olduğunu görürsünüz. Sorun demokrasimizin, devlet yönetimimizin ve toplumun son derece tahrip olmasına dönüşmüş. Sistem, güçler ayrılığını yok edip, binlerce yıllık Türk devlet geleneğinde olan başbakanlığın kaldırılması, hukukun ayaklar altına alınması ile demokrasiden oldukça uzaklaşmış ve bir Ortadoğu rejimine dönüşmüş. Toplumda, alt kimliklerin ön plana çıkarıldığı bir Ortadoğu toplumuna dönüştürülmeye çalışılmış. Ancak bunlar daha farklı sorunlar… Bunlar en baştaki kaygılarımızdan daha farklı konular…
Karşımızda yüzyıllardır Anadolu’da unutulmuş, ihmal edilmiş, hatta küçük görülmüş bir toplum var ve bu toplum Cumhuriyetle yönetmeyi ve irade kullanmayı öğrendi. Bu toplum henüz kırsaldan kente gelmiş, eğitimini, kentleşmesini, gelişimini tamamlamamış özellikler taşıyor ve yoksul. Tarihini bilmiyor ve sahip olduğu değerlerin farkında değil. Bu kesimin üzerinde başka İslam toplumlarında olduğu gibi oyunlar oynanmış dış güçlerce… Ve bu toplum kesiminin başına yıllarca planlanarak birileri getirilmiş… BOP eş başkanı olmuşlar, görevler almışlar. Medya, para ve uluslararası destekle bu kesim siyasi bir güce dönüştürülmüş ve iktidar yapılmış.
Değerli Zülfü Livaneli’nin cümleleriyle, “Sorun onu iktidar getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu Müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur.
Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değerlerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan, yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lümpen proletarya olarak tanımlanmış bir kitledir bu.”
Bu kitle Ortadoğu ülkelerinde ki gibi kimlik politikalarına ve kutuplaşma bataklığına sokulmuştur dış güçlerce…
Partiyi geçtim…
Hangimiz hırsızlıklarını, yolsuzluklarını, yanlışlıklarını anlatmadık?
Hangimiz kaç kişiyi inandırabildik bu kesimde?
Hangimiz dış politikadan, devlet yönetimine, ekonomiden, hukuksuzluklara kadar rezaletleri anlatmadık?
Hangimiz kaç kişiyi inandırabildik bu kesimde?
Hangimiz ahlaksızlıkların, milli-manevi değerlerin, kültürel birikimin, hatta dinimiz olan İslamın anormal derecede yıpratıldığını anlatmadık?
Hangimiz kaç kişiyi inandırabildik bu kesimde?
Aslında yaşanan rezaletleri, ihanetleri, yanlışlıkları anlatmağa gerek mi vardı?
Her şey apaçık değil miydi?
Eğer, bilime inanıyorsak, siyasetin temelinde sosyolojinin olduğunun farkında isek bu toplum kesiminin ancak zaman içerisinde kentleşmesini tamamlayarak ve eğitim alarak siyaseten değişebileceğini kabul etmek zorundayız. Farkında olmamız gereken bir gerçek var ki Cumhuriyet değerlerimiz yıkılmamış, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolundan çok teşebbüs edilmesine rağmen sapılamamıştır.
Kaybeden siyasal İslamcılar olmuştur. Bu durumun en iyi o kesimin yazar-çizerleri farkındadır. Bu bahsettiğim siyasal organizasyonun hedefleri bugün kendilerini kurtarmaya dönüşmüştür ama ülkeye de çok zarar vermiştir, vermektedir.
Ancak, sayımızın azlığına, oyumuzun düşüklüğüne rağmen başarılı olan biziz, henüz zafere ulaşmamış olsak ta mağlup olan seçimleri kazanmalarına rağmen onların ideolojileridir, savunduklarıdır… Neredeyse tüm savları alt-üst olmuştur…
Biz kazandığımızda, o kesimle birlikte Türkiye kazanacaktır. Hep birlikte kazanacağız…
Şimdi hep birlikte önümüzdeki seçime odaklanma zamanıdır…
Lütfen bu yazımı bir parti yöneticisinin savunması olarak almayınız.