Son haftalarda salı ve çarşambalarımın yoğunluğu nedeniyle perşembe yazılarımı yazamamam gelenek oldu. Yine özür diliyorum. Fakat, çok stresli ve ağır sorumluluğu olan bir dönemden geçtiğimizi kabul edin. Bu sorumluluk ve çok çalışma gereği, aile ve özel yaşantıma ait bazı aksamaları da beraberinde getiriyor.
Bazı konular vardır ki, siyaset üstü olmaları gerekir ama maalesef günlük siyasetin yapışkanlığından kurtulamazlar. Şu “Kürt Sorunu” veya şu günlerin “İmralı Süreci” denilen konusu da öyledir. Konu devletin ve tüm toplumun sorunu, yani ulusal bir sorun ama sanki partilerin sosyal sigorta yaklaşımı imiş gibi ağırlıklı olarak bir siyasi rekabet üslubuyla tartışılıyor. Konu tabi ki tartışılacak ama aklıselim bir tarzda ve akil insanlarca tartışılmalı. İktidar ve muhalefetten siyasilerin konu ile ilgili son bir aydaki saçmalıklarına bakın ne demek istediğimi anlarsınız… Hele en son bir BDP’li milletvekilinin söylediği bir söz var ki var ki tam olarak alt beynimize ait düşünceleri ortaya çıkarıyor: “Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz. Haddinizi bileceksiniz. Oradan gelip, hele dağdan gelip bağcıyı kovma hakkına sahip değilsiniz. Hiç kimsenin bir tek halka hakaret etme hakkı yoktur”
Bu sözleri geçen Perşembe akşamı Plan ve Bütçe Komisyonu’nun sabah başlayan yoğun bir gününden çıkıp Genel Kurul’una katılınca işittim. Kürsüdeki BDP milletvekili –ki deneyimli ve en aklı başında olanlardandır- sonradan twitterla özür dilediğini gazetelerden okuduğum bu sözleri söyleyince çok üzüldüm ve şaşırdım.
Bunlar nasıl sözler?
Tam olarak sinsi, ırkçı ve bölücü bir yaklaşımı yansıtmıyor mu?
Ben Kafkaslardan gelen bir aileye mensubum. Osmanlı döneminde Osmanlı olan, Osmanlıya bağlı olan, Osmanlı kaybedince “93 Harbi”nde Anadolu’ya gelen, Çanakkale’de, Balkanlarda şehitleri olan, Kurtuluş Savaşı’nda mücadele etmiş, Cumhuriyet’in kurulmasına destek olmuş bir ahfadın uzantısıyım. Bu devlete ve topluma birey olarak kendimi borçlu hissediyorum ve Türk olmaktan da gurur duyuyorum.
Ben bu ülkenin sahibi değilmişim, öylemi?
Peki, Ülkenin sahibi olmak için ne gerekiyor?
Bu vatan “Toprağın kara bağrında sıradağlar gibi duranlar”a da ait değilmiş, öylemi?
Türkiye’nin Doğu’sunu da, Batı’sını da, her köşesini iyi bilirim. Çok ayrımcı laf duydum, doğulu şöyle batılı böyle, Karadenizli bilmem ne, İzmirli bilmem ne… Her yere adapte edilen “Olmayasın üç beldenin birinden; şurası, burası, orası, ille de şurası”… Bunlar her ülkede benzerleri olan kültürel olarak nitelenebilecek cümlelerdir. Ancak, TBMM kürsüsünden ifade edilenler, negatif bir kültüre ait değil tamamen siyasi ve ırkçı bir anlayışın ürünüydü.
Bu ülkede neden anlayamam; birileri kendini Anadolu’nun, birileri Cumhuriyetin, birileri dinin, birileri devletin sahibi sanıyor. Şimdide birileri tüm Kürtlerin sahibi olma iddiasında…
Anadolu Cumhuriyetle birlikte farklılaştı. Muhakkak ki devrim tamamlanmadı ama önemli bir noktaya geldi. Kürtler hariç tüm topluluklar kültürel ve siyasi anlamda “Türk” oldu, kaynaştı, ulus oldu. Kürtlerin de önemli bir bölümü bu kaynaşmada yerlerini aldılar ama küçük de olsa bir bölümü şiddetle itiraz ediyor.
İnsan olarak haklarıdır, anlıyorum ama bu noktada bir itirazım var: Bu saatten sonra ayrılma, ayrışma veya uzaklaşma hakkımız, olanağımız yok. İmkansız bir şey bu. Onun için “Kürt Açılımı”ndan da ümidim yoktu, “Oslo Süreci”nden de, şimdi de “İmralı Süreci”nden. Açıklaması çok zor ama şunu demek istiyorum. Sorun şimdi görüşüldüğü veya anlaşıldığı şekliyle bir siyasi veya idari tasarrufla çözülebilecek gibi değil. Özerk veya federal hatta bağımsız bir yapı kurulsa dahi sorun çözülmüyor. Türk-Kürt o derece biri birine geçmiş… Ayrıca, Kürtler artık tek bir coğrafyada değiller, hep beraberiz ve Türkiye’nin her yerindeyiz. Özerk, federal veya bağımsız yapı toplumda ayrılık, dargınlık, kırgınlık ve düşmanlık yaratmaz mı? Bu kırgınlıklar hepimizi bireysel ve toplumsal düzeyde etkilemez mi? Sorun siyasi veya idari değil, toplum sorunu, gönül sorunu… “Sen, beni istemiyorsan ben hiç istemiyorum” sorunu…
Bu kafayla devam edersek analar ağlamaz, analar en büyük savaş tahrikçisi olurlar…