Her zaman söylerim; Şöhret bir yakıştırmadır.
En şöhretli isim bile evinde yalnız olduğu zaman şöhretli değildir.
Birileri “Aaaa… Bak o!” demedikleri sürece, şöhretlerini algılamaları bile mümkün değil…
Şöhret; Yaldızlı, boş bir tabak…
İçinde hiç bir şey yok…
Çok şöhretli bir çok gazeteci; bu kuru, tanımsız, boş şöhret için yaşarlar…
Basın tarihine geçmiş, ya da geçmeye namzet gazetecilerin bir çoğu ile ne yazık ki tanışırım!
Çok azı dostum, bazıları arkadaşım, bazıları da yalnızca tanıdığımdır...
Şunu gördüm;
Çok şöhretli olmak için, arkada ciddi bir enkaz bırakmak gerekiyormuş.
Büyük şöhretlerine rağmen, karakterlerini koruyabilen tanıdığım kadarıyla yalnızca birkaç tanedir…
Kamuoyu tarafından bilinen ünlü bazı gazeteci dostlarımı değerlendirme dışı bırakarak bir fotoğraf çekmem gerekirse...
Kendileri için yaşıyorlar; ötekilerini “Fani”, kendilerini “Ölümsüz” sanıyorlar…
Üstelik bu acınası hallerinin farkında bile değiller…
Deşifre edilmekten korktukları kadar şeytandan korkmuyorlar…
Şöhretlerine gelecek toz yerine, kalplerine hançer saplanmasını tercih edebilirler…
Çoğunun ortak noktası; Geçmişlerindeki ezikliği, şöhretle unutmak…
Şöhret ve güce aynı anda sahip olanları; En tehlikelileri...
İyi gibi görünmeye harcadıkları enerjilerinin yarısını, "İyi adam" olmaya harcamazlar…
Kendilerini sevmeyenleri asla sevmezler…
Kredilerini mezara saklarlar…
Bir başkasına yardımcı olmak fikri bile onları ürkütmeye yeter ama, yardımcı oluyormuş gibi yapmaya da bayılırlar…
Taşra siyasetçisinin kurnazlığına sahiptirler.
Her daim enselerinde kamera varmış gibi rol yaparlar.
Genelde zengindirler…
Zenginlik sebepleri olan tehdit ve şantajın bir numaralı düşmanı gözükürler…
Karşılarındaki her insanı otomatik olarak etkilediklerini, yönlendirdiklerini kabul ederler…
Şöhretleri ve güçleri bittiğinde toplumda “Çuval” muamelesi göreceklerini bildikleri için;
Şöhret ve güç için hayatlarını ortaya koyarlar…
Savundukları fikirleri değişkendir…
Güçlü neyi savunuyorsa; Çaktırmadan onları savunurlar…
Dost eleştirisinden bile nefret ederler ama; Bunu da hissettirmemeyi becerirler…
Kendilerini çiçek, iltifatı su gibi görürler…
Kendilerini her gün iltifat suyu ile yıkamayanlardan şüpheye kapılırlar…
Her türlü kandırmanın “master” ını yaptıkları için;
Kolay kolay kandırılamazlar…
Zavallı olduklarını bilirler ama, bunu anlayanları affetmezler…
40 yıllık sahne sanatçısına taş çıkartacak kadar iyi rol yaparlar…
Beden dillerini, ses tonlarını o kadar iyi ayarlar ki; Robert De Niro onları tanısa "Bu iş bu kadar yapılır" diyerek sinema kariyerini noktalardı…
DTP
DTP devletle dalga geçiyor.
Barış diye diye Türkiye’yi savaş alanına çevirdiler.
Bu basitlikten lezzet aldıkları gibi, utanmıyorlar da…
DTP’li tek bir yetkili “Kürt meselesi aslında şudur” diyemiyor.
Ağızlardan çıkan kem/kümlerin anlaşılır tarafı yok.
Öcalan’ın kaprislerine hapsettikleri yol haritaları her gün değişir gibi görünse de aslında net;
Bölücülük…
DTP’liler devleti taciz ederek stres atıyorlar…
Terörizmi oyun gibi görüyorlar…
Belli ki; Gidebilecekleri yere kadar gitmek isteyecekler.
“Barış istiyoruz” derken bile gözlerindeki ateş, dikkat çekici.
Ne bekliyorlar acaba?
Dünya devi Türkiye Cumhuriyeti, onların elinde oyuncak mı olacak yani?
Her gün televizyon başında onurumuza attıkları çentikleri saymamızı mı bekliyorlar?
Nereye kadar?