Her bir bilim dalının kendine mahsus kavramları mevcuttur.
Mesela Tıp biliminde, Türkçe kelimeler yanında binlerce Latince kelime mevcuttur.
Sosyolojinin, ilahiyatın, iktisatın, hukukun kendine mahsus kelimeleri vardır.
Bu kavramların bir kısmının sözlükteki manası ile ilişkili olduğu bilim dalındaki manaları farklı olabilmektedir. Bazen de aynı kelimenin farklı bilim dallarındaki manaları da değişebilmektedir.
Mesela, poliçe kelimesinin Ticaret (Kıymetli Evrak) Hukukundaki manası ile Sigorta hukukundaki manası farklıdır.
Ticaret hukukunda poliçe, bir kambiyo senedi ve kıymetli evraktır. Poliçe, üçlü bir ilişkiyi düzenleyen bir kambiyo senedidir. Senedi düzenleyen, diğer bir kişiye, poliçede ismen gösterilmiş olan kimseye, belirli bir bedeli ödeme emri verir.
Sigorta hukukundaki poliçe, sigorta şirketi ile sigorta ettiren/sigortalı arasında yapılan bir sözleşmedir.
Anayasa Hukukunun da kendine mahsus kavramları vardır. Bu kavramların mümkün olduğunca belirgin olması arzu edilir. Anayasa metinlerinde, Anayasa hukukunda kullanılan kavramlar harici kavramların kullanılması, zaruret olmadıkça uygun karşılanmaz. Hele ki, belirginlikten uzak olan kavramların kullanılması hiç arzu edilmez.
Mesela, laiklik, cumhuriyet, hürriyet, demokrasi, monarşi, üniter yapı, federal yapı, yasama, yürütme, yargı, yargı bağımsızlığı, siyasi partiler, seçim, ivedilikle görüşme, öncelikle görüşme vb. kavramlar, esasen Anayasa Hukukunda kullanılan anayasal nitelikli kavramlardır. Bunlardan bir kısmı siyaset biliminde de kullanılır.
Anayasanın Başlangıcında yer alan, “çağdaş medeniyet düzeyi”, “medeniyetçilik”, “medeniyet” ve 174. maddede yer alan “Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesi” gibi kavramlar, Anayasa hukuku kavramları değildir.
Bu kavramlar, toplum bilimi ve diğer bazı sosyal bilimlerde önemli kavramlardır. Bu kavramlara ilişkin bu bilim dallarında ayrıntılı açıklamalar yer alır. Ama manaları net ve belirgin değildir. dahası dönemlere ve bilim dallarına göre de farklı manalar kazanır.
Latince “civilis” anlamında kullanılan medeniyetin iki anlamından söz edilir. Birincisi herhangi bir ülke ve insan topluluğunun, sanat, din, bilim, sosyal ve siyasi organizasyon bakımından üst düzey gelişme noktasına ulaşmasıdır. İkincisi, sosyal organizasyon düzeyi bakımından yüksek duruma gelmiş belirli bir zaman ve yerde yaşayan toplumdur. Will Durant medeniyet kavramını, “kültürel yaratmayı harekete geçiren sosyal düzen” olarak tanımlar. Medeniyet dört unsurdan oluşur: İktisadi şartlar, siyasi düzen, ahlâkî gelenekler, bilgi peşinde gidilmesi ve güzel sanatlar.
Bu tanımlamalara göre, medeniyet, ilkel toplumsal dönemlerden sonra dünyanın çeşitli yerlerinde beliren kültür-sanat eserleri ile bilinebilen ileri toplumsal siyasî organizasyonların bir ifadesidir. Hem bugün mevcut olmayan, hem de günümüzde tartışılan medeniyetleri birlikte içeren bu tanımlama, daha ziyade “tarih ve antropoloji”nin alanına girer. Bugün için tartışılan medeniyetler ise, halen toplumları ve kısmen organizasyonları ile yaşayan ve sosyolojiyi (toplum bilimi) de ilgilendiren çağdaş medeniyetlerdir. Arnold Toynbee 21 tane medeniyetin varlığından bahseder. Bugün bunlardan 6’sı mevcuttur ve bu medeniyetler Batı Medeniyetinin baskısı altında can çekişmektedirler (Abdülkerim Üregen, Medeniyet Kavramı Etrafında Yeni Tartışmalar: "Medeniyetler Çatışması Mı?").
Bu kavramlar, ideolojik bir içeriğe sahip olmaya da müsaittir ve farklı ideolojilere göre manaları değişebilmektedir de.
Mesela liberal toplumlardaki çağdaşlık ve medeniyet tasavvuru ve muhtevası ile Marksist toplumlardaki çağdaşlık ve medeniyet tasavvuru ve muhtevası büyük ölçüde farklıdır. Bu kavramlar İslam toplumlarında ya da diğer dini toplumlarda da farklılık arz edebilmektedir. Birinde çağdaş olarak görülen, bir diğerinde görülmeyebilmektedir.
Medeniyet, medeniyetçilik, uygarlık kavramları, bu esaslı şekilde farklılık arz eden tanımlamaları ile Anayasa hukukunda ve anayasallık denetiminde ölçüt norm olamaz.
Bu kavramların Anayasada yer almaları, matematik dersi kitaplarında edebiyattaki “aruz vezni”ne ilişkin metinlerin, Edebiyat ya da Tarih kitaplarında, matematikteki (lineer cebir gibi) formüllerin, İlahiyattaki fıkıh ve kelam derslerine ilişkin kitaplarda Tıptaki nöroloji ile alakalı metinlerin yer almasına benzer. Bu metinlerin farklı bilim dallarındaki ders kitaplarında yer almaları ne kadar abes ve yersiz ise, toplum bilimi ve diğer sosyal bilimlerin çok önemli kavramları olan, “çağdaş medeniyet düzeyi”, “medeniyetçilik”, “medeniyet” “Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesi” kavramlarının Anayasalarda yer almaları da en az o kadar abes ve yersizdir.
Çağdaşlık ve medeniyet kavramları, bir hayat tarzı da öngörmektedir. Ama bu hayat tarzı, ülkeden ülkeye, toplumdan topluma, ideolojiden ideolojiye farklıdır. Bu kavramların otoriter rejimlerdeki manası ile bir anayasal normun oluşturulması, bu kavramları otoriter yönü baskın olan bir resmi ideolojinin unsurları haline getirebilecektir.
Laikliğe, siyasî ideolojik otoriter anlamlı medeniyet ve çağdaşlık kavramları ekseninde yüklenen mana, laikliği, otoriter, militan ve dışlayıcı hale getirmektedir. Laikliğin, çağdaş medeniyet kavramı temelinde tanımlanması, topluma, çoğulculuğu yok edecek şekilde çağdaş medeniyet tasavvuru temelli bir hayat tarzının dayatılması neticesini ortaya çıkaracaktır.
Nitekim AYM, başörtüsü ile alakalı verdiği bir kararından şunları belirtmektedir:
“Düşünce ve inanç özgürlüğü, özgür düşünce, özgür inanç, çağdaş uygarlığa yöneliş ulusal yaşamda önemli bir aşamadır. Lâikliğin, insana, dine saygısı, dini kendi yerinde tutan anlayışı, akla, bilime, sanata, …ve tüm uygar gereklere kapıyı açmıştır”.
“Çağdaş uygarlık yolu lâiklik ilkesiyle açılmış bağımsız bir hukuk kurumu olarak yeni yapısına kavuşmuştur. Demokrasiye geçişin aracı olan lâiklik Türkiye’nin yaşam felsefesidir”.
“Bu yasalar, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden devrim yasalarıdır”.
“Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma, Türk Devrimin amaçladığı millî aşamadır”.
“Lâiklik, dinsellikle bilimselliği birbirinden ayırmış, dinin, bilimin yerine geçmesini önleyerek uygarlık yürüyüşünü hızlandırmıştır. Gerçekte lâiklik din-devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz. Boyutları daha büyük, alanı daha geniş bir uygarlık, hürriyet ve çağdaşlık ortamıdır. Türkiye'nin modernleşme felsefesi, insanca yaşama yöntemidir” (E. 1989/1, K. 1989/12, KT: 07.03.1989).
AYM’nin, din ve vicdan hürriyetinin alanını alabildiğine daraltan, otoriter, militan, dışlayıcı laikliğe ilişkin bu belirlemelerinde, Başlangıçta ve 174. maddede geçen “çağdaş medeniyet düzeyi”, “medeniyetçilik”, “medeniyet” ve “Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesi” şeklindeki kavramlar etkili olmuştur. Bu kavramlar zemininde şekillendirilen laiklikle, dini ve siyasi çoğulculuk baltalanarak, belli bir hayat tarzı topluma dayatılmıştır. Bu dayatmayı meşrulaştıran da, Anayasaya yamanmaya çalışılan sosyoloji vd. sosyal bilim dallarının belirginlikten uzak olan bu tür kavramlarıdır.
Anayasanın Başlangıcındaki ve 174. Maddesindeki, Anayasa hukuku ile uzaktan yakından alakası olmayan bu kavramlara rağmen, AYM’nin 2012 yılından sonra laikliği, demokratik, pasif laiklik şeklinde, kendi ifadesiyle “esnek ya da özgürlükçü laiklik” olarak yorumlaması fiili bir durumdur. AYM, bu yorumunda, esasen Anayasadaki bu kavramları bir nevi görmezden gelmiştir (E. 2012/65, K. 2012/128, Kt. 20.9.2012).
Konjonktürel olarak ortaya çıkabilecek bir siyasî iktidar değişikliğinde ya da Yüksek Yargı mercilerinde otoriter militan laiklik eğiliminde olan hâkimlerin çoğunlukta olması halinde, tekrardan din ve vicdan hürriyetinin alanını daraltıcı, laikliği topluma bir resmi hayat tarzı olarak dayatan kararların verilmesi mümkün ve muhtemeldir.
Bu vesileyle, başta yargı kurumları olmak üzere devletin karar mercilerinin, laiklik kavramını, din ve vicdan hürriyetinin alanını ölçüsüzce ve özünü zedeleyecek şekilde daraltacak, topluma belli bir siyasi ideolojik hayat tarzını dayatmasına yol açacak yönde kararlar verememesi, devlete ait bir vasıf olması gerekli laiklik ilkesinin, toplumun mecburi bir vasfı haline getirilmemesi için, “çağdaş medeniyet düzeyi”, “Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesi”, “medeniyetçilik” ve “medeniyet” şeklindeki kavramlara yeni Anayasada kesinlikle yer verilmemesi gerekir. Şayet yeni Anayasa yapılamıyorsa, en azından 1982 Anayasasından bu kavramların mutlaka ayıklanması gerekir.
Aksi halde, otoriter, militan, dışlayıcı, katı laikliğin tekrardan hortlatılması, tekrardan toplumsal çatışmaları tetikleyecek, bu yöndeki laiklik telakkisi, toplumsal barış ve huzuru bozan unsur haline dönüşebilecektir.
Çoğulcu anayasal demokrasinin gereği, otoriter, militan, dışlayıcı laiklik değil, siyasî düşünce ve ifade hürriyeti kadar din ve vicdan hürriyetinin de teminat altında olduğu, dini ve siyasi düşünce ve inanç hürriyetinin tam güvencede olduğu demokratik, pasif laikliktir.
Artık, demokratik pasif laikliğin mutlaka kalıcı kılınması gerekmektedir.