Devletlerin ve milletlerin yaşadıkları tarihi hadiseler tek düze değildir. Hemen her milletin, tarihlerinde mutlu, huzurlu dönemleri olduğu gibi, yaşadıkları zorluklar da vardır. Bu zorluklar, bazen deprem, bazen kasırga, bazen de sel felaketleri şeklinde meydana gelmiştir.
Bazen de devletlerin ve milletlerin tarihinde ayaklanmalar, dış saldırılar, iç karmaşalar, iktisadî buhranlar, askeri darbeler vb. hadiselere de rastlanmıştır. Bunların her birisi, değişen ölçülerde zorluklara, yoksulluklara, yaralanmalara, katliamlara vb. sebep olmuştur.
Bazı hadiseler vardır ki, belli bir milletin ya da devletin mukadderatı açısından hayati derecede önemlidir. Bu hadiselerin neticesi bazı kereler yıkılışları beraberinde getirirken, bazı kereler, çeşitli zayiatlar yaşansa, ağır bedeller ödense de, neticesi kurtuluş olduğu için, ilgili devlet ya da millet, yeniden devam ve bekasını, varlığını sürdürebilme şansını elde etmiştir.
İslam tarihinde Bedir, Uhud, Hendek, Mute vb. savaşlar, esasen bu kabilden tarihi hadiselerdir. Bedir harbinde Müşrikler galip gelse ve devamında Müslümanların tamamı katledilselerdi, belki de İslam Dini daha gelişemeden tarihin sayfalarında kaybolup gidecekti.
Çanakkale Zaferi
Osmanlı Devleti yüzlerce kere savaştı, ülkeler fethetti, bazı kereler toprak kaybetti. Ama hiçbirisinde yok oluş tehlikesi yaşamadı. Ta ki Çanakkale harbine kadar.
Bu harb öncesinde işgalci güçlerin Osmanlı devleti için verdikleri karar şu şekilde idi: “Osmanlı Devleti hastadır, hatta ölümün eşiğindedir. Ne yapıp edip geniş coğrafi alana yayılan bu devleti dağıtarak üzerinde sömürge devletleri kuralım. Kurulan her bir sömürge devletini yönetelim, sömürelim, piyon gibi kullanalım, bir daha kıyamete kadar iki Müslüman devletin kesinlikle bir araya gelememesi için ne gerekiyorsa yapalım”.
Çanakkale harbi, Osmanlı devleti ve sonrasında kurulan Türkiye devleti için bir varlık-yokluk meselesi idi. Bu harb kaybedilseydi, işgalci devletler Osmanlı Devletini yıkmakla kalmayacaklar, yeni Türkiye Devletinin kuruluşuna da izin vermeksizin, bu devleti çeşitli devletlere peşkeş çekeceklerdi. Bu sebeple, Çanakkale zaferi olmasaydı, kurtuluş savaşı olur muydu ya da kurtuluş savaşı olsaydı da bunun neticesi bir zafer olur muydu? Meçhuldür.
Çanakkale zaferi sayesinde, yeni Türkiye devletinin kurulmasına dahi izin vermeyecek şekilde Osmanlı Devletinin yer küreden tamamen silinmesini amaçlayan topyekün saldırıların engellenmesiyle, esasen sadece bir zafer elde edilmiş olunmadı, harici güçlerin bütün yok edici hesapları da büyük ölçüde alt üst edilmiş, büyük planları bozulmuş oldu.
Peki, bu zaferin gerisinde ne var; düşman orduları silah ve teçhizat açısından Osmanlı ordusundan onlarca kat daha fazla olduğu halde, niçin Çanakkale’yi geçemediler?
Milli Şairimiz Merhum Mehmet Akif’in Türk Milletine hediye ettiği İstiklal Marşı’na derin manaları veren, Çanakkale’deki kahraman askerlerimizin taşıdıkları ulvi, manevi, ruhi vb. değerlerdir. Çanakkale destanının manevi boyutu ve ruhu anlaşılmadan, bu ruh ortaya çıkarılmadan, İstiklal marşının satır aralarında serpilmiş olan, ona ruh veren maneviyat anlaşılamaz. İstiklal Marşı, Çanakkale zaferine yansıyan ruhun satırlara dökülmüş halidir.
Peki, Çanakkale harbinin zaferle neticelenmesini sağlayan ruh ve bu ruhu teşkil eden manevi değerler nelerdir? Biraz buna temas etmek istiyorum.
(1) Hamiyet-i diniye ve hamiyet-i milliye.
Bir söz var: “Bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir”.
“Himmet” kelimesi, “gaye, ideal, hedef, maksat” vb. manaları ifade etmektedir.
“Ey oğul nedir senin gayen ve maksadın?” şeklindeki sorunun cevabı burada saklıdır.
Peki, bu soruya nasıl cevap verilebilir?
Bu soruya cevap kabilinden, bazı insanlar ailesini, bazıları milletini, bazıları nefsani isteklerini, bazıları midesini, bazıları eşkıyalığı, bazıları sapkın bir hayat tarzını, bazıları kendi çıkarlarını hedef ve amaç edinir. Bazı insanlar, hedeflerine bütün insanlığı koyarlar.
İnsanın kıymeti ve değeri, hedef ve gayesine göre bilinir, ölçülür, takdir edilir.
Bir kişi hedefine nefsani istek ve arzularını koyduğu zaman, bütün enerjisini bu yönde harcar, tamamen bu hedefe yönelir. Başka amaç ve hedeflerle pek ilgilenmez. Mesela içinde yaşadığı devlet işgale uğrasa, bu kişi meseleye işgalin tehlikeleri açısından değil, nefsani istek ve arzularının aksayıp aksamaması açısından bakar. Bu yöndeki istek ve arzuları zarar görmüyorsa, işgal onu ilgilendirmez. Benzer durum bencil kişiler için de söz konusudur. Bu kişinin şahsi çıkarları her şeyden önemlidir. Kişisel çıkarları zedelenmiyorsa, ülkeyi, Rusların, Amerikalıların veya içinde yaşadığı halkın seçtiği kişilerin yönetmeleri arasında fark yoktur.
Bir kişinin himmeti, hedef ve gayesi milleti, vatanı, dini (hamiyet-i diniye, vataniye ve milliye) ise o, vatanın, dinin ve milletin beka ve selameti için her şeyini feda edebilir. İnsan, şahsi menfaatlerini değil, milletin, vatanın ve dinin menfaatlerini öncelediği zaman, hamiyeti, milletin, vatanın ve dinin menfaatleriyle bütünleşir. Bu değerler tehlikeye düştüğü zamanlarda, bu kişi kişisel çıkarlarını, nefsanî istek ve arzularını, ailesini, çocuklarını, kısaca vatan, din ve milleti haricindeki her şeyi göz ardı edip, hayatını ortaya koyarak bir çaba içerisine girer.
“Vatan sağ olsun” sözü, esasen bu anlayışın sembol göstergelerinden biridir.
Çanakkale harbinde yaşananlar, bu sözün fiiliyata yansımasının zirvesidir.
Merhum Âkif, bu hakikati İstiklal Marşında şu mısralarla ifade etmiştir:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Akif bu mısraları, Çanakkale’deki ulvi ruhu, müşahade ederek, ruhunun bütün derinliklerinde hissederek yazmıştır. Muhtemeldir ki, Çanakkale ve Kurtuluş harblerindeki ağır şartlar yaşanmasaydı, Akif’ten de böyle mısralar satırlara dökülemezdi.
Şair Mithan Cemal Kuntay da, bu mısraları tamamlayacak şekilde, şunları yazmıştır:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır”.
Çanakkale Savaşları sırasında 276 kg’lık top mermisini tek başına kaldıran ve İngiliz zırhlısı Ocean’ın batmasını sağlayan Seyit Onbaşı, bu hareketiyle tarihin seyrini değiştiren kahramanlar arasında yer aldı. Seyit Onbaşı, Çanakkale’deki kahramanlardan sadece biridir. O’nun gibi daha niceleri var; bizler onların neler yaptıklarını teker teker bilemiyoruz; ama, onların bütün olarak yaptıklarının tamamına “Çanakkale Zaferi” ya da “destanı” deniliyor. Çanakkale zaferinde yaşananlar, hamiyet-i diniye, milliye ve vataniyenin zirvesidir.
(2) Hamiyet-i milliyeyi ve vataniyeyi tamamlayıcı manevi güç: İman.
İman, hamiyet-i diniye, milliye ve vataniyenin en büyük güç kaynağı, bir nevi ruhu hükmündedir. İmanın derecesi yükseldikçe, kişilerin, hamiyet-i diniye, milliye ve vataniye için yapabilecekleri üst düzeylere çıkıyor. Bu hakikati bir İslam âlimi şu sözle ifade etmiştir:
“Hakikî îmanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve îmanın kuvvetine göre, hâdisatın tazyikatından kurtulabilir”.
Merhum Akif de aynı hakikati şu mısralarla ifade etmiştir:
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Bir de merhum şairlerimizden Ali Ulvi Kurucu’yu dinleyelim:
Bir azm, eğer îman dolu bir kalbe girerse,
İnsan da o îmandaki son sırra ererse,
En azgın ölümler ona zincir vuramazlar,
Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar.
Bu sözlerde ve mısralarda ifade edilen hakikatler, Çanakkale’de birebir yaşanmıştır. Bu yaşananlar o kadar ulvi, yüce bir ruh ve kahramanlık halidir ki, Akif bu hakikati, “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde “Bedrin Arslanları ancak bu kadar şanlı idi” mısraı ile ifade etmiştir.
İşgalcilerin Çanakkale harbinde Osmanlı Devleti’ni yıkmak için giriştiği saldırılara karşı dağlar gibi sağlam imanlı askerlerimiz, Allah’ın muhafazasıyla, mukavemet ettiler. Bu iman gücüyle ortaya çıkan Çanakkale savunmasının azametini hakkıyla müşahede eden Akif, bu hakikati, yüreğinin ve vicdanının derinliklerinden gelen seslenişle şu şekilde ifade etmiştir:
“Bütün dünya toplanıp hücum etse, yine Çanakkale sükût etmez, düşmez!”.
Bu sözler, Akif’in, kurtuluşa, istiklale olan inancını ve ümidini dile getiriyor. Çanakkale harbinde yaşananlar, imanın tekniğe meydan okumasından başka bir şey değildir. Zahiri şartlarda, teknik donanım olarak, işgalci devletlerin ordusu Osmanlı ordusundan onlarca kat üstün olduğu halde, zaferin bizim lehimize olması bunun en bariz delilidir.
(3) Ölümü Öldürmek ya da Ölüm Korkusunu Yok Etmek
Ölüm nedir? Sorusunun cevabı, bu konunun bütünlüğü içerisinden çok önemlidir.
Ölüm, bazılarına göre yok olmak, bazılarına göre ise mekan değiştirmek, dünyadan ahiret âlemine göç etmektir. Bu ikinci telakkiye göre, ahirete yönelik en büyük amaç Allah’ın rızasına nail olarak cennete gitmek, orada başta peygamberler olarak bütün sevdikleri ile ebedi olarak bir arada yaşamaktır. Allah’ın rızasına nail olmanın ve cennetteki âli makamlara erişmenin yollarından biri de, vatan, millet ve din uğruna şehit olmaktır. Bu amaç için savaşan biri için, şehid olmak, ölerek toprak olmak değil, en büyük ve ebedi bir kurtuluşa ermektir.
İşte bu inanç ve ruh hali, kişilere ölüme karşı bir korkusuzluk veriyor. Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Mute’de Cenab-ı Hakkın ihsan ettiği zaferin gerisinde bu ruh ve inanç vardır. Aynı hakikat, Çanakkale harbinde de bariz olarak geçerli olmuştur.
Ölümden korkanlar, ne kahraman olurlar ne de zor şartlarda zafere gidebilirler. Burada Mute harbi hakkında kısa bir anekdot nakletmek istiyorum.
Mute savaşı, Müslümanlarla Rumlar arasında M.S 629 yılında yapıldı. Bu savaşta, Müslüman askerlerin sayısı 3.000, Bizans askerlerinin sayısı 100.000 civarındadır. Rum Kumandan bir keşif birliği göndererek Müslümanların 3.000 civarında olduğunu tespit eder. Keşif birliğindekiler (biri hariç), “Rum kumandana geri dönmesini, bir müfreze askerin galibiyet için yeterli olduğunu” söyler. İçlerinden biri, “kumandanım, bir tarafa gitmeyin, çünkü karşımızda ölümden korkmayan askerlerden oluşan bir ordu var” der. Kumandan savaşa katılır ve neticede, bu zahiri güç dengesizliğine rağmen, Müslümanlar galip gelir.
Müslümanların bu savaşta muzaffer olmalarının sırrı, “iman gücü, ölüme karşı korkusuzluk, şehitlik ve gaziliğin haiz olduğu ulvi makamlardır”.
Tayvan Boksunda boksörlere verilen ilk ders şudur:
“Ölümden korkmayacaksın, ölümden korkan, maça %50 dezavantajla başlar”.
Tayvan boksunda verilen bu ilk ders ile Mute, Bedir ve Çanakkale savaşlarındaki ölüm korkusuzluğu neticesinde ulaşılan zafer aynıdır. İnsan, ölüm korkusuzluğu neticesinde, olağanın onlarca katı güç ve dirence ulaşıyor. Şehidlik makamına ilave olarak gaziliğin kudsiyeti, bu manevi gücü bir kat daha ziyadeleştiriyor.
Bu sebepledir ki, Merhum Akif, İstiklal Marşına şu mısralarla başlıyor;
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
Akif, bu mısralarla, Çanakkale ve İstiklal harblerindeki korkusuzluğa vurgu yapıyor.
(4) Bedel Ödemeyi Göze Almak ve Ödemek.
Her nimetin bir bedeli vardır. Bazı bedeller az, bazı bedeller ise çok yüksektir. Bedava nimetin kıymeti bilinmez. Ödenen bedel yükseldikçe, kıymet de artar. 5 lira ödenen bir taşın kıymeti önemsizdir. Ama yüz milyar liralık bir elmas taşın bedeli çok ağırdır. Bu bedeli ödeyen bir kişi elmasın korunması için çok büyük çaba harcar, varını yoğunu ortaya koyar.
Hamiyet-i milliye, diniye ve vataniye sahibi biri, vatanı için bütün hayatını ortaya koyabilir. Bunun manası, vatan, millet ve din, kişinin hayatını bile feda edebileceği yüce değerlerdir. Bir neslin hayatını bedel olarak ödediği bir vatan, o millet için çok kıymetlidir ve gerekirse aynı bedeller tekrardan ödenir.
Bu millet, Çanakkale harbinde bu bedeli en ağır şekilde ödedi. Bu hakikati, Merhum Akif şu mısralarla ifade etmiştir:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Bu mısralar, Çanakkale’de, İstiklal harbinde ödenen bedeller sebebiyle bu vatanın bir tek çakıl taşından vatanın bütününe kadar haiz olduğu kıymetin büyüklüğünü yansıtmaktadır. Âkif’in İstanbul için söylediği: “Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır; Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır” mısraları aslında, tüm vatan sathı için söz konusudur.
Bir şeyin kıymetli olduğunu bilmek yetmez, onu sahiplenmek ve muhafazasına çalışmak da önemlidir. Peki, bu nasıl olacaktır? Akif bu soruya iki yönden cevap verir.
Birincisi, Âsım’ın nesli projesi. Akif, Âsım’ın Nesli projesi ile ülkenin hem kurtulacağına hem de ilelebed yaşayacağına inanmıştır. Ona göre, Ülkenin geleceği yukarıda sözünü ettiğimiz bütün değerleri haiz erdemli kuşaklarla; yani Asım’ın Nesli ile mümkündür.
İkincisi, bu neslin, vatanına ve milletine canları pahasına sahip çıkmasıdır. Merhum Akif bu hakikati şu mısralarla ifade eder:
Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
15 Temmuz: Türk Halkının Kahraman Direnişi.
İşgalci güçler Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunlardan vazgeçmediler. Şimdiye kadar yapılan darbelerden, Türkiye’yi mağdur edici yöndeki çeşitli politikalara kadar hep bu oyunları sahneye koydular. Demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları savunuculuğunu dillerinden düşürmeyen bu güçler, bütün bu değerleri alt üst edecek yönde politikalara imza attılar. PKK, kendilerinin terör örgütü listesinde yer aldığı halde, bu örgütü, sonuna kadar beslediler, sevk ve idare ettiler ve hala da bu işi sürdürüyorlar.
Bu güçler, FETÖ ihanet örgütünü de aynı şekilde himaye ediyorlar. Bu himaye ve destek, Batılı güçlerin, ahlaki noktadan en üst düzeyde sorunlu, iğrenç yüzünü teşhir ediyor. Terör örgütlerini bizzat kurduran, sevk ve idare eden ülkelerin insan hakları ve hukuk devletinden bahsetmelerinin, ahlaki açıdan tutarlılığı sıfırdır.
Bu sebeple 15 Temmuz, işgalci güçlerin, Çanakkale saldırılarından ve istiklal harbinde ülkemizi işgal girişiminden hiçbir farkı yoktur. Sadece yöntem farklıdır. Önce, devlet ve toplumun tüm kılcal damarlarına, FETÖ’cü teröristlerin yerleştirilmesi sağlandı. Sonra da, bu terör yapılanması yoluyla 15 Temmuz günü işgal teşebbüsü gerçekleştirildi.
Bu millet yüksek ferasetiyle, bu niyeti 15 Temmuz ihanet kalkışmasının daha ilk anında fark etti ve derhal sokaklara, meydanlara inerek, kendi mukadderatına bizzat el koydu.
Ben o gece Kızılay Meydanında ve Genelkurmay Başkanlığının önünde, asil milletimin Çanakkale ruhunu yansıtan direnişini hakkalyakin yaşadım ve müşahade ettim. Bu ulvi ruh hali, yaşanan hadiseler sadece ayak ayak üstünde TV’de izlenerek anlaşılamaz.
İhanet kalkışmasının aktörleri F16’larla sonik bomba sesleriyle her tarafa korku salmaya çalıştılar. F16’ları, ağır silahlarla etrafa yaylım ateşi açan Helikopterler takip etti. Bu vatanın işgaline karşı durmaya karar veren bu necip millet hiçbir şekilde geri adım atmadı.
Meydanlardaki ve sokaklardaki vatanperver vatandaşlarımız, o esnada “gerçek bomba-sonik bomba” ayrımını bilmiyordu. Her bomba sesinde bir yerlerin bombalandığı sanılıyordu. Bütün bu bombalamalar, bu kahraman milleti sokaklardan, meydanlardan dağıtmaya yetmedi.
Hain militanlar, Meclis bombaladılar, tankları kahraman vatandaşlarımızın üzerine sürdüler, ama yüreği satılmış bu hainler, kahraman yiğitlerimizi korkutamadılar. Kimisi tankların karşısında imanlı göğüslerini gererken, vücutlarını korkusuzca tankların paletleri altına atarken, kimisi fevkalade çabalarla tankları teslim aldılar. Bütün bu katliamlara, korkutma teşebbüslerine rağmen bir adım geri gitmeyen yiğitlerimizle, Çanakkale’de şehit olacağını bile bile bir santim geri gitmeyen kahramanlarımız arasında zerre kadar fark yoktur.
Bu gecede insanlarımızda öylesine yüce bir ruh hâkimdi ki, gözünün önünde yüzlerce kişinin hunharca şehit edilmesi, bu insanlarımızı korkutamadı. Bu azim iman gücüyle, Genelkurmay Başkanlığının kalın demir parmaklıkları dümdüz edildi, yetmişlik, seksenlik dedeler F16’lara sapan taşı attılar. O da biliyor ki sapan taşı ile bir uçak düşürülemez. Ama bu hareket, kahraman insanlarımızın hangi yüksek ruh hali ve motivasyonuyla hareket ettiklerini gösteriyor. O sapan taşının, maddi etkisi olmayabilir ise de manevi tesirini ancak Allah bilir.
Çanakkale destanını yazan kahraman askerlerimizde bulunan ve yukarıda izahı yapılan ulvi ruh, eksiksiz şekilde 15 Temmuzda vatanımızın işgalden kurtulması için her şeyini ortaya koyan vatandaşlarımızda da vardı. Bu ruh olmasaydı, muhtemelen 15 Temmuz kalkışması başarılı olabilirdi. Bu ruhla hareket ederek, 15 Temmuz destanını yazan tüm vatandaşlarımız, tıpkı Çanakkale ve Mute harblerindeki gibi, güçlü imanıyla teknolojik güçleri bertaraf ettiler. 15 Temmuzda, meydanlardaki kahramanlarımızın, hamiyet-i diniye, vataniye ve milliyeden ve sarsılmaz iman gücünden başka silahı yoktu. Bu sebepledir ki, 15 Temmuzu, Çanakkale’de zaferi getiren ruhtan farklı görmek, Çanakkaleyi de 15 Temmuzu da anlamamak demektir.
Kısaca, 15 Temmuzda, Türk halkı, hayatlarını ortaya koyarak, 251 şehit vererek, merhum Âkif’in “Sahipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır”, “Bir azm, eğer îman dolu bir kalbe girerse; İnsan da o îmandaki son sırra ererse; En azgın ölümler ona zincir vuramazlar; Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar” şeklindeki mısraların gereğini yerine getirmiştir.
Halkımızın ülkesine yönelik bu bilinçli sahiplenmesinin yer kürede bir benzeri yoktur. Milletimizin bu ulvi ruhundan haberdar olmayan bazı zavallılar diyorlar ki:
“Darbe kalkışması gece 03:00’de olsaydı, darbe engellenemezdi”.
Ben de diyorum ki, Çanakkale destanını yazan kahraman yiğitlerimizle aynı ruha sahip bu milletimiz, bu ruha sahip olduktan sonra, darbe teşebbüsünün hangi saatte yapıldığının bir önemi yoktur. Ama bu ruhu bilmeyenlerin, yaşamayanların bu gerçekliği idrak edebilmeleri mümkün değildir.
Rabbim bu millete bir daha 15 Temmuz benzeri bir hadise yaşatmasın. Tüm şehitlerimizin ruhları şad, mekânları cennet olsun, rabbim Resulullaha komşu eylesin.
Esasen 15 Temmuz kuşatma teşebbüsü hala devam ediyor. Bu bilinç ile bu teşebbüsü tamamen bertaraf edinceye kadar hukuk içinde mücadelenin sürdürülmesi icap ediyor.
Ruhları, 15 Temmuz kahramanlarının, şehit ve gazilerinin ruhları ile bütünleşen tüm vatandaşlarıın “Demokrasi ve Milli Birlik gününü” can-ı gönülden tebrik ediyorum.