CHP’nin Kurmay Krizi
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun gurup toplantısında, “Yolumuz zorlu bir yol; yemin etmeyerek milli iradeyi ve hukukun üstünlüğünü savunacağız, bu yolda devam edemeyecek olanlar şimdi salonu terketsin” dediğinde eylemi ayakta alkışlayarak onay verenlerin bir kısmı daha ikinci gurup toplantısı yapılmadan panik belirtileri göstermeye başladılar.
CHP’nin yemin değil “Demokrasi krizi” adını verdiği süreç, Kılıçdaroğlu’nun yanındaki kurmayların beceriksizliğinden CHP’nin eline yüzüne bulaştı.
Bu sürecin tahrikçi ve tahripçisi ünvanını Süheyl Batum ve İsa Gök kazandılar. Batum’un uzun ve anlaşılmaz hukuki anlatımları, tartışmalarda bir ileri iki geri yapmaları; Gök’ün ise Erdoğan’ı kışkırtırcasına sık sık, “AKP’ye diz çöktüreceğiz” söylemini tekrarlaması eylemi sabote etti.
Paniğe kapılanlar sonunda Kılıçdaroğlu’nu da etkilediler.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e yapılan ziyarette onun konuya müdahil olmasının istenmesi gösterilen en önemli zaaftı ve kontrolün AKP’ye geçmesini sağladı. Sonuç olarak, Kılıçdaroğlu’nun da bildiği malum bazı CHP milletvekilleri daha ilk sınavda sınıfta kaldılar.
Bu süreç MYK’nın ne kadar zayıf olduğunu da ortaya koydu.
Şüphelendiğim konu şu; CHP kurmaylarının bir ilçe başkanının dahi yapmayacağı hataları bir bardak su içer gibi yapmasının beceriksizlikten öte anlamlar taşıdığını düşünüyorum.
Süheyl Batum DP ile flört ederken, “Batum, Encümen-i Daniş’in Başbakan adayı” diye yazmıştım.
Tekrarlıyorum;
Batum, CHP’ye lider olmak istiyor ve bu konuda içeriden yardım alıyor!
Liderliği istemek herkesin hakkı ama kartları açık oynamak şartıyla!
Bir önceki yazımda da ifade etmiştim; CHP’nin TBMM’de yemin etmeme kararına katılmıyorum ama bu tavırlarına saygılıyım.
Madem karar alındı dik durulması gerekirdi. Evet, Kılıçdaroğlu dik durdu ama kurmayları dik durmadılar.
Kılıçdaroğlu’nun en büyük başarısı bu süreçte BDP’nin mağduriyet rolü oynayarak Show yapmasını engellemesi oldu.
BDP’nin gündemi esir almasına müsaade etmedi.
Benim için sürpriz olmayan tek gelişme ise Baykal’ın tutumuydu…
Habertürk’ün intiharı!
Fatih Altaylı ile 5, Kenan Tekdağ’la 4, Yiğit Bulut’la 2 yıldır tanışırız. Zaman zaman da görüşürüz.
Turgay Ciner’le de 1 yıl önce Cumhurbaşkanlığı Köşk’ünde tanıştım.
Habertürk gibi güçlü bir grubun haberden çok grup içi polemiklerle anılmasının Habertürk markasına verdiği zarar Turgay Ciner’i ilgilendirir ama bu grubun en azından algısal yönden zayıflaması gazetecileri üzer.
İnternet medyasına bu kadar uygun malzeme veren, verdiği malzemelerle hallaç pamuğu gibi dağılan başka bir medya grubu var mı?
Emin Çölaşan’la başlayan imaj aşınması Bekir Coşkun’un kovulması ile devam etti.
Aslı Aydıntaşbaş’la start veren yazar ve muhabir öğütme makinası 50’yi aşkın yazar, yönetici ve muhabiri Habertürk’ün dışına itti.
Kovulan bu gazeteciler şimdi 2. baharlarını yaşıyorlar.
Madem bu gazetecilerin kıymeti yoktu niye çağırdınız?
Kıymeti vardıysa, niye kovdunuz?
Gazeteciler kıymetli ama sizin dengelerinizle uyuşmuyor diyelim;
Olabilir mi?
Doğrusu olabilir.
Medya dünyası için anlaşılır bir durum bu.
İyi de bu uyuşmazlığı neden öngöremediniz?
Gazetecilere önce umut, sonra kapıyı gösteren iradenin seçme ve yönetme zafiyeti olduğu açık.
Hadi diyelim tüm bunlar gazetenin değişen iç dinamikleriyle ilgili ve bilmediğimiz unsurları var.
Bu da olabilir mi?
Hadi buna da olabilir diyelim.
Peki, Habertürk’teki bu iç savaş neyin nesi?
Bu olabilir mi?
İşte bu olmaz…
Altaylı Yiğit Bulut’a, Bulut, Altaylı’ya çakıyor.
Altaylı mola verince bu sefer de kankası Murat Bardakçı Yiğit Bulut’a girişiyor. Topa en son giren Yavuz Semerci’nin çaktığı isim yine aynı; Yiğit Bulut…
Bulut ne mi yapıyor?
O da hepsine tek tek çakıyor…
Bitmedi!
Sonra hepsi birleşip Yiğit Bulut’a…
Çakan çakana…
Bulut’a adeta şamar oğlanı muamelesi yapılıyor.
Hep birden kendi kanallarının yöneticisine saldırmaları artık kabak tadı veriyor.
Tamamı incir çekirdeğini doldurmayan konular.
İncir çekirdeğinin içinde şu duygu gizli;
Kimse yemiyor ama legal çete şunu demek istiyor, “Ey siyaset ve medya dünyası Yiğit Bulut hükümet yandaşı, biz tarafsız gazetecileriz!”
Bu duygularının içinde de saf ego gizli.
Yiğit Bulut’un bunları hak edip etmediği tartışılabilir, hatta çoğu zaman da hak ediyor ama koskoca medya grubunun bu sorunlarını kapalı kapılar ardında halletmek yerine kamuoyunun gözünün önünde yapması anlaşılır gibi değil.
Patronlarının sormadıkları hesabı birbirlerinden soruyorlar.
Belli ki Yiğit Bulut’un eli zayıf. Eli güçlü olsa yukarıda sorduğum soruların bir kısmını organize eylemin liderine sorabilirdi!
Habertürk yöneticilerine sormak isterim; Birisi çıkıp size, “Orası babanızın yeri mi?” dese, yanıt bile veremezsiniz?
İnsan babasının yerinde bile bu kadar pervasız at koşturamaz!
Tamam, Ciner cömert ve marka değerinin düşmesiyle ilgili değil.
Sözü parasına geçiyor olabilir.
Patron katının ruhu bizim gibi fanilere pek benzemez.
Bir fani olarak bunu anlamaya çalışırım ama anlayamadığım şu;
Ne olduğu belli olmayan bir ‘fare’nin bile etrafında koşuşan yarım düzine Habertürk personelinin amacı ne olabilir Allah aşkına?
Demek ki Kenan Tekdağ gibi regülatör görevi yapan akil bir yönetici olmasa, Habertürk sorumluları birbirlerinin çaylarına arsenik bile koyabilirler.
Habertürk’le ilgili yazılan/yazılmayan nahoş konulara hiç girmiyorum.
Hele Ankara Habertürk gazete/televizyonuyla aynı kadayıf gibi.
Tel tel dökülüyor…
Geçmişte sağlık muhabirliği de yaptığım için bu rahatsızlığa bir teşhis koyabilirim;
Oto destrüktif davranış (auto destruetive behaviour)
Kendi varlığına yönelik en ağır intihar türü.
Daha yalın deyimiyle; kendi kendini imha…
İçinde bulunduğumuz yüzyıl yazının asla kaybolmadığı bir asır.
Siz unutsanız, Google unutmuyor!
Dost acı söyler;
İstanbul’dan nasıl göründüğünü bilmiyorum ama Ankara’dan Habertürk’te evcilik oynanıyormuş gibi bir hava var.
Sayın Turgay Ciner; Siz hissediyor musunuz bilemem ama Hürriyet’e rakip olabilecek Habertürk giderek 3. sınıf bir medya gurubu imajına bürünüyor!
Son söz; Algılar gerçeğin önünde koşar ve algıları yönetmek çoğu zaman her şey demektir. Talat Atilla/Güneş