Okurlarım bana İstanbul adayları ile ilgili çok şey yazmıyorsun diye serzenişte bulunuyor. Haklısınız ama ben Hacivat Karagöz oyununa dönüşen bu süreci basit bir belediye başkanlığından çok, CHP içindeki iktidar oyunun bir parçası olarak değerlendiriyorum. Mustafa Sarıgül olayında işler çok farklı yürüyor.
Bunu en iyi bilenlerden biri de CHP MYK üyesi Adnan Keskin. Bazı ikili görüşmelerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirmekten kaçınmayan ve onunla yürümediğini iddia eden Keskin’in gönlünde iki kişi var; İstanbul’da Sarıgül ve İzmir’de Kocaoğlu...
Aslında her şey Kılıçdaroğlu’nun mahalli seçimde tökezleyeceği varsayımı üzerine kurgulanıyor.
Son zamanlarda iki kişi İzmir’de gizli ve uzun süreli temaslarda bulundu: Deniz Baykal ve Adnan Keskin...
Her ikisinin hesapları farklı olsa da İzmir’de Kocaoğlu’nu istiyorlar. Örgütün ve İzmir kamuoyunun benimsediği ve mahalli gazetenin ismini ortaya attığı Aytun Çıray’ı Kılıçdaroğlu’na bağlılığı nedeni ile ikisi de istemiyor.
Hem Baykal’a hem Keskin’e bazı basın mensupları ve sıkı CHP’liler, “Kocaoğlu yıprandı, Çıray tutuyor.” dediğinde, her ikisi de bu konuşmaların açıktan yapılmamasını muhataplarına sıkı sıkı tembihliyorlar. Neden?
Bunların uzantıları ve bazı rantçılar, “Sarıgül gelsin oyumuz artar, zafer sizin olur Genel Başkanım” diyorlar. Kocaoğlu’nu orada tutmak için Kılıçdaroğlu’na, “Efendim, hakkında dava açılmıştır, ahde vefa vardır, seçimlere onunla gidelim.” şeklinde sağlam bir ajitasyon yapıyorlar. Sanki Kocaoğlu hakkında siyasi dava varmış gibi… Merak ediyorum; Kılıçdaroğlu kendisine böyle soru soranlara, “İlk tutuklamalardan sonra programımı bozup İzmir’e gittim; 50 bin kişi ile miting yaptım; birkaç gün sonra Kocaoğlu Susam’a küfrederken, ‘seni milletvekili olarak atayanın…’ diye bana da saydırırken ahde vefa kimsenin aklına gelmedi mi?” diye soruyor mu acaba?
Kısacası CHP’de taşlar yerel seçimler sonrasına göre yerleştirilmeye çalışılıyor. Baykal kendisi, içerideki bazı yandaşlar Sarıgül için oynuyorlar. Kılıçdaroğlu İstanbul’da Gürsel Tekin’i koymazsa İzmir’de CHP oylarının bir kısmını alabilecek, bir fuar açılışını bile yönetemeyip Genel Başkanı’nı yuhalatan ve örgütün “artık değişmeli” dediği ilk belediye başkanı olan Kocaoğlu’nu aday gösterirse işte o zaman ahde vefa neymiş görecektir!
Tabi asıl oyuncu olan iktidar partisi, kampanya sırasında hem İstanbul’da hem İzmir’de CHP’yi adaysız bırakmazsa!
Yok öyle yağma!
DHKP-C'yi Viyana'da gösteri yapacak, Türkiye'nin başkentinde Emniyet Genel Müdürlüğü'nü vuracak pozisyona taşıyan şartların en önemlilerinden birisi de, bu örgütün, TBMM içinde bazı milletvekillerinden aldığı siyasi güçtür. (Bu vesileyle Ankara Valisi Alaaddin Yüksel ve Ankara Emniyet Müdürü Kadir Ay'ı DHKP'C'nin yaptığı eylemin faillerini hemen yakaladıkları için kutlarım.)
DHKP-C'ye neredeyse açık destek veren siyasilerin başında, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün geliyor. Aygün bu konuda o kadar rahat ki, DHKP-C'li üyelerin yargılandığı mahkemeleri bile izliyor. Terör, siyasal bir tercih olamaz. Bir siyasetçi, "Şu terör örgütü benim siyasi görüşüme yakın. Ona lojistik, psikolojik destek vereyim" diyemez. DHKP-C'nin Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yaptığı terör eylemini kınamayan vekillerden birisi de yine Hüseyin Aygün'dü. Tüm bu gelişmelerin toplumun gözü önünde yaşandığı bir ortamda, CHP'nin oy çıtasını yükseltmesini beklemek bir hayal. Gelinen noktayı size lokal bir örnekle şöyle özetleyebilirim;
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Hüseyin Aygün'ü sık sık eleştiren bir siyasetçi. Gökçek, Aygün’ü eleştirdikçe bir çok sade vatandaş gibi Gökçek'e sempati duymaya başladım. Bir yandan PKK unsurları, diğer yandan DHKP-C'nin kuşattığı bir TBMM'ye bu millet asla müsaade etmeyecek.
Yok öyle yağma!
Vekil olma kampı mı orası?
İİktidar partisinin tahammül eşiğinin düşük olduğunu kabul ediyorum ama şu bizim medya kadar antin kuntin işlerle meşgul ikinci bir meslek gurubu yok. Türk medyasının büyük bölümü Cumhuriyet tarihi boyunca namuslu kalmayı hakkını vererek beceremediği halde, siyasi iktidarlara namus kavramını öğretmeye çalıştı. Siyasi iktidarlar ve muhalefetin işi politika yapmak, politize olmaktır. Gazetecilerin görevi de, yanlış bulduklarını eleştirmek, doğru bulduklarını kamuoyu adına savunmaktır. Ne yazık ki Türkiye'de her dönem medyanın büyük bölümü önce kendi çıkarlarını savundu. Yetinmedi, politize oldu. Yetinmedi, iktidarları değiştirmeye yeltendiler. Tam da bu yüzden gazeteciler, "Ey halkım; ölümün çaresini buldum." dese, halk, bu kötü kokuya muhatap olmamak için burnunu çevirip bakmıyor.
İyi de yapıyor.
Bakın, bir süredir Türk medyasında yeni moda, kapağı Meclis’e atmak. Milletvekili olmak için güç alanı oluşturarak liderler üzerinde baskı unsuru meydana getirmek için yazarlık ve tv programcılığı bulunmaz bir nimet.
Mesela Hüseyin Yayman...
Huriyet.com.tr’de köşe yazdığı gibi CNNTURK'te de program yapıyor. Uçan kuşlar biliyor ki, hem iktidar, hem de CHP'den vekil olmak için sahip olduğu medya gücünü kullanıyor.
Mesela Şükrü Küçükşahin...
Geçtiğimiz seçim vekil olmak için Kılıçdaroğlu'nun kapısından ayrılmadığını Antartika'daki Eskimolar biliyor.
Mesela Tufan Türenç...
Türenç'in CHP'den vekil olmak için tutuştuğunu Edirne'den Kars'a tüm çobanlar biliyor.
Bu ve benzer uyarılarda Doğan Gurubu’nun patronunun bana kızdığı kulağıma geliyor ama bu uyarılar için kızmak yerine teşekkür etmeli. Aydın Doğan gazetesini merkeze çekmek için gayret içinde bu doğru ama vekil olmak isteyen, yeniden yayın yönetmenlik koltuğuna oturma hayalleri kuranlar yüzünden patronu olduğu yayın organının yalpaladığını görmüyor mu? Ben Aydın Beyin gözüne değil, yoluna ışık tutuyorum.
Bu sefer sitem değil, kendisinden teşekkür bekliyorum!
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…