CHP, tuhaf ve çelişkilerle dolu bir parti; farklı günlerde farklı görünümler sergiliyor.
Bir bakmışsın, CHP’li bir yetkili dindarlarla yakınlık içinde, onlara şipşirin görünüyor.
Bir bakmışsın, bir başka günde, bazen aynı gün içinde, bir başka CHP’li yetkili dindarların kalbine bıçak saplayacak sözler sarf ediliyor, adeta onların dünyasını karartıyor.
CHP bu tutumunu sık sık tekrarlıyor.
Geçenlerde, CHP Lideri, dindarlara yönelik HELALLEŞME söylemini dile getirdi.
CHP genel Başkanı, bu açıklamalarında, 28 Şubat mağdurları ile bu bağlamda özellikle de başörtülü mağdurlarla HELALLEŞMEKTEN söz etti.
Kılıçdaroğlu, bu beyanlarıyla, “28 Şubat sürecinin başörtülü mağdurları hakkında devlet hata etti, biz iktidara gelirsek devlet namına sizlerden helallik dileyeceğiz” diyor.
Yani dindarlara karşı yapılan kötülüklerden, zulümlerden pişmanlık ifade ediyor.
Daha bu konuya ilişkin yazdığım yazımın mürekkebi bile kurumadan, bir başka CHP’li yetkili, Kılıçdaroğlu’nun (en yetkili kişi) CHP adına yaptığı açıklamalarla açıkça çelişen açıklamalar yaptı.
CHP’nin 1940’lı yıllardaki katı ideolojik kimliğini yansıtan bu açıklamayı geçen hafta içinde CHP Genel Başkanvekili Özgür Özel yaptı.
Özel’in TBMM’de yaptığı basın toplantısında, “Diyanetin Sıbyan Mektebi” açması ile alakalı otoriter, militan, dışlayıcı Laiklik kokan açıklamaları şu şekildedir:
“Diyanet, Okul Öncesi eğitim kurumları, eğitim birimi kuruyor. Okul öncesi eğitim, Diyanet’in işi mi, Milli Eğitimin işi mi? Sıbyan mekteblerini kurmuşlar, kurumsallaştırmaya, kalıcılaştırmaya, zorunlulaştırmaya çalışıyorlar. Bu kafayla, Bilim’in B’si, Fiziğin F’si, matematiğin M’si olmuyor üniversiteye gidince. Çocukları bütün dünya nasıl yetiştiriyorsa öyle yetiştirmek varken, bir ‘ORTAÇAĞ’ zihniyetine yönelmenin, bunu kurumsallaştırmaya çalışmanın, ne cumhuriyete, ne bu memlekete faydası var, ne de Anayasaya uygunluğu var”.
Özel’in yaptığı bu açıklamayla, Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları kandırmacı, dindarları aldatıcı mahiyette sözler mesabesine indirilmiş oldu.
Bu açıklamaların manası şudur:
“Her ne kadar Kılıçdaroğlu, dindarlara mavi boncuklar dağıtsa, sevimli görünse de, bu sözlere asla inanılmamalı, 1940’lı yılların CHP’si ile 2021’in CHP’si aynı. Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin inandırıcılığı, diğer CHP’li yetkililer tarafından derhal yok edilmektedir”.
CHP’nin Laiklik Anlayışı: Otoriter, militan, dayatmacı (dışlayıcı).
Otoriter ya da totaliter uygulamalara yol açan “dayatmacı laiklik”, dinin kamusal alandan tamamıyla çıkartılarak kişinin sadece “özel” alanında yaşamasına izin verilmesidir.
Otoriter laiklik telakkisinde, devlete yüklenen temel siyasî yükümlülüklerden biri de ÇAĞDAŞ hayat tarzı adı altında Dinin kamusal görünürlüğünün dışlanmasının sağlanmasıdır.
Başörtüsü yasağının gerisinde bu dayatmacı laiklik telakkisi mevcuttur.
Okul öncesi din eğitiminin karşısında olunmasının arkasında bu laiklik anlayışı vardır.
Bu zihniyettekilere göre, İslam Dini, “ORTAÇAĞ” zihniyetini sembolize etmektedir.
Kökleri Fransız aydınlanma düşüncesine ve pozitivist felsefeye dayanan, insan gerçekliğini anlamada ve beşeri meselelere çözüm geliştirmede İlahî yaratıcılık inancına karşı, rasyonel bilgilere mutlak üstünlük sağlayan, dinde hiçbir hakikat görmeyen, iman ve inanç yerine, aklın mutlak hâkimiyetini esas alan, dini inançları, köhneleşmiş ORTAÇAĞ zihniyeti olarak telakki eden materyalist (maddeci) felsefeye dayanan dayatmacı laiklik telakkisinde, devlete, toplumu dinden uzaklaştırarak sekülerleştirme misyonu yüklenmektedir.
“Din karşıtlığı” temeline yaslanan bu laiklik telakkisinde, din ve vicdan hürriyetinin alanının, ya minimize edilmesi amaçlanır ya da bu hak tamamen reddedilir.
Çoğulcu temele dayalı anayasal demokratik Cumhuriyetle esaslı şekilde çelişen bu laiklik telakkisi otoriter ya da totaliter cumhuriyetle uyumludur. Çoğulcu demokratik cumhuriyetle dayatmacı laiklik, siyah ve beyaz kadar birbirine zıttır.
Batıda Hâkim olan ve Hükümet Tarafından Benimsenen Laiklik: Pasif Laiklik
İnsan hakları ve çoğulculuk temelli Anayasal demokrasi ile uyumlu “pasif laiklik”de, devlet, dinin kamusal görünürlüğüne göz yumarak, dinlere karşı etkisiz bir pozisyon alır.
Bu laikliğin temelini, “devletin, dinlere karşı dışlayıcı bir tutum almayarak tarafsız kalması, din ve vicdan hürriyetine siyasi düşünce hürriyeti ile eş düzeyde teminat sağlaması, siyasi fikirlerle inanç grupları karşısında eşit mesafede durması, kamu düzeninin koruması amacı dışında dinin kamusal görünürlüğüne müdahale etmemesi” anlayışı teşkil etmektedir.
Pasif laiklik, her türlü Otoritarizm ve totalitarizmi dışlayan, hukuk devleti temelli anayasal demokratik cumhuriyetle uyumludur.
Bu telakkide, din ve vicdan hürriyetinin alanı, siyasi düşünce hürriyeti ile birlikte alabildiğine geniştir.
Pasif laiklikte, din eğitimi de, seküler düşüncelerin eğitimi kadar önemlidir.
Okul Öncesi Eğitim Batı’da Nasıl.
Özgür Özel, açıklamasında, “Çocukları bütün dünya nasıl yetiştiriyorsa öyle yetiştirmek varken, …” demiş.
Yani Özel, bu açıklamasıyla, Batı’da Dini Kurumların okul öncesi eğitim faaliyetleri yürütmediğini ifade etmek istemiştir.
Oysa maalesef Özgür Özel, Batı’daki uygulamalardan hiç, ama hiç haberdar değil.
Mesela, Almanya’da bazı anaokulları (Okul Öncesi eğitim kurumu) Kilise tarafından işletilmektedir. Kiliseye bağlı anaokullarında din eğitimi de verilmektedir.
Amerika’da, her yaştan çocuğa haftada bir gün bir saatlik din eğitimi verilebilmekte ve anaokulları da dâhil olmak üzere çoğu okullar, dini kurumlar tarafından işletilmektedir.
Hollanda’da çoğu okullar dini kurumlar tarafından işletilmektedir ve din eğitimi anaokullarından başlar ve temel eğitim boyunca devam eder.
İtalya’da din eğitimi derslerine devam etmek isteyen çocuklar için bir yaş veya zaman sınırlaması yoktur. Katolik öğretisi, anaokulundan liseye kadar kilisenin doktrinlerine bağlı olarak bölge piskoposunun seçtiği öğretmenler tarafından her devlet okulunda okutulur.
Bunlar örnek kabilinden bazı ülkelerdeki uygulamalardır.
Diğer birçok Batılı ülkede de, benzer uygulamalar mevcuttur.
Bir Soru: CHP bu politikaları ile Dindarlarla Nasıl Helalleşecektir?
Hür Havadis İnternet Sitesinde tarafımdan yazılan bir yazı dizisi çıkıyor.
Başlığı aynen şöyle: “Parayla Satılmayan ve Alınamayan En Büyük Servet: Güven”.
Bazı kavramların, doğrudan ya da dolaylı olarak meydana getirdikleri etkileri yönünden, mevcut olmalarına ya da olmamalarına bağlı olarak, farklı şekillerde, hem bireysel, hem de toplumsal ve kamusal ilişkilerde çok önemli sonuçları ortaya çıkabilmektedir.
Bu etkiler, bazen olumlu, bazen de olumsuz yönlerde olabilmekte, bir kısmının kısa, orta ya da uzun süreçte yıkıcı mahiyette neticeleri de söz konusu olabilmektedir.
Bu mahiyetteki kavramlardan biri “GÜVEN”dir.
Güvenin lügat (sözlük) manası, inanmak, itimat, kendini emniyette (güvende) hissetmek, birine bağlanmak, başkası tarafından aldatılmayacağına ya da ondan kendisine yönelik zarar gelmeyeceğine inanmak vb.’dir.
Güvende, taraflardan biri, diğer tarafın davranışlarıyla ilgili olumlu beklentiye sahip olmaktadır. Bireyler arasındaki ilişkilerde ve grup çalışmalarında güven, “bireylerin, ortaya çıkan davranışlardan ve alınan kararlardan karşılıklı olarak zarar görmeyeceklerinin teminatı” şeklinde nitelendirilmektedir.
Güvende, diğer tarafın, güvenen tarafın beklediği şekilde davranacağına ve olumlu anlamda beklentilerini karşılayacağına yönelik güçlü bir İNANÇ mevcuttur.
Bu esaslar çerçevesinde, CHP, dindarlara yönelik kesinlikle güven vermiyor.
Elbette ki, hiç bir parti mutlaka dindarlara güven vermek mecburiyetinde değildir. Ama bir yandan parti içinde en yetkili kişi dindarlara şirin görünmeye çalışırken, akabinde de bir başka partili yetkilinin aksi yönde sözler sarf etmesi ve bu sözleri de en keskin üslupla söylemesi, güven konusunu bir sorunlu bir KİMLİK meselesi haline getiriyor.
Bu şartlarda güven vermeyen bir partinin, başörtülülere yönelik helalleşme söylemleri, tamamen göz boyamadan ibaret, sahte; inandırıcılıktan uzak hale gelmektedir.
Bu sebepledir ki, dindar kesimlerden CHP’ye yönelik yaygın ve yoğun bir şekilde oy akışları gerçekleşmemektedir.
Belki bazıları, geçici bir kızgınlıkla, oy verdiği partide yaşadığı bazı sorunlar sebebiyle, CHP’ye bir ya da birkaç kez oy verseler de, kalıcı şekilde CHP’li olmamaktadırlar.
CHP’nin, bu politikayla tek başına iktidar olabilmesi, yakın gelecekte pek mümkün ve muhtemel görünmüyor.
CHP’li yetkililerin dindarlara yönelik güven sarsıcı neticelere sebep olan KESKİN tondaki söylemleri, muhtemelen bazı ittifak ortaklarını da rahatsız edebilecektir.
Bir ülkede, istikrarlı bir demokrasi açısından iktidar partisi kadar muhalefet partileri de çok ehemmiyetlidir. Çünkü muhalefet partileri, güçlenebildiği ölçüde, iktidar partisini siyasî olarak daha etkin olarak denetleyebilecek, muhtemelen yakın gelecekte iktidara gelebilecektir.
CHP, bu pozisyonun çok uzağındadır.
Nitekim bu partinin tek başına güçlenemeyeceği anlaşıldığı içindir ki, AK Parti’den bir şekilde soğuyan kişilerin gidebilecekleri bazı partiler de kurdurulmuştur. Fakat dindar seçmenlere GÜVEN vermeyen, hatta onları aşırı derecede rencide eden bir parti ile birlikte hareket etmeleri, bu yönde görüntü vermeleri, bu partiler için de bir handikap teşkil etmektedir.
Türk demokrasisinin, geniş kesimlere, samimi, sahici, inandırıcı ve gerçekçi manada GÜVEN veren muhalefet partilerine ihtiyacı vardır.
CHP’nin Dindarlara Yönelik Ürkütücü Kimliği
Son bir hususa daha temas etmek istiyorum.
CHP’nin, 1940’li yıllardaki ASLÎ kimliğini muhafaza ettiği halde, en üst yetkilisi tarafından dindarlara gülücükler dağıtması, onun sahte kimliğini teşkil ediyor. CHP’nin iktidara geldiği bir ortamda, helalleşmeler rafa kalkacağı gibi, başörtüsü ve din eğitimi temelli kısıtlamalar da derhal gündeme gelebilecektir. Çünkü bu uygulamalar, 1940’lı yıllardaki CHP’nin ASLİ kimliğinin tezahür şekilleridir.
Bu sebeple, CHP’nin, güven vermeyen söylemleriyle üzerini örtmeye çalıştığı gerçek kimliği, dindarlar açısından ciddî manada tehdit teşkil etmeye devam etmektedir.
CHP, asli kimliği ile hala dindarlar için ürkütücü ve korkutucu yüzünü korumaktadır. Her ne kadar bu yüzünü bazı ŞİRİN söylemlerle örtmeye çalışsa da, bunda başarılı olamamaktadır.