CHP’nin Din ve Vicdan Hürriyetine İlişkin Kimliği
“Laiklik kimliği”nin şekillenmesinde en belirleyici konulardan biri de din ve vicdan hürriyetidir. Laiklik otoriter ve militan kimliğe büründüğü ölçüde din ve vicdan hürriyetinin alanı daralır. Burada önce CHP’nin katı otoriter militan dışlayıcı laiklik anlayışı kapsamında benimsediği İslam Dinine ilişkin yaklaşımını ortaya koyacağız, daha sonra da son yıllardaki bu yaklaşıma yönelik kafa karışıklıklarına sebep olan açıklamalara yer vereceğiz.
CHP’nin kuruluşu döneminde benimsediği, “dinde hiçbir hakikat görmeyen felsefi anlamda laiklik” kimliğinin çok net ve belirgin olduğu tek parti iktidarı döneminde dine karşı tutumu büyük ölçüde dışlayıcı yönde idi. Bu yöndeki belirlemeleri teyid eden birkaç açıklamaya yer vereceğim.
CHP’li Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt: “İslâm 14 asırlık sakat bir inançtır. İslâmiyet ilerlemeye engeldir. Bu dinle yürünmez, mahvoluruz”. Hatta Kâzım Karabekir Paşa hatıralarında, Bozkurt’un, “Anayasaya devletin ‘resmi dininin Hıristiyanlık’ olduğunu yazalım, çünkü İslâmlık terakkiye manidir. Bu dinle yürünmez mahvoluruz. Ve bize de kimse ehemmiyet vermez” dediğini nakletmektedir (Kâzım Karabekir Anlatıyor, 1993, s. 86-87).
CHP’li Başbakan Şükrü Saraçoğlu: “Din zehirdir. Türkiye’den dini tamamen atabilmek için bize 30 sene lazım”.
CHP Milletvekili Falih Rıfkı Atay: “İslamiyet denince aklıma çorap kokusu geliyor”.
CHP Milletvekili Ahmet Refik Sevgil, “Allah’ı da Sultanla birlikte tahtından indirdik. Bizim mâbedlerimiz fabrikalardır”.
İnönü’ye göre harf devriminin amacı okuma yazmada kolaylık sağlamak değil, Arap-İslam dünyası ile bağları kopartarak yeni nesillere geçmişin kapılarını kapatmaktır. Dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatacak bu devrimle yeni nesiller, Kur’an kurslarına gitseler bile artık eski yazıyı öğrenemeyecekler, böylece Arap kültürünün etkisinden kurtulan Türk kültürü, esaslı bir değişime uğrayacaktır (Sebahattin Selek, İsmet İnönü Hatıralar, s. 223).
Bu düşünceler, CHP’nin kuruluş ve tek parti dönemindeki kimliğinin laiklik ve din ve vicdan hürriyetine ilişkin kısmını yansıtmaktadır. CHP’nin bu katı kimliği, 1940’lı yılların sonlarına kadar devam etti. CHP’liler, 1950 yılından sonra, merkez sağ ve muhafazakâr hassasiyetleri olan diğer partilere karşı katı laiklik anlayışını savunmayı sürdürdüler.
Bu dönemde, İslam Dini, laikliği devlet politikası olarak savunan merkezi seçkinler tarafından irtica ile eş anlamlı algılanmış, İslamiyet, Türkiye’nin çağdaşlaşması önünde önemli bir engel ve merkezi siyasal otorite üzerinde ciddi bir tehdit unsuru olarak kabul edilmiştir. Milli mücadelenin kazanılmasından sonra, CHP’nin benimsediği katı otoriter, militan dışlayıcı laiklik ve din politikaları kapsamında CHP seçkinleri tarafından gericilik olarak ifade edilen İslâm Dini, katı ve pozitivist bir yol izlenerek, hem toplumsal hem de siyasî hayatın dışına itilerek ötekileştirilmeye çalışılmış ve bu kapsamda seküler bir toplum inşa edilmesi çabaları ortaya konulmuştur. Köker’e göre, “‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ mottosu, Kemalizm’in çağdaşlık ve bilim perspektifinin temelinde bulunur. Bu çerçevede laiklik, İslâmî inanç sistemi yerine pozitivist, bilimsel inanç ve tasarım sisteminin inşasına dayanır (Levent KÖKER, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, s. 88). İnönü’ye göre, “İslam’ın göstergeleri olan türbe ziyaretleri, camiye gitmek, kurban kesmek gibi dinsel öğeler dinin siyasete alet edilmesinin göstergeleridir” (Metin HEPER, İsmet İnönü, s. 97-99).
Kılıçdaroğlu öncesi dönemde yapılan bazı açıklamalara da burada yer vereceğim.
CHP Parti Meclisi Üyesi Sera Kadıgil: “O ezanlar ki şehadetleri dinin temeli ama benim yurdumun üstünde ebedi inlemesin artık”.
CHP Milletvekili Mehmet Şeref Aykut: “Yakılan ve ebediyen çöken Arap-Acem dini tahakkümdü. Ayet ve Hadis saymakta mana yoktur. İslam dini çökmüştür”.
Bu dönemlerde CHP’nin kimliğinin laiklik ve din konularına ilişkin kısmı büyük ölçüde belirginliğini korudu. Bu belirginlik, Deniz Baykal’ın genel başkanlığının sona erdiği döneme kadar, büyük ölçüde devam etti.
Yakın geçmişe kadar CHP siyasetinin parametrelerini; “katı dışlayıcı laiklik”, “şeriat tehlikesi”, “dinin siyasete alet edilmesi”, “irtica” vb. konular teşkil etmiş ve parti yetkilileri veya politika yapıcıları katı dışlayıcı ideolojik merkezli bir siyaseti ortaya koymuşlardır. Bütün bunlar CHP’nin kurucu kimliği ile uyumlu görünmektedir. Bütün bu açıklamalar, CHP’nin (İslâm) Din(i) karşıtı bir parti olduğu yönünde algının oluşmasına sebep olmuştur.
Dinle Alakalı Söylem Değişikliği ve Çelişkiler, Belirsizlikler, Karmaşalar
Laiklik, din ve vicdan hürriyeti ile alakalı katı ideoloji eksenli siyasetin CHP’nin önünde en büyük engel olduğu düşünülerek son yıllarda bir politika değişikliğine gidildiği izlenimi veren söylemler dile getirilmeye başlandı. Bu politika değişimi kapsamında CHP’lilerin dindarlara yönelik bazı açılımlar yapmaya çalıştığı görülmektedir. Bu yönelim kapsamında Kılıçdaroğlu’nun, bir yandan iktidara yönelik eleştirilerinin merkezine sosyal devlet anlayışını ve ekonomik sorunları koyarken, diğer yandan da din ve vicdan hürriyetine ilişkin bazı konularda yapıcı söylemler dile getirildiği görülür. Fakat bu dönemde, CHP adına yapılan açıklamalarda tam bir belirginlik ve bütünlüğün varlığından söz edilemez. Asıl kimlik belirsizliği de esasen bu dönemde belirmiştir.
Burada, kimlik belirsizliğine sebep olan bazı çelişkili açıklamalara yer vereceğim.
Kılıçdaroğlu, “Ben bugün için laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum”, “din alanında özgürlükleri daha da genişletmek lazım” diyerek dini baskılayan laiklik anlayışı yerine din hürriyetini koruyan bir laik anlayışını ortaya koymuştur. Kılıçdaroğlu daha da ileri giderek, “Ben bir siyasetçiyim ve ahlak bunalımının bir toplumu nerelere savurabileceğini biliyorum… Milletimizin yüzyıllar boyunca özümsediği, içselleştirdiği Peygamber ahlakından uzaklaşarak, din ve dindarlık adına ne yaparsak yapalım sonuç hüsran olacaktır. Çünkü uzaklaştığımız o ahlakın yerine ikame edeceğimiz hiç bir şeyimiz yok. Hiç bir siyaset, hiç bir ideoloji, hiç bir sosyal program o boşluğu dolduramaz (2010 yılı)” sözleriyle, klasik CHP kimliğinden uzaklaşarak muhafazakâr kimlikle uyumlu bir söylemi dillendirmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanı sıfatıyla dillendirdiği bu politika değişikliği, CHP’deki bazı aktörler tarafından desteklenirken, bazı Kemalistleri rahatsız etmiştir.
“Türkiye’nin laiklikten koptuğu yönündeki endişe giderek azalıyor. Türkiye bugün daha muhafazakâr yapıda ama bundan öteye gitmez!” diyen (dönemin) CHP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap, Kılıçdaroğlu’nun bu söylemini desteklemiştir.
Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin çoğunluğunun kendisi ile aynı fikirde olduğunu belirten CHP milletvekili Faik Tunay’a göre, Türkiye’de irtica tehdidi bulunmamaktadır.
Kılıçdaroğlu, Matkap ve Tunay’ın bu açıklamaları sonrasında CHP’li Birgül Ayman Güler, reddiye kabilinden şu açıklamayı yapmıştır: “İrtica tehdidi yoktur. İrtica iktidardadır. Tehdit olmaktan çıkmış, iktidara yerleşmiştir” (Melih Âşık, Milliyet Gzt., 07. 03. 2012).
CHP eski genel başkanı Deniz Baykal’dan da benzer tepkiler geldi. Kılıçdaroğlu’nun başkanlığındaki CHP yönetiminde laiklik bağlamında yaşanan değişimi “eksen kayması” olarak değerlendiren Baykal’a göre “bu yaşananlar, CHP’ye kurulan bir tuzaktır. İktidar olmak hafif eksen kaydırmasıyla olsaydı bugüne kadar olurdu. Daha derin bir durum var. Bu CHP’yi AKP’lileştirmektir” (Uğur Dündar, Arena, 08.11.2010).
Kılıçdaroğlu ve ekibinin söylem değişikliğine yönelik CHP içindeki tepkiler bunlarla sınırlı değildir. CHP milletvekili Nur Serter’ göre, “CHP’de artık 2 ok kırılmıştır. Laiklik ve milliyetçilik okları ortadan kalkmıştır” (Milliyet, 29.09.2012).
CHP’li milletvekilleri Gürkut Acar, Dilek Akagün Yılmaz, Birgül Ayman Güler, Süheyl Batum, Oktay Ekşi, Mehmet Siyam Kesimoğlu ve Şevki Kulkuloğlu’nun ortak imzalarıyla yayınlanan bildiride şu ifadeler yer almıştır: “Dini simgeleri devlet hizmetine sokan bu ve benzeri düzenlemeler, kamu hizmetlerinde tarafsızlık ve eşitliği ortadan kaldırır. Devletin tarafsız ve eşitlikçi muamele kanallarını tıkayan rejimlerde, hiçbir yurttaşın hak ve özgürlükleri güvence altında olamaz” (14.10.2013). İçlerinde CHP’li milletvekillerin de olduğu 119 kişinin imzalanan 13.12.2013 tarihli, “Laik Devlet Özgür Toplum Aydınlar Bildirisi”nde de, CHP yönetiminin yukarıda sözü edilen söylem değişikliğine yönelik benzer yönde ağır eleştiriler getirilmiştir. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, “İnandığınız Allah’ınız belanızı versin”; “Boşuna namaz kılmayın, cennette boş yer kalmadı” diyerek dine hakaret etmiş ve “açıklamalarımın parti politikalarından ayrışan hiçbir yanı yok” demiştir.
Burada, Kılıçdaroğlu’nun din hürriyetine yönelik değişim sinyali veren açıklamaları ile çelişerek kimlik belirsizliklerine yol açan bazı açıklamalara yer vereceğiz.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, şu ifadeleri kullanmıştı: “Diyanet okul öncesi eğitim birimleri kuruyor. Okul öncesi eğitim Diyanet’in işi mi Milli Eğitim’in işi mi? … Çocukları bütün dünya nasıl yetiştiriyorsa öyle yetiştirmek varken bir ‘ortaçağ zihniyeti’ne yönelmenin, bunu kurumsallaştırmaya çalışmanın ne bu Cumhuriyet’e ne de bu millete faydası vardır” (Milliyet Gzt., 30 Aralık 2021).
Özel’in Diyanet İşleri Başkanlığının Kur'an-ı Kerim kursları için “ORTA ÇAĞ ZİHNİYETİ” benzetmesi yapması hakkındaki görüşünün sorulması üzerine konuşan CHP Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak şu açıklamayı yapmıştır. “Partimizin din ve vicdan hürriyeti konusundaki duruşu son derece açık ve nettir. Yine Anayasanın din ve vicdan hürriyeti konusundaki 24’üncü maddesi de son derece sarihtir. Dolayısıyla arkadaşlarımızın açıklamaları da bu çerçevede değerlendirilmelidir” (İHA, 3 Ocak 2022).
Öztrak’ın bu sözlerle, Özel’in açıklamalarını açık ve net bir şekilde destekleyip desteklemediği belli değildir. CHP’nin resmi programında ve bu partinin kurucu kadrosunun söylemlerinde dillendirilen kurucu felsefesi referans alındığında, Öztrak’ın, Özel’in bu açıklamalarını desteklediği söylenebilir. Fakat mesele bir de Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemi bağlamında değerlendirildiğinde farklı bir netice ihtimali belirmektedir. Peki, Öztrak, buradaki açıklamalarıyla bu iki neticeden hangisini amaçlamıştır? Cevap belirsizdir(?????).
CHP Milletvekili Murat Bakan, “TSK içinde gizlice odalarında zikir çekenlere ve takkelerini takıp ibadet edenlere çok yakında biz gerekeni yapacağız” şeklinde yaptığı açıklamalarla askeriyedeki dindarları tehdit etmiştir (02.08.2022). Burada, zikir çeken, ibadet eden (namaz kılan) dindar bir kişinin TSK bünyesinde yer alamayacağını beyan eden katı otoriter militan laiklik anlayışını yansıtan bir söylem dile getirilmektedir.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın, Hacı Bayram-ı Veli Camiinde Cuma hutbesinde söylediği “İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir. (…) Ey insanlar! Canımıza, aklımıza, inancımıza, malımıza ve neslimize zarar veren şeylerden uzak duralım” şeklindeki Kur’an ve Hadislerdeki İslâmî esaslarla uyumlu olan sözlerine, CHP Milletvekili İbrahim Ö. Kaboğlu, “Diyanet İşleri Başkanının konuşması, ayrıştırıcı, insanların eğilimleriyle, yaşam tarzıyla ilgili onlar arasında ayrıştırma sonucu doğuran nefret tohumları ekici bir konuşma olunca, ona tepki göstermek esasen bizim vekiller olarak görevimizdir, baroların da görevidir” şeklinde tepki verdi. Benzer tepkiyi, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen (25.04.2020), CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak (27.04.2020) ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu (29.04.2020) da verdi.
Burada Kur’an ayetlerinden ilham alınarak okunan hutbedeki ifadeler için “nefret dili” ve “düşmanlaştırıcı” olarak bahsedilmesi, CHP’nin helalleşme yönündeki çabalarının ya ne kadar cahilane olduğunu ya da gerçek kimliğini gizleme amaçlı olduğunu gösteriyor. CHP’liler şayet helalleşme yönelimi ile muhafazakârlarla barışmak niyetinde ise, bu tepkilerin muhafazakâr tabanda karşılığı sıfırdır.
Daha yakın tarihlerde Millî Savunma Üniversitesi Harp Okulları Yönetmeliğinde Harp Okulları ile Astsubay Yüksekokullarına giriş şartları arasında bulunan “irtica” maddesinin çıkarılması konusunda TBMM Milli Savunma Komisyonu üyesi CHP Sözcüsü ve Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan, “bu düzenlemenin cemaatlere alan açmaktan başka bir anlamı olamaz” diyerek tepki vermiştir (Halil ATAŞ, Sözcü Gzt., 25 Mart 2021). Oysa, geçmiş yıllarda dindar kişilerin, sadece TSK bünyesinde değil, hemen her alanda en çok mağdur edilmelerini, haklarından mahrum bırakılmalarını meşrulaştırıcı yönde işlev gören kavram, muhtevası belirsiz, bir nevi “kıyım makinası” gibi işletilen “irtica” kelimesidir. Helalleşme kapsamından mutlak bir şekilde terk edilmesi gerekilen bir kavramı CHP’lilerin tekrardan sahiplenmeleri, bu yeni yönelimle uyumlu değildir.
Burada dillendirilen her iki söylem, uyumlu ve barışık değildir. Birbirlerini inkâr eden söylemlerdir. Bu söylemlerin tavizsiz olarak bir arada olduklarını söylemek mümkün değildir.
Laiklik ve din ve vicdan hürriyeti bağlamında, gerek CHP’nin kurucu kimliği, gerek genel başkan Kılıçdaroğlu ve diğer bazı yetkililerin helalleşme adı altında yaptıkları kurucu kimlikle çelişen açıklamalar ve gerekse Kılıçdaroğlu ve bazı yetkililerce yapılan bu açıklamaların tam aksi yönde kurucu kimlikle de uyumlu olarak yapılan açıklamalar, CHP’nin kimliğinin, laiklik, din ve vicdan hürriyeti ile alakalı politikalarını belirginsizleştirmektedir.
Burada şu soruyu sormak gerekir: CHP’nin laiklik ve din ve vicdan hürriyeti konusundaki görüşlerini bilen var mıdır? Bu görüşlerde belirleyici olan, Kılıçdaroğlu ve onu destekleyen az sayıdaki kişinin görüşleri mi, yoksa CHP’nin kurucu felsefesi ile belirlenen anlayışı üst perdeden dillendirenlerin görüşleri midir?
Bu soruların net bir cevabı yoktur. Tam bir karmaşa ve belirsizlik söz konusudur.
Bu durumda, muhafazakâr dindar cenahta şu yönde bir kanaat ve algı belirmektedir:
“Kılıçdaroğlu ve ekibinin, ‘helalleşme’ söylemi, muhafazakâr kesime uzatılan bir seçim havucu mahiyetindedir, samimi bir af ve pişmanlık dileme tutumu değildir. Burada, esaslı bir söylem değişikliğinden ziyade, CHP’nin muhafazakârlara yönelik tahrip edici ve dışlayıcı kimliğini gizlemeyi amaçlayan çabalar söz konusu. Bu çabalarla, inandırabildikleri ölçüde muhafazakâr camiadan oy devşirilmesi amaçlanmaktadır. Muhafazakâr kesimden oy devşirme yönündeki kurucu felsefe ile uyumsuz söylemler dillendirilirken, bir de, CHP’nin kati laikçi kimliği eksenindeki söylemler de ihmal edilmeyerek, bu partinin çekirdek tabanının tatmin edilmesi amaçlanmaktadır. Yani, Batıda yaşayanlara yönelik pozitivist seküler, doğuda yaşayanlara yönelik saf Müslüman görüntüsü sergileyen ikircikli bir politika söz konusudur”.