Okuyucu yorumlarında sık sık, “Hep siyaset yazıyorsun, Hıncal Uluç gibi her daldan yazı yazsana, siyasetin dışında bir konu yazamıyor musun yoksa?” şeklinde mailler geliyor…
Doğrusu gece hayatı pek olmayan bir gazeteciyim…
Eskilerin deyimiyle, “Mazbut’ bir yaşam diyebiliriz…
Fenerbahçe’den biraz, Galatasaray’dan az anlarım…
Bu kadarı spor yazmak için yeterli değil…
Aslında sanat yazabilirim, özellikle sinema…
Ne de olsa açık hava sinemalarına yetişmiş bir kuşağım…
Kulaklarımda halen şu sihirli sesler var;
“Yumrukların konuştuğu muazzam filmi Saner film gururla sunar… Cüneyt Arkın… Cüneyttt Arkın… Türk sinemasının taçsız kralı… Türkan Şoray… Türk sinemasının kralına, Türk Sinemasının kraliçesi eşlik ediyor… Türkannn Şorayyy..”
Arkası açık Skoda model arabada, elinde megafon onlar bağırır, ben arkalarından koşardım…
Ne güzel günlerdi…
Bir ara yazarız…
Damak tadım ise klasik…
Pilav, Tandır Kebabı, Mantı…
Hepsi bu…
Fransız mutfağının peynirli soğan çorbasından, nanesi az Meksika köftesine kadar bir çok yemeğin tadını bilirim ama;
Pilavın yerini hiç biri tutamaz…
Girizgahtan anladınız sanırım, size yine ‘temcit pilavı’ yedireceğim…
Afiyet olsun…
Anlatacağım mevzuyu yeni duydum…
Sanırım 2 ay kadar önce yaşanmış bir hadise…
Kahramanlarımız; Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün bir danışmanı ve çok ünlü bir gazeteci…
Her ikisi için de vereceğim ufak ip uçları bile tanımanıza yetecek…
İp uçlarını yazının arasına serpiştireceğim, merak etmeyin…
Cumhurbaşkanı Gül’ün danışmanı ve çok ünlü gazetecimiz siyasetin sıkıcı havasını dağıtmak için Çankaya’da bir ‘bar’da demlenme ihtiyaçlarını gidermek için bir araya gelirler…
Ne de olsa eskiden aynı grupta (!) olmanın verdiği rahatlıkla, rahat rahat her daldan sohbete ederler…
Ünlü gazetecimiz yazıya konu olabilecek ayrıntıları dikkatle hafızasına kazımakla meşgülken, bir anda deprem gibi bir hızla ünlü danışmana ‘Bar’ garsonları saldırmaya başlarlar…
Öyle böyle değil, çok ciddi bir dayak yer danışmanımız…
Ünlü gazetecimiz şaşkınlığını üzerinden atana kadar eskilerin deyimiyle danışman, “Hacamat’ edilir…
Diyeceksiniz ki neden?
Maalesef bilmiyorum…
Sebebini öğrenirsem, sizlerle paylaşacağım…
Fıkra gibi
Çok da samimi olmadığım bir gazeteci ile sohbet ettik…
Kendisine iki basın kuruluşundan teklif geldiğini söyleyerek, “Sence nereyi kabul etmeliyim?” diye sordu…
“Nerede rahat yazacaksan, orayı tercih et…” dedim.
Çok kararsızdı…
Kendisine ısrarla,”gel” diyen basın kuruluşu ile ilgili tereddütlerini aktardı bana…
Bunun üzerine, “O zaman diğer yere git” dedim…
“Hımmm..” dedi…
Bir kurnazlık tonu hissettim ama, “Dur bakalım” diye içimden geçirdim…
Bu gazeteci yeme içme, “Talat Atilla falanca gazeteye gitsen daha iyi olur” dedi, diye etrafa yaygarayı bas…
Güya, daha sonra gittiği yerdeki dostlarım da diyecek ki, “Görüyor musun Talat’ı, bizim basın kuruluşunu değil de, diğer yeri tercih etmesi için telkin” ediyor…
Yahu, ben hiçbir basın kuruluşunun ortağı değilim… (kendime ait bir yerim var)
Bana ne nereye gideceksen…
Ne kadar ayıp…
İnsan yalan söylerken bile, yalanın vicdanlısını söyler…