Hep yazar-söylerim; Türkiye, Ortadoğu’ya değil batıya (çağdaşlık anlamında) yönelmelidir. Ortadoğu bir bataklıktır, çıkışı yoktur. Sadece siyasi yönden değil asıl, kültür ve uygarlık açısından… Türkiye’nin eksikliklerini kapatacak taraf çağdaş uygarlıktır. Türkiye, batıda bir doğulu olur, ama doğuda bir batılı olamaz. Atatürk’ün koyduğu çağdaş uygarlık hedefi bu anlamda çok doğrudur, doğru olduğu da süreç içersinde Türkiye’nin geldiği nokta ile ispatlanmıştır. Osmanlı sonrası en geri, yoksul yerlerden biri Anadolu iken, petrol gibi bir geliri de olmamasına rağmen bugün Osmanlı coğrafyasının en ileri ülkesi Türkiye’dir. Çünkü, doğru olan tercihi yapmış çağdaş uygarlık hedefini (Batıya rağmen) seçmiştir.
Bu yazımda bu konuya da örnek olabilecek bir çalışmayı ve yazarı tanıtmak istiyorum. Dücane Cündioğlu’nu tanımam fakat yıllardır okurum. Kendini çok geliştiren, çok verimli yazarlarımızdan. Yazar derken yanlış anlaşılmasın aslında tasavvuf ehli. Bir çok tasavvufi ve dini konulu çalışması var. Şimdi de “Sanat ve Felsefe” ( Kapı Yayınları) konusunda bir çalışma yapmış. Özellikle batı resmini irdeliyor. Bazı batılı ressamları ve eserlerini almış felsefi açıdan yorumlamış, müthiş sarsıcı. Ben çok etkilendim ve beğendim. Bir çok Arap kökenli sanatçı ve düşünür batıda yaşayarak, batılı olarak güzel, farklı ve etkileyici eserler vermişlerdir fakat Cündioğlu bunu batıda değil Türkiye’de yaşayarak yapıyor. Van Gogh’u, Klimt’i yorumlayışı bende çok güzel duygular yarattı. Paylaşma ihtiyacı hissettim.
“Sanat ve Felsefe” birkaç sayfalık kısa yazılardan oluşuyor. Yazarın tarzı bu. İstediğiniz yerden başlayarak okuyabilirsiniz.Yazar, ele aldığı yada konu ile bağlantılı gördüğü ressamların resimlerini de renkli olarak kitaba koymuş. Resmi farklı bir gözle görüyor ve yorumu okuyorsunuz. Cündioğlu, kitabın başında “zer ile zor arasında” başlıklı yazısında “Muhafazakar sanat olmaz bu yüzden! Başka bir nedenden dolayı değil, sanatın özü gereği olmaz. Eğer kelimelerin haysiyetini korumakta ısrar edeceksek, açıkça ifade etmekten niçin çekinelim: sanatın değil sadece, sanatçının da muhafazakarı olmaz. Çünkü tahayyülün korunması gereken sınırları olmaz.” diyor ve devamında, “İnsanın en büyük eseri kendisidir, eğer anlamını bilirse” gibi önermeleri nefis örneklerle bezeyerek sarsıcı, keyifli bir üslupla devam ediyor.
Benim çok etkilendiğim yazılardan biri “tanrı’nın rengi” başlıklı olanı oldu. Alman ressam Franz von Stuck’un Günah adını verdiği tablosunu yorumlamış. Ressamı ve eserini bilmezdim. Üst tarafı çıplak ama bir kocaman, kara yılanın dolandığı bir kadın resmi… Tabloda hakim renk siyah. Kadının gözleri siyah ama bakışları masumiyet, günah ve kötülük timsali. Karışık. Olağanüstü. Cündioğlu, burada günahı bu tablodan yola çıkarak nasıl etkileyici bir şekilde anlatmış, inanın okumanın keyfini yaşıyorsunuz.
“Günahın cazibesi, günahkarın kendisine doğru sürüklenişinin bile bir bilincin eseri olduğunu gösterir”
“Hakikatte bilinçten saklı günah olmaz. Bilinçsizce hata olur, suç olur ama günah olmaz.”
“Suçluluk duygusu, yasak eylemini gerçekleştirdikten sonra ortaya çıkan bir duygu değil aslında. Hiçbir şey yoktan var olmaz çünkü! Suçluluk duygusu bir zuhurdur, zaten var olanın kendini belli edişidir.”
“Günaha sürüklenirken, eylemin öncesinde hissedilen tarafına bakmalı. Bilinçli tarafına. İnsanın hem taleb eden, hem reddeden, yani hem koşan hem kaçan tarafına, iki uç arasında biteviye salınan tarafına”
Ben kısa tadımlık örnekler verdim ama “dinsel şehvet” ve “bilmek var etmektir” adlı yazıları özellikle öneririm.