Türkiye’nin Demokratikleşme Serüveni
Türkiye’de 1876 yılında yapılan ilk demokratik seçimden bu yana, takriben 150 yıllık demokratikleşme serüveni ve çabası söz konusu. Bazen Anayasanın askıya alınması (1878-1908), bazen tek parti yönetimi, bazen ordunun doğrudan ya da dolaylı müdahalesi sonrasında demokrasimiz ara sıra inkıtaa uğrasa da, demokratikleşme çabasından geri durulmamıştır.
AB üyeliği çabalarında Türkiye’nin önüne “Kopenhag Siyasal Kriterleri” konularak, bu kriterlerin yerine getirilmesi, demokratikleşme için şart görülmüştür.
Türkiye, Avrupa Konseyinin kurucu üyeleri arasında yer aldı; bu üyelik kapsamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzaladı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargılama yetkisini kabul etti. Bütün bunlarla amaçlanan, Türkiye’nin demokratikleşmesidir.
Türkiye’nin Terörle Engellenmesi Çabaları
Bu serüvenler yaşanırken, Türkiye’de 12 Eylül 1980 öncesi dönemde tarihinin en kanlı terör eylemleri yaşandı. Bu yıllarda, sağ-sol çatışmaları içinde Türkiye, hem toplumsal hem de iktisadi yönden çok ağır bedeller ödedi.
1980’li yıllardan sonra Türkiye PKK terör eylemleri ile sarsıldı. Bu örgütün kanlı terör eylemlerine karşı yürütülen mücadeleler ve terör saldırıları neticesinde onbinlerce masum sivil vatandaşımız ve askerlerimiz şehit oldu. Ülkemiz Yüzmilyarlarca dolar zarara uğratıldı.
Kanlı terör örgütü PKK’nın siyasî uzantısı olan çok sayıda parti kuruldu. Geçmiş yıllarda bunların çoğu kapatıldı. Kapatılan her bir partinin peşi sıra derhal yenisi kuruldu. Bu mahiyetteki en son parti HDP’dir. HDP hakkında, Anayasa Mahkemesinde (AYM) kapatma davası açıldı ve bu dava devam ediyor. Gerekçe, PKK ile olan gayrı meşru ilişkilerdir.
Her tarafı KANLI terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı olan ve bu örgütün dağ kadrosu tarafından sevk ve idare edilen HDP’li yöneticiler, sürekli demokrasiden söz ediyorlar. Bu kapsamda HDP eş genel başkanı Mithat Sancar’ın açıklaması şu yöndedir:
“Ülkeye güçlü bir demokrasi ve sağlam bir barış getirmek istiyoruz”.
Bu demokrasi nasıl bir şey ki, PKK’nın siyasî uzantısı HDP demokrasiden bahsediyor.
Burada siyasî uzantıya kısaca temas etmekte fayda var.
HDP’nin, PKK’nın siyasi uzantısı olması ile kastedilen, “PKK, terör eylemleri ile amacına ulaşmak istediği halde, HDP’nin, bu örgütten bağımsız olarak, aynı amaçlara demokratik zeminde, hiçbir şiddeti onaylamaksızın ulaşmak istediği” şeklinde değildir.
Bilakis, HDP’nin, legal/anayasal meşru bir parti görünümü vererek, aynı amaca PKK ile tam bir dayanışma içerisinde ulaşmak isteyen bir yönelimi mevcuttur.
Yani dağdaki PKK’lı teröristlerle, HDP’nin, Meclisteki, Genel Merkezindeki, yerel yönetim birimlerindeki kadrosu arasında dayanışma ve organizasyon söz konusudur.
HDP, PKK’yı hiçbir zaman terör örgütü olarak görmedi, onu kanlı eylemlerinden dolayı kınamayı reddetti. PKK’nın dağ kadrosu, sürekli HDP’yi yönlendirici açıklamalar yaptı. Hatta PKK’nın dağ kadrosuna eleman kazandırılmasında bu partinin doğrudan katkısı oldu. Bunun en bariz (açık) delili, Diyarbakır annelerinin evlatlarının yaşadıklarıdır.
Hadiseleri sadece açıklanan bazı beyanlarla değerlendirmek, hem yetersiz, hem de külli neticeyi görememektir; yani tam manası ile KÖR’lüktür.
Diğer yandan, PKK’nın ve onun güdümündeki HDP’nin harici uzantılarını, destekçilerini, hatta organizatörlerini görmeksizin, bu partinin yöneticilerinin salt demokrasi söylemlerine inanmak, herkesin görebildiği TSUNAMİYİ görememek demektir.
HDP-PKK-YPG-KCK-ABD İlişkileri: Nihaî Amaç Ülkemizin Bölünmesi mi?
Uluslararası arenada, devletlerin kendilerine doğrudan bağlı bir unsur olan resmî orduları yerine, dışarıdan destekledikleri devlet dışı aktörler eliyle çıkarlarına ulaşmalarını sağlayan, çok yönlü güç mücadelesine “vekâlet savaşları” denmektedir. Emperyal güçlerin, terör örgütleri vasıtasıyla diğer ülkelerde yaptıkları savaşlar da, “vekâlet savaşları” olarak değerlendirilir. Vekâlet savaşlarının yürütülmesinde etkin rol alan terör örgütleri, genellikle haricî ülkelerin destek ve organizasyonunda faaliyet yürütürler. DEAŞ, ELKAİDE vb. örgütler, vekâlet savaşlarında kullanılan en çok bilinen taşeron örgütlerdir.
PKK, YPG, KCK da, harici güçler tarafından yürütülen vekâlet savaşlarının taşeron örgütleridir. Bu sebeple, bu terör örgütleri, ABD’nin kurdurduğu, yönlendirdiği, onbinlerce TIR dolusu silahlarla beslediği, sair emperyal güçler tarafından da desteklenen yapılardır.
PKK’nın temel amacı, Kürt vatandaşlarımızın eksik kalan bazı demokratik haklara kavuşturulmaları falan değildir. Bu ülkeyi, bölüp parçalamaktır. Bir taraftan Ermenistan’ın sınırlarını Anadolu’ya doğru genişletmek, diğer taraftan büyük Kürdistan Devleti projesi kapsamında ülkemizin üçte birini kopararak İsrail-ABD uydusu bir devlet oluşturmaktır. Demokrasi, Kürtlere demokratik hakların sağlanması söylemi, sadece işin aksesuar tarafıdır.
Gerek Kuzey Irak’taki yerel Kürt yönetimi, gerekse sair Kürt terör yapılanmaları bunu zaten gizlemiyorlar.
Nitekim geçenlerde, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile ABD Uluslararası Din Hürriyeti Komisyonu ve Patriot Voices topluluğu başkanı Nadine Maenza ile Türkiye’nin bölündüğünü gösteren bir haritanın önünde poz verdiler.
Bundan takriben yüz yıl önce, Willson tarafından yayımlanan haritada, ülkemizin topraklarının çeşitli ülkelere peşkeş çekildiği görülmektedir. 28 Eylül 2006 günü NATO bünyesinde gerçekleştirilen bir toplantıda, brifing veren ABD’li bir Albay, Bölünmüş Türkiye haritasını, toplantıda duvara asmıştır. 2008’de ABD Kongresi Araştırmalar Merkezi benzer içerikli bir harita yayınlıyor. Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (26 Nisan 2018-20 Ocak 2021), kendi internet sitesinden Türkiye’yi ortadan bölen bir harita yayınlıyor.
Mesud Barzani ve Nadine Maenza Türkiye’nin bölündüğünü gösteren harita önünde poz veriyorlar
Bu resim ve haritalar, boş yere yayınlanmıyor. Yayımlanan bu resim ve haritalarla, PKK, YPG, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve ABD’nin vermek istediği net mesaj şudur:
“Türkiye’yi mutlaka bölmek istiyoruz, taşeronlar da PKK, KCK, YPG vd’leridir”.
Bunda başarılı olup olamayacakları ayrı bir konu, ama bu yönde amaçları olduğu belli.
Demokrasi Nereden Geçer?
PKK-YPG-HDP arasındaki karmaşık ilişkiler içerisinde güneydoğuda derin sorunlar yaşanırken, PKK-HDP dayanışması aleni olarak görünürken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; “Demokrasinin Yolu Diyarbakır’dan Geçer” şeklinde bir açıklama yaptı.
HDP’liler bu açıklamaya destek vermekle birlikte, eksik olduğunu ifade ettiler. İyi Partili yöneticilerse, açıklamaya tepki vererek, demokrasinin Ankara’dan geçtiğini söylediler.
Bazı kişiler ise bu sözü, “Kürt sorunu, eşit yurttaşlık temelinde çözümlenmedikçe, ikinci sınıf vatandaşlıktan bir türlü çıkarılmayan Kürt insanı ve varlığı bir türlü hazmedilemeyen Kürt siyasî hareketi üzerinde haksızlık, hukuksuzluk, baskı, zulüm sürdükçe gerçek anlamda demokrasiye ulaşılamaz, sandık demokrasisinden öteye gidilemez demektir” şeklinde yorumladılar.
Peki, bu yoruma katılmak mümkün mü; daha başka bileşenlerle birlikte meseleye bakıldığında Kılıçdaroğlu’nun bu sözünü nasıl anlamalıyız?
Şu soruyu da sormak gerekir: “Demokrasinin yolu Diyarbakır’ın neresinden geçer; mesela terörden ocakları ve yürekleri yanan Diyarbakır annelerinin dertlerini paylaşmaktan mı; yoksa PKK’nın siyasi uzantısı HDP’nin Diyarbakır’daki yöneticileri ile bütünleşmekten; Diyarbakır HDP yöneticilerinin PKK’ya eleman kazandırmasından mı geçer?
CHP’nin Diyarbakır anneleri ile bir yakınlığı olmadığı, onların acılarını paylaşıcı yönde tutumları kesinlikle olmadığı gibi, HDP ile çok sıkı fıkı ilişkileri mevcuttur.
CHP’nin, HDP-PKK ilişkilerini bilmemesi, bilememesi mümkün değildir. Bilmiyorsa, o zaman GÖZÜ bile yok demektir ki, bu da kesinlikle mümkün değildir.
Bir hususa daha temas etmek istiyorum.
Bir siyasî partinin, HDP-PKK ve diğer bileşenlerin demokratikleşme adına savunuyor göründükleri özyönetim, özerklik, anadilde eğitim vb. talepleri olabilir. Bu talepleri, hiçbir terör örgütü ile organik ilişkisi olmaksızın savunabilir. Ama bütün bunlar, bir terör örgütü ile tam bir dayanışma içinde oluyorsa, bunun demokratik hukukî meşruiyetinden söz edilemez.
HDP’nin yürüttüğü politikaların, yukarıda izah ettiğim sebeplerden dolayı demokratik hukukî meşruiyetinden söz edebilmek mümkün değildir. Bu partinin bu manzara karşısında şimdilik faaliyette olması, “VİCDANİ” olarak meşru olduğu manasına gelmez. Hukukî, demokratik meşruiyetinin olup olmadığı AYM kararına bağlıdır. Bütün bu yaşananlardan sonra, AYM kapatmasa da, “VİCDAN” ölçütünde bu partinin meşru olduğu söylenemez.
O zaman, Kılıçdaroğlu’nun “demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” şeklindeki açıklamasının, yukarıdaki izahatlar çerçevesinde hiç de masum ve kabul edilir bir yanı yoktur.
Demokrasiyi istemek meşrudur. Bunun Diyarbakır’daki annelerin yanına uğramaktan, onlarla gönül birliği içinde terörle mücadele etmekten geçtiğini söylemek de çok önemlidir. Demokratikleşme zemininde yaşadığımız sorunları sıralayarak, bunların giderilmesi için çözüm önerileri getirmek çok daha önemli ve değerlidir. Bunların hiçbirisine karşı çıkılamaz.
Ama Diyarbakır annelerinin hissiyatına zerre kadar ortak olmaksızın, ABD’nin Türkiye’yi parçalamak için örgütlediği PKK’nın siyasi kanadı HDP ile dayanışma içerisinde, onlara şirin görünmek için böyle bir açıklama yapmanın isabetliliği yoktur. Bu açıklama ile PKK-HDP bütünleşmesine yönelik bir mesaj vermek, gelin bu işi birlikte yapalım demektir.
ABD’nin koordine ettiği her yanı KANLI olan bir terör yapısı (PKK ve uzantısı HDP) ile kurulacak bir diyalogda, inisiyatifin ABD ve onun planladığı nihai hedeften (Türkiye’nin bölünmesi) bağımsız ve ilgisiz olabilmesi kesinlikle mümkün değildir.
CHP genel başkanı bu açıklamayı, ya bu ilişkileri bilmemesinden dolayı yapmıştır ya da bilerek yapmıştır. Her iki ihtimal de ciddi manada sorunludur.
Her türlü YORUM ve TAKDİRİ, çok kıymetli ve basiretli okurlarıma bırakıyorum!