Farkında mısınız son zamanlarda yorumcularımızın kutuplaşması ve yorumlarındaki hakaret sınırlarını zorlama keskinliği azaldı. Son dönemde siyasette özellikle iktidar kanadında meydana gelen gelişmeler bunun en önemli sebebi. Sonuçta aslında hangi kutupta olursak olalım birbirimizden çok farkımız olmadığını, demokrasinin sadece ülkenin bir bölümünün “demokrat” olması ile gelemediğini, siyaset ve demokrasinin esasında uzlaşma sanatı olduğunu anlamaya değil ama sezmeye başladık galiba…
Herkesin kendi doğrularını karşı tarafa kabul ettirmeye çalışması demokrasi ile bağdaşmıyor fakat biz daima bu hataya düşüyoruz. Bir tarafın karşı tarafı yobaz, çağdışı, ilkel görmesi ne kadar yanlış ise diğer tarafında karşısındakileri dinsiz, züppe, batı taklitçisi görmesi o kadar yanlıştır. Yanlış olmasa dahi esas olanın karşısındaki ile birlikte yaşamayı becerebilmek olduğunu unutmamalıyız.
Farklı görüşlere mensup Cumhuriyet aydınları, yüzyıllarca yönetici yapılmayan, yatırım yapılmayan Anadolu’da kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nden çok çabuk “demokrat” olmasını beklerken yine aynı şekilde halkın da çok çabuk “çağdaş” olmasını beklediler. Aslında her şey çok çabuk gerçekleşti, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin yüzyıllar alan demokrasi yolculuğu bizde 40-50 yıla sığdı ama hazmedemedik hala hazmetmekte zorluk çekiyoruz.
Adını koyarsak klasik hale gelmiş en önemli demokrasi sorunumuz dindar geçinenlerle laik geçinenler arasındadır. (Muhafazakarlarla, liberaller veya sosyal demokratlar, Atatürkçüler, milliyetçiler arasında desem daha yanlış olacaktı) Zaman zaman çok olumlu örnekleri olmakla birlikte asla uzun ömürlü bir örnek oluşturamadık. Şahsım adına CHP-MSP Koalisyonu ile çok kötü bir örnek yaşamadım. Ancak farklı kutuplarda olanların karşı tarafa anlayış gösterdiği, saygı duyduğu, birlikte yaşama ve demokrasi örneklerinin başında Prof. Şemsettin Günaltay’ın Başbakanlık yaptığı 1949’dan Mayıs 1950’ye kadar olan 1,5 yıllık dönem gelir diye anlatılır. Genellikle bu dönemi pek bilmeyiz. Feroz Ahmed (Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil yayın) bu dönemi şöyle anlatır; “Şemsettin Günaltay’ın atanması, CHP’li aşırılar için bardağı taşıran son damlaydı. Günaltay, İslam sempatizanlığı ile tanınan bir tarih profesörüydü ve aşırılar onun Kemalizme sırt dönebileceğine inanıyorlardı. Günaltay’ın atanmasına karşı protesto olarak, milliyetçi şair Behçet Kemal Çağlar Meclis’teki görevinden istifa etti ve CHP’den ayrıldı. Bir bölünmenin olacağı ve aşırıların Kemalist Parti adıyla yeni bir parti kuracakları yolunda söylentiler vardı. CHP’de bölünme olmadı ve Günaltay, muhalefeti yatıştıracağını, küskün ve hoşnutsuz kitleyi kazanacağını ve gelecek seçimlerde CHP’yi zafere götüreceğini umduğu bir programı ya da reformu uygulamaya başladı.”
İnönü’nün atadığı Günaltay, tek parti döneminin Başbakan’ı olarak ilk ilahiyat fakültesini, ilk imam-hatip okullarını açan, Seçim kanununda esaslı değişiklikler yapan, İslamcılar ve liberaller açısından hiç unutulmayan bir dönemin başbakanı olarak anıldı ama bu çabası CHP’ye seçimleri kazandırmaya yetmedi, çünkü ok yaydan çıkmıştı bir kez… Demokrat Parti mutlaka denenecekti…
Ecevit’in, Devlet Bahçeli ile kurduğu koalisyonda sanırım sizde kabul edersiniz demokrasi ve birbirimize tahammül açısından çok olumlu bir örnektir. Belki o hükümeti başarılı bulmazsınız ama bu işin farklı bir yönü…
Kısa demokrasi tarihimizde daha fazla olumlu örnekler bulmak mümkün, her ne kadar kendimizi pek beğenmiyor isek de…