Siyasi tarihimize “beyaz ihtilal” olarak geçen ve yeni bir çağın başlangıcı sayılan 14 Mayıs 1950 seçimlerinin 72. yıldönümündeyiz. Bir diğer ifadeyle, cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılmasının 72. Sene-i devriyesindeyiz.
Türk demokrasi tarihi çok dalgalı.
İlk demokrasi tecrübesinden bu yana çok sayıda inkıtalar yaşandı.
Ülkemizde ilk demokratik uygulamalar 1876 yılında gerçekleşti.
1876 Kanun-ı Esasi’de Meclis-i Umumi (yasama)’nin Meclis-ı Meb’usan kanadının üyelerinin tamamının halk tarafından hür ve serbest seçimlerle belirlenmesi usulü benimsendi.
Kanun-ı Esasi ve seçim kanunlarına göre ilk yasama seçimleri 1877 yılında yapıldı.
Meclis-i Umumî ilk toplantısını 20 Mart 1877 günü yaptı. Meclis-i Meb’usan, bu tarihten itibaren 56 kez toplandıktan sonra 28 Haziran 1877 günü Abdülhamid tarafından feshedildi.
1877 yılı içerisinde ikinci kez seçimler yapıldı ve Meclis-i Umumi 13 Aralık 1877 günü tekrardan toplandı. Meclis-i Mebu’san, 29 kez toplandıktan sonra, 14 Şubat 1878’de ikinci kez tatil edildi ve takriben otuz yıllık süreyle tekrardan toplantıya çağrılmadı.
Bu sebepledir ki, ilk demokrasi tecrübesi çok uzun süreli olmadı.
23 Temmuz 1908 günü Kanun-ı Esasi tekrardan yürürlüğe girdirildi. Abdülhamit 23 Temmuz 1908 tarihli “Meclis-i Meb’ûsân’ın İçtimaa Davet Olunması Hakkında İrade-i Seniye” ile Meclis-i Meb’ûsân’ı toplantıya çağırdı.
II. Meşrutiyet döneminin ilk çok partili seçimleri, Kasım-Aralık 1908’de yapıldı.
2012 yılına kadarki dönemde kısmen de olsa çok partili demokratik süreç yaşandı. 1912 yılında meydana gelen Babıali Baskınından sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti, muhalefeti iyice sindirip iktidarını iyicene pekiştirdi. İzleyen yıllarda bu parti, devletin hâkimi haline geldi. Resmi olarak yürürlükte olan Anayasaya rağmen, anayasal rejim fiilen çöktü. 1912 sonrası dönemde İttihat ve Terakki’nin tek parti otoriter rejimi cari oldu, demokrasi rafa kalktı.
23 Nisan 1920 günü TBMM’nin ilk toplantısı ile tekrardan demokrasiye geçildi.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Hükümet tarafından, Şark ve Ankara İstiklal Mahkemeleri’nin kararlarına da atıf yapılmak suretiyle, 03.06.1925 tarihinde bütün merkez ve şubelerinin kapatılmasıyla birlikte ülkemizde tekrardan tek partili otoriter rejime geçildi.
1930 yılında yaşanan Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Temmuz 1930-17 Kasım 1930) denemesi demokrasiye geçiş için yeterli olmadı.
Ülkemizde tek partili rejimden çok partili rejime geçiş 7 Ocak 1946 günü Demokrat Parti (DP)’nin kurulmasıyla gerçekleşti.
Fakat demokrasiye geçiş için, partilerin birden fazla olması tek başına yeterli değildi. Demokrasinin varlığı için iktidarın demokratik usullerle değişmesi yolunun da açık olması gerekir. Bu vesileyle 7 Ocak 1946, demokrasiye değil, çok partili hayata geçiş tarihidir.
Nitekim 21 Temmuz 1946 günü yapılan ilk çok partili seçimler, açık oy gizli tasnif yoluyla her türlü hile ve şaibeye müsait şartlarda yapıldı. Bu seçimlerde her türlü hileye başvurularak TBMM’deki sandalye sayısı CHP’nin istediği şekilde belirlendi.
Dolayısıyla, 1946 seçimlerinde DP %70 oy da alsa, gizli sayım sebebiyle DP’nin iktidara gelmesinin önünün kesilmesi mümkündü. Nitekim fiiliyat da bu yönde gerçekleşti.
Demokrasiye Geçiş Öncesinde Yaşananlar
1946-1950 yılları arası dönem, Türkiye’de tek parti uygulamaları ile otoriter bir rejim kuran CHP ile Demokrasiye geçiş özlemi ile mücadele eden DP arasında kıyasıya bir siyasi mücadeleye sahne oldu.
CHP, bu dönemde, DP’ye yönelik oldukça katı uygulamalar sergiledi. DP de, bu dönemde, bazen protesto şeklinde tepkiler vererek, bazen de sert siyasi söylemler dile getirerek CHP’ye karşı muhalefet görevini icra etti.
Siyasi süreçte CHP’nin çok partili hayata geçişe izin vermiş olması; demokrasiye geçiş için yeterli değildi.
Zihinleri en çok meşgul eden husus, “CHP’nin iktidarın hür ve serbest seçimler yoluyla el değiştirmesine izin verip vermeyeceği” meselesi idi.
Demokrasiye geçişin gerçekleşmemesi halinde çok partili hayatın hiçbir manası ve değeri yoktur. Sadece çok partili bir Cumhuriyete geçilmiş olması, demokrasi özlemi ile yürekleri tutuşan insanlarımız için kâfi değildi.
Kaç tane parti olursa olsun, demokrasiyi mümkün kılan şartlar mevcut olmadığı Cumhuriyet rejiminde, insanların yönetime etkin katılımının sağlaması mümkün değildir.
Demokrasiye geçiş için lüzumlu şartların sağlanması, Cumhuriyetin TAÇ’lanamsı manasına gelecektir.
İşte insanlarımız, “acaba Cumhuriyet, demokrasi ile TAÇ’lanacak mı, yoksa otoriter kimliği ile devam mı edecek?” sorusuna cevap aramakta idiler.
Demokrasiye geçilse de, bu geçiş, kolay olmayacaktı.
Ayrıca, şekli olarak demokrasiye geçiş de yeterli değildi.
14 Mayıs 1950 TBMM Seçimleri
1950 yılında TBMM seçimleri yapılacaktı.
Bu süreçte, zihinleri meşgul eden ilk husus, seçimlerin nasıl yapılacağı idi.
Bu soruya cevap kabilinden ilk siyasi mıntıka düzenlemesi seçim kanunu ile yapıldı.
14 Mayıs seçimlerinden kısa süre önce iktidar ve muhalefet partileri 16.02.1950 Tarih ve 5545 Sayılı Milletvekilleri Seçimi Kanununu üzerinde uzlaşarak çıkardılar.
Demokratik sistemin lüzumlu kıldığı hür ve serbest seçimler için bulunması gerekli olan seçimlerin, “genel, eşit, gizli oy, açık sayım ve döküm” esasına göre yapılması ve oyların “serbest ve şahsi olduğu” yönündeki ilkeler ilk defa bu kanunda yer aldı (md. 1).
5545 Sayılı Kanunda, serbest seçimin temel gereği olan “gizli oy ve aleni sayım”ın nasıl uygulanacağı (md. 91, 92, 101-110) ile oy serbestliğinin sağlanmasını ve baskının olmamasını sağlamak amacına yönelik ayrıntılı hükümler yer aldı.
Seçim güvenliğinin sağlanması, her şeyden önce seçmenlerin seçim sandıklarında serbestçe oy kullanabilmelerini ve oyların sayımına hilenin karışmamasının sağlanmasını lüzumlu kılmakta idi. Bunun için de kamu kudretinin sandıklarda baskı unsuruna dönüşmemesi gerekirdi.
Kamu kudreti ile mücehhez olarak önemli bir güce sahip bürokratik kesimin seçimler üzerinde baskı oluşturucu etkiler meydana getirmelerinin önlenmesi amacıyla, idare amirlerinin, zabıta amir ve memurlarının, askerlerin ve milletvekillerinin seçim kurullarında, milletvekili adaylarının aday oldukları seçim çevrelerinde seçim kurullarına seçilmeleri men edildi.
Yeni seçim kanunu ile, seçimlerin iktidar partisinin baskısı altında yapılması ve oy kullanımı ve sayımında hileli uygulamaların önlenmesi amacıyla muhalefet partileri ile bağımsızların da sandık başlarında gözlemci bulundurmalarına imkân sağlandı.
Muhalefet partililerine, önemli bir iyileştirme olarak, seçimlerden önce bir hafta süreyle iktidar partisi ile birlikte radyoda propaganda yapma imkânı sağlandı.
Önceki seçimlerde muhalefet partileri tarafından şikâyet edilen önemli konulardan biri de seçimlerin yargı denetiminde yapılmaması idi. 5545 Sayılı Kanunla benimsenen yeniliklerden bir de bu yöndeki taleplerin karşılanması oldu. Bu düzenleme ile “seçimlerin hâkim nezaret ve murakabesi altında yapılması” sistemi benimsendi.
Seçimlerin “hâkim nezaret ve murakabesi altında yapılmasını” öngören hüküm, hür ve serbest seçimler için son derece önemlidir. Çünkü önceki seçimlerde siyasi denetim söz konusu idi. Bu denetim şekli seçimlerde suiistimale açık idi. Dolayısıyla, yargı gözetim ve denetiminin benimsenmesi neticesinde, seçimler daha güvenceli ve şaibesiz hale getirilmiş oldu.
Kısaca ifade etmek gerekirse, 5545 Sayılı Kanunla, seçimlerin demokratik şekilde hür ve serbesti ortamında yapılması için lüzumlu olan bütün şartlar oluşturulmuştur.
Siyasi İktidarın Demokratik Yollarla El Değiştirmesi
14 Mayıs günü ülkemizde ilk kez hür ve demokratik seçimler yapıldı.
Hür, serbest ve şaibesiz şekilde gerçekleştirilen seçimlerde “Yeter Söz Milletin” sloganıyla seçimlere katılan DP TBMM’de büyük bir üstünlük sağladı.
Bu seçimlerde DP %53.5 oyla 416, CHP de %39.9 oyla 69 milletvekilliği kazandı.
14 Mayıs seçimlerinde, DP ezici bir çoğunlukla sandıktan çıkarken, 27 yıldır ülkeyi tek partili otoriter rejim olarak yöneten CHP Mecliste çoğunluğu kaybetti.
Her ne kadar DP seçimlerde TBMM’de ezici bir çoğunluğu sağlamış ise de, CHP yönetiminin iktidarı DP’ye devredip etmeyeceği konusunda tereddütler söz konusu idi.
Nitekim seçim sonuçlardan ciddi manada rahatsız olan bazı komutanlar CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye: “Şayet Cumhurbaşkanı isterse ‘seçimlere komünistler hile karıştırdı’ diyerek, sonuçlara müdahale edelim” mesajını verdiler.
Sadi Irmak aracılığı ile Çankaya Köşküne iletilen bu mesaja İnönü’nün cevabı şu şekilde oldu: “Halkın iradesinin kabul edilmesi ve sindirilmesi gerekir; şayet iktidarı DP’ye şimdi devretmezsek, yakın bir gelecekte bu Millet bizi tarih sahnesinden siler”.
Demokrasiye geçişle, Türkiye’de tarihinin en önemli ve en anlamlı işi başarılmış oldu.
14 Mayıs’ta yapılan hür ve serbest seçimler neticesinde Türkiye’de kansız bir şekilde demokrasiye geçildi ve demokratik cumhuriyete geçiş çabaları zaferle taçlandırılmış oldu.
Bu seçimler neticesinde, halka tepeden bakan, kendilerine “Beyaz Türk” de denilen, “Profesörün, mühendisin, mankenin, doktorun oyu ile köydeki sarı çizmeli Mehmet Ağa’nın oyu bir olamaz” diyen kibirli laikist seçkinler sınıfı mağlup oldu.
14 Mayıs günü siyasi iktidarın, kansız bir şekilde el değiştirmesiyle birlikte ciddi bir dönüşüm süreci başladı. Bu dönüşüm neticesinde, tek parti döneminin birçok gereğinin yerini demokratik değerler aldı.
Bu dönemde, tek partili baskıcı otoriter rejimin yerini, iktidarın demokratik yollarla el değiştirebildiği çok partili siyasi hayat aldı, siyaset, monist olmaktan çıkarak yarışmacı hale geldi, iktidara geliş ve gidişler demokrasiyle uyumlu olarak halkın siyasi tercihlerine bırakıldı.
Topluma yönelik, jakoben usullerle tatbik edilen değer, amaç ve hayat tarzı dayatmaları sona erdi; yerine, halkın değer ve taleplerinin dikkate alındığı demokratik bir düzen kuruldu.
Halkın çoğunluğu, temel kararların alınmasında hür ve serbest iradeleri ile seçmiş oldukları temsilcileri vasıtasıyla söz sahibi haline geldi.
Sivil hak ve hürriyetlerin tesis edilmesi çerçevesinde otoriter-militan laiklik anlayışının yerini, kısmen de olsa demokratik-hürriyetçi laiklik anlayışı aldı.