Gazeteci değilim ben, yazarım.
Haddimi bilirim.
Gazeteye yazarım, toprağa yazarım, cam buğusuna yazarım, kar’a yazarım, arabamın kirlenmiş kaportasına yazarım.
‘yıka’
Haddimi bilirim gazeteci değilim ben;
Ama yazarım.
Lebaleb dolu kapalı salonun bitişiğinde kepenk indirmiş restoranı, siftah yapmamış esnafı, EBA eğitimi alamayan üç milyon öğrenciyi, dağıtıldığı söylendiği halde dağıtılmamış 1 milyon 641 bin tableti, dün yoksulluktan intihar eden müzisyeni, yazarım.
Gazeteci dediğin; nasıl tasarruflu alışveriş yapılırı, yolcu garantili havaalanlarının, otoyolların faydalarını, Almanya’nın bizi kıskandığını yazar. Açlık sınırının altında sürünen emekliye senede yüz otuz sekiz defa müjde verir gazeteci dediğin.
Gazeteci değilim ben, yazarım.
Boğaziçi’ni, Kazdağlarını, gelmeyen aşıyı, dünyanın düz olduğuna inanıp Ay’a uzay aracı gönderme vaadini hunharca alkışlayanı, TÜİK’in araştırmalarına göre cehaletin mutluluk getirdiğini yazarım.
Gazeteci dediğin; olmamış haberi anında manşetlerken, olmuş istifayı resmi açıklama yapılmadığı gerekçesiyle 27 saat sonra yazar. Gazeteci dediğin, ‘acıkınca yatıyorum. Yatınca açlık hissini hissetmiyorsun zaten.’ diyen, Taksim alt geçidinde köpeklerle sabahlayan evsiz Abdullah’ı ‘iç ısıtan görüntüler’ diye yazar.
Yerli ve millidir gazeteci dediğin; onun evine hiç tebligat gitmez mesela, kâğıt harcanmaz ona, doğa dostudur. Postacıyı yormaz, emekten yanadır. Mahkemeleri haybeye meşgul etmez, adaletten yanadır.
Gazeteci değilim ben, yazarım.
Erişim engeli gelmiş haberin erişim engeli geldiği haberine erişim engeli gelmesi tekerlemesi buz gibi orda dururken ve gün aşırı güncellenirken ‘hangi basın özgürlüğü?’ diye sorarım.
2007’den beri göklerde süzülen yerli ve milli uçağın ne zaman ineceğini, f 35’lerin ne zaman geleceğini, S 400’ün akıbetini sorarım.
Cumhuriyet tarihinin en dahiyane dış politikası olarak tarihe geçen, Avrupa’ya ders vermek için Suriyeli misafirlerimize kapıları açma kararını hangi satranç ve strateji ustası bürokratın, siyasinin tavsiye ettiğini sorarım.
‘Vallahi battık billahi battık, Allah çarpsın battık.’ Diye isyan eden Niğdeli çiftçiyi, Kanal İstanbul projesi güzergâhında hayvancılık yapan çiftçilere ahırlarını tahliye etmeleri tebliğini, mahalle bakkallarında şekerin taneyle, ayçiçeği yağının plastik bardakla satıldığını yazarım.
Gazeteci değilsin sen, sana ne ?
Başını tarifsiz ağrılar sarar, boğulacak gibi olursun, yüreğin gırtlağına dayanır, suratındaki kılcalların patladığını tek tek hissedersin..
Ne lüzum ?
Derim bazen kendime..
Şöhretinin zirvesinde, hiç bir dünyevi sıkıntısı olmayan koca koca adamları düşünürüm sonra. Uğur Dündar’ı, Yılmaz Özdil’i, Metin Akpınar’ı, Müjdat Gezen’i ve sayısı hiç de az olmayan, gücün karşısında kaya gibi duran kadınları / adamları..
Kiminin tiyatrosu kundaklanmış, kimi tehdit almış / almakta, kimisi mahkeme mahkeme dolaşır, kimisi yatmış, kimisi yatmakta.
Ne yapacaktım;
Devekuşunun sindirim sistemini mi yazacaktım ?