Öğrenciliğimde bana öğretilen lider tipi ya iyi ya kötüydü. Osmanlı’nın Fatih, Kanuni gibi iyi veya II. Bayezıt, Deli İbrahim gibi kötü padişahları vardı. Cumhuriyetin devlet adamları ise ara sıra espri yapsalar da hep ciddiydiler. Az konuşur, nadir güler, çatık kaşlı sürekli memleket meselelerini düşünen tiplerdi. Şimdiki gençlerin “cool”, “ağır abi” diye tanımladığı tipler ama bana hepsi çok uzak gelirdi. Üniversite’ye kadar hiç “devlet büyüğü”, yada “devlet adamı” tanımadığım için uzak da olsalar bu imajları tartışmasız kabul ederdim. “Devlet büyükleri” benim algıma göre farklılaşmış, evrilmiş insanlardı. Hatırlarım, ilkokulda iken (Ağrı veya Muş-Malazgirt olabilir), “Atatürk mü yener, Tarkan mı?” tartışması yapmış ve oy birliği ile “Atatürk yener” kararı vermiştik. “O’lum” demişti bir arkadaş, “Atatürk’ü yedi düvel yenememiş ki, Tarkan nasıl yensin?” Bu söz üzerine tartışma bitmişti.
Doğal olarak bana verilen eğitime paralel olarak bu tipler gibi olmaya çalıştım. Mülkiye’ye kaymakam olmak niyetiyle gittim, sonra vazgeçip Maliye Hesap Uzmanı oldum. Tam “ağır abi”lik yerlerde, görevlerde bulundum ama “devlet büyüğü” olamadım. İmajım nasıldır bilmiyorum, fakat ben kendimi asla bu sınıfa sokamadım. Halbuki bir eğlenceye zorunlu olarak katıldığında sıkılan, hatta suçluluk duyan, hayatta önemli bir yanlışı olmayan, az gülen, konuşmayı sevmeyen bir kişiliğim var. Demek ki “Devlet büyükleri” ile ilgili olarak bende çok anormal bir imaj oluşmuş, onları çok büyütmüşüm. Sonradan “onlarda insan”, “onlarda tuvalete gidiyor” dedim ama yine de algım fazla değişmedi. Ta ki “devlet büyükleri”ni tanıyıncaya kadar. Zannediyorum benim ve benden önceki kuşağın durumu da pek farklı değildir.
Şimdilerde ise “devlet adamları” ile ilgili imaj çok farklı. Berlusconi tipi ve imajı yaygınlaşıyor. Magazin dünyasının aranan yıldızlarından karısı Carla Bruni ile Sarkozy tipi yaygınlaşıyor, yada bana öyle geliyor. Artık “devlet adamı” imajlı yöneticiler gittikçe azalıyor diye düşünüyorum. Belki de hiç kalmadı. Seçim sistemlerinin “Halk adamı” tipine zorlaması siyasetçileri değiştirdi. Bence değişiklik gerekiyordu ama “Berlusconi” tipi de çok fazla uçta oldu.
Geçen hafta Le Monde’a bir demeç veren bizim gençlik yıllarımızın hakiki devlet adamlarından Alman Şanyölyesi Helmut Schmit’in “Avrupa’da ulusal ve uluslararası sorunlara hakim yöneticiler mevcut değil”, “Merkel ise diplomatik beceriden yoksun” demesinden ilham alarak bunları yazdım. Anlıyorum ki Avrupalılara göre de lider veya devlet adamı tipi değişiyor. Eskiden liderler fazla yapay ve doğallıktan yoksundu, şimdi ise basitler ve güven vermiyorlar.
Hafta sonu e-dergahın yaşadığı politik gerilimden sonra Türk siyasetine yaklaşmaya çekiniyorum ama Tayyip Erdoğan’ı ilk dönemine göre çok mesafe almış bir lider olarak gördüğümü söyleyeyim. Karizması başta olmak üzere bir çok yönünü de takdir ediyorum fakat eğitimi, demokrasi anlayışı ve devlet adamlığı eksik bulduğum yönleri.
Zamanımızda “devlet adamı”, “halk adamı”, “büyük adam” imajını iletişimin profesyonelleri oluşturuyor. Bu ise doğal olmayan bir şekilde gerçek kişiliğinin dışında “devlet büyük”leri oluşturuyor. Yani lideri, medya ve iletişim uzmanları doğuyor. Artık liderler çift kişilikli, biri gerçek kişilik, diğeri imaj kişilik. Bunu da sakıncalı görüyorum.
Konfiçyus, “Büyük insanların taşıdıkları özellikler şunlardır;” demiş devlet adamlarını kast ederek, “Doğruyu teşhis etmek, iyi bir dinleyici olmak, yumuşak konuşmak, doğruluk, işini severek yapmak, bilmediğini sormak, öfkeden uzak kalmak, zirvedeyken adil davranmak”
Napolyon ise, “Büyük insanların çoğu günde en az bir kez çocuk gibi olurlar” diyor.
Vallahi günde bir kez çocuklaşmalarına razıyım, hepten çocuk olmasınlar da…
Ben olduğu gibi görünen göründüğü gibi olan devlet adamlarından yanayım. Yöneticilerin özellikle farklı bir eğitime tabi tutulmaları gereğine inananlardanım. Yönetici farklı ve fedakar olmalıdır. Yeri geldiğinde devlet yeri geldiğinde halk adamı olabilmelidir.
Diyeceksiniz ki “Kim istemez, meselede bu ya!”