BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e ait yüzlerce benzer konuşmanın sadece 24 Ocak 2013 genel kurul konuşma tutanaklarından bir alıntı:
LAN! ÇAKAL! BEN DEVRİMCİYİM!
Ne kadar kimlik sorunu olan, ucuzundan şöhret arayan, mesleğinde tutunamayan varsa, markalaşmış bir istismar unsurunun paçasından tutup haykırıyor, “BEN ŞUCUYUM!”
Doğrusu akıllı bir yöntem. O markanın biriktirdiği pozitif algıları zahmetsiz cebine at, kahraman üretmeye meraklı bir toplumu kolayca etkile.
Devrimcilik bir meslek mi?
Önder’in ne zaman sıkışsa ya da kendini göstermeye çalışsa bu aidiyete sarıldığına bakarsak, galiba öyle sanıyor.
3. sınıf bir Kemal Sunal taklidi ile devrimci olunca, yüze göze bulaşması normal.
Evet, önceleri bir parça gülüyorduk. Eğlendiriyordu bizi. Eğlendirdiğinin farkında olacak kadar aktörlüğü de var ama şimdilerde acıma ile karışık kekremsi bir tat bırakıyor.
Şu itiraz gelebilir; “İşkence gördüm ben kardeşim, ne dayaklar yedim. İsyanım bu yüzden!”
İyi de, bu mağduriyetin kaymağını yemekten bıkmadın mı kardeşim?
Ne bitmez mağduriyet, ne tükenmez kan davasıymış bu?
Bak, mağduriyetin seni aktör, ünlü, vekil ve üstüne bir de zengin yaptı.
Vallahi insanın mağdur olası geliyor.
Che Guevera vatandaşlık alıp, TBMM’de vekil olsaydı, bu tatminsizliği ile ailesi zengin olan Che Guevera’ya da, “SÜLALEN BURJUVAYDI SENİN ÇAKAL!” diye sataşırdı.
Mühim olan eylemin satması değil mi?
Satardı da…
Sınıf farkına karşı mücadele ediyormuş gibi yapıp, hep aynı sınıf için üretmek, ne satıyorsa onu pazarlamak, popülizme tapınmak, devrimcilik değildir.
Süreyya Önder devrimci ise, Nazım Hikmet, Deniz Gezmiş, Erdal Eren neci acaba?
Onlar devrimci, Süreyya Önder aktördür.
Peki, bu dünyada aktör Süreyya Önder’e hiç mi rol düşmez.
Düşer… Bir gün devrim olursa, devrim liderini güldürecek bir pozisyon ona pek yakışırdı!
Akıl oyunu
Irkçılık, kibir ve suiistimal beni deli ediyor. Beni deli eden ne varsa, maşallah, hepsi siyaset kurumunda mevcut. Bin kez yazdım. Irkçılık akıl hastalığıdır. Ne olacağımıza kendimizin karar veremediği bir kan bağından dolayı bir başkasına nasıl üstünlük taslayabiliriz?
Bu realiteler bilinmesine rağmen, ırkçı akıl, profesyonel ters propagandayı müthiş beceriyor. Her ağzınızı açtığınızda, “Sus, ırkçı seni!” diyen ırkçılardan, faşistliğin bile ırzına geçen bu akıl oyunlarından gına geldi.
Son örneğini yakın zamanda yaşadık.
Irkçılığı meslek edinenlerin, Milletvekili Birgül Ayman Güler’in,
“Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit gördüremezsiniz” sözlerine karşılık, “IRKÇILIK YAPIYOR” itirazı, Aristo- Hegel’i bırakın, Bakkal Mehmet efendi diyalektiğine bile ters.
Güler, bir ırkla, diğer ırkı kefeye koymuyor.
“Türkler, Kürtlerden üstündür” ya da, “Kürtler, Türklerden üstündür” deseydi, her türlü sert eleştiriyi hak ederdi. Oysa, bir ulusu oluşturan Türk ismi ile, bir ırkı oluşturan Kürt isminin eşit olmadığı yönünde sosyolojik bir tespit yaptı.
Bu kelimenin neresinde bir ırkçılık var?
Olmadığını Güler’i eleştirenler de biliyor ama mesele bağcıyı dövmek.
Her uygun pusudan sniper atışı yapma kültürü, maalesef ırkçı/faşist düşüncenin olmazsa olmazı…
Irkçı arsızlık, suiistimal ve akıl oyunlarının, şımarıklıkla bu kadar rahat vücut bulduğu başka bir ülke yok.
Baktım tarihe. Gerçekten yok.
Zulümdür adı!
Belediye Başkanlığı giderek bir keyif çatma alanı, bir ego tatmin merkezi haline geldi.
Bina, köprü yapmayı belediyecilik zanneden anlayış, insanı ucuz bir meta olarak görmeye başladı. 40 sene önce, “çöpçü başı” olarak anılan başkanlar, bugün, birer küçük padişah gibiler. Ayırmıyorum. Ankara’nın Çankaya, Mamak, Altındağ, Etimesgut başta olmak üzere birçok başkanını beceriksiz buluyorum.
İnsan öğüten makine gibiler.
Bunun son örneği de Ankara Sincan Belediyesi’nde yaşanıyor.
Sincan belediyesi taşeron işçilere aylardır maaş ödemiyor.
İşçiler, kış-kıyamette aç, beyler, sıcak makam arabalarıyla caka satıyorlar.
Neymiş, taşeron işçiler kadrolu olmadığı için belediyeyi bağlamazmış.
Peki, o taşeron işçiler belediye için çalışırken, belediyeyi bağlıyor da, maaşlarını isterken mi belediyeyi bağlamıyor?
Ayıp olmuyor mu Sayın Mustafa Tuna?
Beceremiyorsan, çek git!
Bu bir suç duyurusudur!
Sağlık Bakanlığı koltuğuna getirilen Edirne Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu ile bir iki selamlaşmanın dışında tanışıklığım yok ama mütevazı ve makul bir görüntüsü var.
Bu yüzden kendisinin istifade edeceğini düşündüğüm önemli hatırlatmalarım olacak.
Bakanlık koltuğunda ne kadar oturacağı, Selefi Recep Akdağ’ın yaptığı hataları yapmamasına bağlı. Akdağ’ın başarılı hizmetlerini inkâr edemeyiz ama emrindeki bürokratların fazlaca etkisinde kalmanın bedelini ödediği de biliniyor.
Bakanlık, halk ve sağlık teşkilatının arasındaki gönül bağının kopmasının sebebi bazı bakanlık üst düzey bürokratlarıdır.
Bakanlığın hizmet binalarının kiralanması ve mobilyaların alımı mercek altına alınmalıdır. Milyon dolar ödenerek alınan ameliyat robotlarının, neden çürümeye bırakıldığı, ambulans helikopterlerin süreçleri, hudut sahiller genel müdürlüğüne giden paraların akıbetleri masaya yatırılmalıdır.
Devlet gücü kullanarak, meslektaşlarına, teftiş kanalıyla güç gösterisi yapan bürokratlara, “HADDİNİ BİL! BAKAN BENİM!” denmelidir.
Somut bir örnek vereyim;
İdris Kurt isimli, annesi kalça çürümesi hastalığı geçiren bir vatandaş, maruz kaldığı bürokratik oligarşiyi, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve dönemin Sağlık Bakanı Akdağ’a, “Bu bir suç duyurusudur” şeklinde şikayet etti. Ve bundan sonra ne oldu biliyor musunuz Sayın Müezzinoğlu?
Şaşıracağınıza eminim.
Kurt’un şikâyetçi olduğu doktorlar yerine, mağdura yardımcı olan Doktor Hasan Yıldırım’a soruşturma açıldı.
Bakanlıktaki bürokratik oligarşi o kadar güçlü ki;
Başbakan Erdoğan’ın ilgilendiği bir konuyu bile sumen altı etmekle yetinmeyip, üstüne bir de kazağı tersten giydirebiliyorlar.
Fıkra gibi ama değil. Bakarsanız, görürsünüz Sayın Bakan.
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…