Talat Atilla Bakanlar Kurulu değişecek gibi! Şeytan İncili devrede! |
Ersan Yıldız GİRİLMEZ |
Mihriban Başlı E...Şimdi ne olacak? |
Tuğba AYAN SU ELEMENTİ, YAŞAM ÖZÜ, KORKU YÖNETİMİ |
Adnan Küçük DİKTATÖRÜN VİCDANI OLMAZ |
Zahide Guliyeva UÇUN KUŞLAR |
Cengiz Altınsoy Trump'ın sözlerine dikkat! |
Kıvılcım Kalay CEVABIM ULUBORLU |
Canan Sezgin RETROLU YENİ YIL! |
Tuğrul Sarıtaş GAZETECİLİĞE İLK ADIM VE BÜLENT ECEVİT |
Tekin Öget KATİL BEŞAR ESED’İN KAÇARKEN İÇİMİZDE BIRAKTIĞI ŞEBBİHALARA DİKKAT |
Esra Süntar İZDÜŞÜM TEOREMDEN BAĞIMSIZSA KAPSANAMAZ |
M. Kürşat Türker ARA-SIRA |
Yalçın Toker SPOR YAZARLARI GENEL KURULUNDAYDIM.. |
Haktan Kerem Ural ‘ADALET SİSTEMİ’NİN ALTINDA SERİNLEYEN AHLAKSIZLAR |
Vicdan Nedir, Tezahürleri Nelerdir?
Önce vicdan kavramına ve uygulamaya yansıyan bazı sonuçlarına temas edelim.
Geniş manada vicdan‚ kişiyi, kendi davranışları hakkında adalet ve ahlâkî değerler ölçütünde bir muhakeme ve yargılamada bulunmaya iten, kişinin davranışları hakkında kendi ahlakî değerleri terazisinde tartarak doğrudan ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan manevî ve derunî bir güçtür.
Kişi, vicdanıyla, kendi davranışlarının ahlâkî değeri hakkında olduğu gibi genel olarak çeşitli davranış tarzları hakkında da hüküm verme ve yargıda bulunma melekesine sahip olur.
Vicdan, bir kişinin sahip olduğu ahlâkî değerler sistemi ya da kişiliğin, ahlâkî değerleri ifade eden kısmı olarak da değerlendirilebilir.
İnsan, sahip olduğu vicdanla, sadece kendi davranışlarının değil, diğer insanların davranışlarının da ahlâkî ve âdil olup olmadığını değerlendirir.
İnsanın içinde, derununda yer alan vicdan melekesinin en temel görevi, hayrı şerden, fazileti rezaletten, iyiyi kötüden, âdil olanı zülüm ve haksızlıktan ayırmak, vicdan sahibi kişiyi hayra, iyiye, adalete yöneltip şerlerden, adaletsizliklerden alıkoymaktır.
Vicdan, bir insanın derununda güçlü bir şekilde mevcutsa, bunun insan davranışlarına yönelik iki tür yansıması olur. Birincisi, o kişi, hiçbir şart altında haksızlık yapmaz ve hiçbir güç ona haksızlık yaptıramaz. İkincisi güçlü vicdan sahibi bir kişi, kesinlikle bir başkasının yaptığı haksızlıkları desteklemez, onaylamaz, hatta imkânı olursa onlara mani olmaya çalışır.
Vicdanın tezahürlerine biraz daha bakalım. Mesela vicdan sahibi bir kişi, hiçbir canlıya lüzumsuz yere ve keyfi olarak zarar vermez ve verilmesine de razı olmaz. Hatta bazı kereler insanlara zarar verebilen bazı canlılara yönelik topyekün katliamları da kabullenmez.
İnsanı ve haklarını en büyük ahlaki değer olarak gören vicdan, güçlü-zayıf, zengin-fakir, beyaz-siyah, Müslüman-Hristiyan-Yahudi-dinsiz, Avrupalı-Afrikalı ayrımı yapmaz.
Vicdan, haklara sahibiyet ve hakların korunmasında bir ırkı diğerinden üstün tutmaz, vatandaş olanlarla vatandaş olmayanlar arasında ayırım yapmaz.
Vicdanlı yöneticiler, kendilerine oy verenleri, ideolojisinden olanları hasız ise kesinlikle korumaz, kendisinden olmayan haklı kişileri de mahkûm etmez. Bir kişinin hükmettiği alan genişledikçe, vicdanlı olmanın olumlu neticeleri de kapsayıcı ve büyük olur.
Hâkimiyet alanı genişleyen vicdansız kişinin tahribatları, zulümleri, canavarlık boyutuna varan icraatları da büyür, genişler. Bazen, güçlü bir devletin vicdansız yöneticilerinin zararları ülke dışına da taşarak diğer ülkelerin insanlarına da zarar verir.
Vicdansızlık, sadece kişinin kendi haksız davranışlarıyla ortaya çıkmaz, başkalarının vicdansız davranışlarını destekleyerek de ortaya çıkar.
Vicdanları Yakan İcraatlar Sadece Diktatörlüklerde Olmaz
61 yıldır Suriye’yi yöneten baba Hafız Esed ve oğlu Beşşar Esed, vicdansızlığın en bozuk ve bir nevi kömürleşmiş halini yansıtan uygulamalar ortaya koydular.
Dünya’da tek diktatörlük Suriye’deki Esed rejimi değildir. Ama son yıllarda en ağır baskıların yaşandığı, vicdanın kömürleştiği rejimlerden biri de Esed rejimidir.
Suriye’de son günlerde yaşananlar, iki şeyi daha gün yüzüne çıkardı:
Birincisi, vicdansızlık temelli gayrı insanî uygulamaların geldiği en üst seviye.
İkincisi, vicdansızlık temelli diktatörlüklerin, zulümlerin, toplumu yukarıdan aşağıya korkutma ve baskılamaların uzun ömürlü olamayacağıdır.
Elbette ki, vicdansızlık sadece diktatörlerde ve diktatörlük rejimlerinde söz konusu değildir. Diktatörlük rejimlerinde, vicdansız uygulamalar, hem ülke içindeki vatandaşlara hem de yayılmacı politikalar kapsamında diğer ülkelerdeki insanlara yönelik olarak gerçekleşir. Eski Sovyet rejimi, Hitler’in, Mussolini’nin rejimleri ile Esed rejimi bunun bazı misalleridir.
Bazı demokrasilerde de vicdansız uygulamalar olabilmektedir. Bu uygulamalar, ya diğer ülkelere yönelik gerçekleşir ya da ülke içinde OHAL dönemlerinde olur. ABD ve diğer Batılı devletlerin yöneticilerinin İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamları mutlak desteklemeleri bu belirlememize misal olarak gösterilebilir. Ayrıca, ABD’nin Guatanamo’da yaptığı gayrı insani işkenceler de, Esed’inki ile belli ölçüde benzerlik arz etmektedir. Bu sebeple bir ülkede demokrasinin olması vicdanî politikalar için tam güvence oluşturmaz. Küresel güçlerin, Irak, Suriye vd. bazı ülkelerde demokrasi getirme bahanesine dayalı gerçekleştirdikleri işgalci politikalar kapsamında katledilen masumlar da vicdansız uygulamalar kapsamına dâhildir.
Esed Rejiminin Vicdanları Yok Eden İcraatları
Suriye’de Arap Sosyalist Baas Partisi 1963'te darbe sonucu ülkede yönetimi ele geçirdi. Hafız Esed, 1971'de kendisini devlet başkanı seçtirerek dikta yönetimini devraldı.
Hafız Esed’in 2000 yılında ölmesinde sonra, yerine oğlu Beşşar Esed geçti.
Baba ve oğul Esed’lerin Suriye’deki yönetimleri tipik bir diktatörlük rejimidir.
Suriye’de 1963 yılından bu yana uygulanan sosyalist Baas dikta rejiminde, vicdanı en ağır şekilde yok eden uygulamalar ortaya çıktı. Baba-oğul Esed’ler, yönetimlerini mutlak hâkim kılmak için, yüzbinlerce masum insanı haksız yere katlettiler.
Toplu katliamlar yanında, bireysel uygulamalarla da sayısını bilemediğimiz kadar insan yok edildi, en ağır işkencelere maruz bırakıldı, ocaklar söndürüldü.
Suriye’de hukuk ve yargılama faaliyetleri, sadece Baasçılar lehine işletildi.
Baas rejiminden olmayan ya da olmadığı düşünülen kişiler için hukuki koruma sıfırdı.
Ben Hataylı olduğum ve Suriye’de çok kişileri tanıdığım için bildiğim bazı uygulamalara burada kısaca yer vereceğim.
Baas rejimi döneminde bu ülkede yaşayabilmek için, rejimin “düşman” olarak niteleyeceği hiçbir davranışta bulunmamak gerekiyor. Düşman olarak ilan edilmek için şiddet eylemi yapmaya, terör estirmeye, suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmeye lüzum yoktur.
Bir kişinin yok edilecek düşman olarak nitelenmesi için Baas rejimi yöneticilerinin hoşnut olmadığı bir fikre, inanca sahip olması yeterlidir.
Ayrıca bir kişinin Rejim düşmanı ilan edilmesi için, Baas yönetimini ima yoluyla eleştirmesi bile yeterlidir. Hatta rejimi eleştirmek bir yana, bir ispiyoncunun ya da muhaberat (Suriye istihbaratı) üyesi birinin, herhangi bir kişinin rejimi eleştirdiğini söylemesi bile bu kişinin düşman olarak yok edilmesi için yeterlidir.
Suriye’de Baas rejiminde istihbarat (muhaberet) maksimum düzeyde etkili olmuştur. Hemen hemen bütün aileler, evlatlarının bile istihbaratçı olabileceğinden korkarak yaşamak durumunda kalmışlardır. Yani rejim, gizlediği muhaberat elemanları vasıtasıyla toplumun bütünü üzerinde tam bir korku cehennemi oluşturmuştur.
Mesela bir kişinin Suriye rejimini, korku rejimi ortamında eleştirmesi imkânsıza yakın derecede zordur. Bu korku o kadar güçlü hale getirilmiştir ki, geçmiş yıllarda Türkiye’ye gelen Suriyeliler bile, uygulanan baskıcı rejim hakkında konuşmaktan korkuyorlardı.
Hatay’da Suriye’den gelenlere, “Baas rejimi hakkında neler düşünüyorsunuz”? Diye sorduğumda, onlardan “aman, aman sus, bana bu konuda soru sorma, yerin kulağı var, bu konuşulanlar mutlaka yöneticilere ulaşır, ben orada yaşayamam” diye cevaplar alıyordum.
Halka korku cehennemi yaşatan uygulamalardan biri de Baas rejiminin düşman ilen ettiği kişileri kaybetmesidir.
Dinlediğim onlarca hikâyeden bazıları şu şekildedir.
Yakınlarını bizzat tanıdığım bazı ailelerde, rejimin askerleri eve geliyor, çok kibar bir üslupla “şu kişi kimdir?” diye soruyor. İlgili kişi de “benim” dediği zaman, polisler bu kişiyi hem de ev kıyafeti ile alıp götürüyor. Gidiş o gidiş, bir daha haber alınamıyor.
Ya da yolda giden bir kişiye, çok kibar bir üslupla, “filan kişi sen misin” diye sorulduğunda, o kişi evet cevabı verdiğinde, bu kişi de polisler tarafından götürülüyor. Aile yakınlarının, bu uygulamayı polislerin yaptığından bile haberleri olmuyor.
Bazı kereler de polisler, tanıdıkları ve bildikleri bir kişiyi tutuklamak istediklerinde, evde, sokakta, caddede, nerede olursa olsun sorgu sual olmadan tutuklayıp götürüyorlar.
Bütün bu kişilerin aile yakınları, tutuklanan kişilerin akıbetlerini de soramıyorlar. Çünkü merak edip soranlar da derhal tutuklanıp kaybediliyorlar.
Tutuklanan bu kişilerin nerede olduğu, nereye götürüldüğü bilinmiyor; bu kişiler yaşıyorlar mı, ölmüşler mi? bilinmiyor. Benim bu şekilde olduğunu bildiğim çok kişi var.
Aslında bir hukuk devletinde, aile yakınları tutukluları ziyaret ederler. Bu ülkede, bu şekilde tutuklanan kişileri ziyaret etmek de tamamen imkânsızdır.
Bu yolla kaybedilen kişiler hakkında mahkemelerde yargılama da yapılmamaktadır. Tutuklanmadan önce bu kişiler hakkındaki kararı Baas rejimi vermiş olmaktadır. Bu karar bir yargısal karar değil, siyasi bir karardır. Kısaca bu kişilere uygulanan bir hukuk düzeni yoktur.
Zulme uğrayanlarla ilgili yapılan muamelelerin neler olduğu son günlerde gazete ve televizyonlarda yer alıyor. Bu haberlerde belirtilenler, buzulun sadece görünen uç kısmıdır. Bu mezalimin birkaç haberle bütün ayrıntısı ile anlatılabilmesi imkânsızdır. Kaybedilenlerden işkence ile ölenlerin akıbetleri belirsiz; bir mezarları var mı, varsa nerededir? O da bilinmiyor.
En ağır işkencelerin yaşatıldığı Sednaya cezaevinden başka cezaevleri de var ama nerede oldukları bilinmiyor; toplu mezarlardan bahsediliyor, oralarda kaç kişi var? bilinmiyor.
Bu uygulamalar diktatörlerde bir atom zerresi kadar vicdanın olmadığını gösteriyor.
Zulüm Devam Etmez.
Baas rejimi, Netenyahu’nun hürriyet ve demokrasi havarisi kesilen batılı ülkelerin yöneticilerinin mutlak desteğini alarak tüm dünyanın gözleri önünde yaptığı katliamların bir benzerini Suriye’de gerçekleştirmiştir. Sovyetlerin Rusya’da yaptığı rejim içi katliamlarla Esed’lerin yaptıkları arasında sadece sayısal fark vardır; yapılanların mahiyeti aynıdır.
Vicdanların yok edildiği Sovyet rejimi, zahiren en yerleşik olduğu izlenimini verdiği dönemde çöktü. Suriye’de de Baas rejimi, toplumun mutlak olarak korku cehennemine mahkûm edildiğinin, rejimin tam hükümran olduğunun sanıldığı bir dönemde yıkılmıştır.
Aslında Sovyet Blokuna dâhil olan tüm diktatörlükler, benzer şekilde Sovyet rejiminin yıkılışı ile birlikte yıkılmıştır.
Benzer özelliklere sahip Suriye’de de, Baas rejimi, zulümleri sebebiyle yıkılmıştır.
Bu vesileyle şu sözü söyleyebiliriz: “Zulüm rejimi devam etmez. Belki muhtelif şartlara bağlı olarak bir müddet varlığını sürdürse de, yok olmaya mahkûmdur”.
“Zulüm ilanihaye devam etmez” belirlemesinin bir neticesi olarak ifade etmek gerekirse, bölgedeki bütün baskıcı rejimlerin akıbeti de Esed rejimi gibi olacağa benziyor.
Bu vesileyle, Suriye’de yaşananlar, bir yönüyle “İslâm baharı”nın, bir başka yönüyle de “insanlık baharı”nın bir başlangıcı olabilir.
Bu süreçte Türkiye en etkin şekilde rol alacak gibi görünüyor. Bekleyip göreceğiz.
E-posta Facebook Twitter Yazdır Önceki sayfa Sayfa başına git |
Bu yazı 230 defa okunmuştur. |
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |