‘Annesini ziyaret ettikten sonra.’ yazıyordu başlığında haberin.. Devam ediyordu sonra büyük puntolarla.. ‘Mustafa Kemal Paşa dün Samsun’a gitti.’ haber detayı da şöyleydi 17 Mayıs 1919 tarihli gazetenin. ‘Bandırma vapuru, hareketinden önce Kızkulesi önünde bir İngiliz binbaşısı tarafından kontrolden geçirildi. Karadeniz’de şiddetli fırtına hüküm sürüyor.’
Karadeniz’de şiddetli fırtına vardı, Kızkulesi’nin önünde İngiliz kumandanı, İzmir’de Yunan Efzon Alayı, Yıldız Sarayının karşısında da düşman zırhlıları..
21 Mayıs 1919 tarihli başka bir gazetenin tek sayfasında üç ayrı haber vardı.
‘‘Alemdar gazetesi İngiliz mandasını istiyor. Ancak İngiliz idaresinin Türkleri koruyup kurtarabileceğini iddia eden gazete: ‘Türklerin kendi güçleri ile adam olmalarına imkân yok’ diyor.’’
‘Kıbrıs adası Yunanlılara veriliyor.’
‘Fransız Le Temps gazetesi açıkladı: İngilizler, İzmir’i İtalya’ya vaadetti.’
16 Mayıs 1919 tarihli bir gazete manşeti de şöyleydi: ‘Mustafa Kemal Samsun’a hareket ediyor. Paşa dün nazırlarla konuşurken protestolarla Yunanlıların İzmir’den çıkarılabileceğine inanmadığını söyledi, katî tedbirler istedi.. Nazırlar itiraz ettiler.’
Aynı gazetenin aynı sayfasındaki diğer haber:
‘İstanbul gazetelerinin çoğunun başmakaleleri bu sabah beyaz çıktı! Şiddetli bir sansür, İzmir katliamına dair haberlerin neşrine mani oldu. Hadisat ve Sabah gazetelerinin başmakaleleri silindi.’
Tasvir-i Efkâr gazetesinin 16 Mayıs 1919, 17 Mayıs 1919, 23 Mayıs 1919, 25 Mayıs 1919 tarihli sayıları birkaç uyduruk haber dışında bomboş yayınlandı.
Gazeteler 1921’e kadar ne Kuva-yı Milliye’den ne Milli Mücadeleden nede Mustafa Kemal Paşa’dan doğru düzgün söz etmediler.
‘Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi,’ diye geçti adı Mustafa Kemal Paşanın, 24 Mayıs 1920’de 1 Numaralı Divan-ı Harb-i Örfi’nin Gazi Paşa ve arkadaşlarının idamına hükmettiği metinde.
‘Selanikli Mustafa Kemal Efendi’ 19 Mayıs 1919’da yedi düvele karşı Samsun’dan başlattığı hürriyet mücadelesini, yaktığı çoban ateşini, milletiyle beraber yazdığı / yazmakta olduğu destanı Ankara’ya taşıdı.
20 Nisan 1920’de Milli Mücadeleyle kurulan Milletin Meclisinde..
Meclisin kürsüsünden; Ankara’yı umduğu gibi bulmayan, yatacak yer, yiyecek ekmek sorunuyla karşılaşan, bu sebeplerle geri dönme hayalleri kuran bazı Mebuslara seslendi:
‘İşittim ki bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla Milli Meclise davet etmedim. Herkes kararında hürdür, bunlara başkaları da katılabilirler.
Ben, bu kutsal davaya inanmış bir insan sıfatıyla buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır; bu şekilde Elmadağı’na çıkar..
Orada tek kurşunum kalana kadar vatanı müdafaa ederim. Kurşunlarım bitince bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı, kutsal bayrağıma içire içire tek başıma can veririm.
Ben buna and içtim!’
dedi.
Cumhuriyete ‘doksan yıllık reklam arası’ diyenlere sormak icap eder şimdi: reklam bitince diziye nerden başlamak istersiniz? Diriliş Ertuğrul’dan mı, Kuruluş Osman’dan mı, yoksa kaldığımız yerden;
Kızkulesi’nin önünde İngiliz kumandanın yol çevirdiği, Yunan Efzon Alayının İzmir’e girdiği, Yıldız Sarayının karşısına düşman zırhlılarının dizildiği, İngilizlerin topraklarımızı İtalya’ya peşkeş çektiği, yurdun her bir yanında yabancı subay ve ajanın cirit attığı yerden mi?
Nerden?