DTP, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin Güneydoğu’ya ilişkin batı illerimizden farklı olarak pozitif ayrımcılık anlamında yatırımlar yaptığı zaman bile bunun adını kapı arkalarında, “APO HARACI” diye adlandırdılar.
Ve halen bu psikolojik savaşa devam ediyorlar…
DTP ve bu alanda siyaset yapanların PKK dışında söyleyecekleri sözleri çok sınırlı.
PKK bittiği zaman DTP’nin de siyaset alanı bitiyor.
Bu yüzden DTP’nin PKK’nın bitmesini istediği yönünde ciddi kuşkularım var…
Peki, Kürt asıllı vatandaşlarımızda mı öyle düşünüyorlar?
Bu sorunun cevabı da doğrusu çok kolay değil.
Hemen hemen her evden dağa bir yakınını göndermiş ya da yakını kendi inisiyatifiyle çıkmış Kürt vatandaşlarımızın da kafası karışık.
İntikam duygularını taze tutanların yanında, diğer çocuğum yaşasın diyenlerin varlığı da az değil.
AK Parti hükümetinin kardeş kanını bitirme yönündeki çabaları çok amatörce.
Oysa, terör çok profesyonel.
Hükümetin kendi diliyle de ifade ettiği gibi, “RİSK” aldığı bir dönemde bile DTP Eşbaşkanı Emine Ayna, “Öcalan’ı unutturmayız, Öcalan olmadan çözüm olmaz…” diyebiliyor.
Gerilim ve gerilimin diğer adı Öcalan olmadan DTP’nin siyaset yapamayacağının en açık göstergesi bu açıklama değil mi?
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ve Emine Ayna’nın kendi aralarında rol dağılımı yaptıkları belli.
Türk, ılımlı lideri oynuyor, Ayna ise gerçek görüşe ayna tutuyor.
Ahmet Türk şu sözleriyle açık verdi aslında.
Şöyle dedi; “Kırmızı çizgilerimizi dayatmadan hükümet ne verecek görelim…”
Bu şu demektir;
“Ne alırsak kardır, bu karın üzerine kendi bildiğimizi koyarız…”
Tarihe not düşmek gerekirse, şunu yazmak isterim;
DTP, gerçek adıyla PKK, asla Türkiye Cumhuriyeti ile barışmayacak…
Önce Federasyon, sonra devlet emellerinden vazgeçmeyecekler.
PKK ve DTP kendi politikalarında oldukça istikrarlılar.
Hiç geri adım atmadılar aslında.
Hatta, PKK silah gücü anlamında en zayıfladığı şu anlarda bile.
Dikkat edin; PKK, kalleş mayınları dışında askerimize zarar veremiyorlar.
Bu kadar tükendiler.
Bitmediler ama çok zayıfladılar.
Sürekli geri adım atan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri oldular.
Demirel, “Kürt realitesini tanıyorum” dedi.
Yılmaz,”AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” dedi.
En önemli psikolojik eşik şu kelimeyle geçildi; “Halkların kardeşliği…”
Bu kelime çok büyülü…
İçinde iki büyü birden var…
1) Kürtlerin ayrı bir halk olduğu vurgusu…
2) Hiç kimsenin karşı çıkamayacağı, BARIŞ kelimesi…
Ayrı bir halk olduğunu kabul ettiğin, cenazelerinde açtıkları bez parçalarına, “Aman olay çıkmasın” diye göz yumduğun bir olgu, dışarıdan etki olmasa bile artık kendi kendini besleyecek duruma gelmiş demektir.
PKK unsuru hemen hemen her dönem Türkiye’nin en büyük güç alanlarından, önce gizli, daha sonra açık destek bularak bu hale geldiler.
Türk siyasetçilerinden, Türk medyasına kadar her yerden…
Arık final vuruşu yapmak istiyorlar….
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın,”RİSK ALIYORUZ…” sözlerinin arkasında bu saydığım tespitlerin bir bölümünün olduğundan şüphem yok…
Türk’e ait hangi hak, Kürt vatandaşlarımızda yok ise, bunu sağlamak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Devlet olma borcudur.
Bunu tartışmıyorum bile ama sonuç alınmayacağı açık olan bu denemenin maliyeti konusunda ciddi endişelerim var.
Devlet verdiğini geri alamaz.
Bu sefer de verecek ama PKK şemsiyesi altında toplanan tüm gruplar yine ikna almayacaklar.
Ve PKK lobisi şu fırsatı kaçırmayacak; VURMASAYDIK, ALABİLİR MİYDİK?
Bu kardeş kanı elbette bitmeli, bu böyle gitmez ama yolun bu yol olduğuna, bu yola asfalt dökenler bile inanmıyorsa, ben niye inanayım?
Niye?