Talat Atilla Öcalan test edildi! Değişim var! Tüm arşivi yaktılar! 'Tekbirlerle gömün beni!' |
Ersan Yıldız GİRİLMEZ |
Mihriban Başlı Nereye Gidiyoruz? |
Tuğba AYAN Çakralar ve Uyanış |
Adnan Küçük MEB YUSUF TEKİN’İN LAİKLİK SÖYLEMİ BAZI ÇEVRELERİ RAHATSIZ ETTİ |
Zahide Guliyeva EGO İŞÇİLERİ |
Cengiz Altınsoy Benim güzel memleketim... |
Kıvılcım Kalay NEDEN DİYE SORMA |
Canan Sezgin BU DOLUNAYLA BİR DEVİR KAPANIYOR! |
Tuğrul Sarıtaş Duayen gazeteci Tuğrul Sarıtaş'tan yeni kitap! |
Tekin Öget GERÇEKTEN DE TAM YOL İLERİ Mİ? |
Esra Süntar SU ÜSTÜNDE İKEN SU İÇİNDE OLMAK |
M. Kürşat Türker ZİNCİR |
Yalçın Toker SPOR YAZARLARI GENEL KURULUNDAYDIM.. |
Haktan Kerem Ural ‘ADALET SİSTEMİ’NİN ALTINDA SERİNLEYEN AHLAKSIZLAR |
Sima Güleser Polat İPİN UCU KAÇTI! |
Uğur Özteke SAĞLIKTA KANDIRMACA YENİDEN Mİ BAŞLIYOR? |
Yıllardır 1915 yılında yaşanan hadiseler ABD’de tartışma konusu oldu. Her yıl 24 Nisan geldiğinde, başkanlar, “acaba ‘soykırım’ diyecek mi demeyecek mi”? şeklindeki sorunun cevabını almak için çok geniş kesimler meraklı beklentiler içine girdiler.
Geçmiş yıllarda Ermeni Diasporasının bütün zorlamalarına rağmen, ABD-Türkiye ilişkilerinin zarar görmemesi amacıyla hep “trajedi”, “büyük felaket” vb. nitelemeler yapıldı.
24 Nisan 2021 günü geldiğinde, Dünyanın en büyük “KORSAN DEVLETİ”nin başı Biden, geçmiş yıllarda gerçekleşmeyeni gerçekleştirdi ve 1915 Ermeni Soykırımı nitelemesi yaptı. Biden açıklamasında, “Ermenilerin hikâyesini onurlandırıyor, acılarını görüyor, tarihi teyit ediyoruz” ifadelerini kullandı. Biden’in açıklamasında, İstanbul’dan “Konstantiniyye” olarak da bahsetmesi, “soykırım” açıklamasının amacını çok daha ilerilere taşımaktadır.
Peki ne değişti de, Biden, önceki başkanlardan farklı olarak “soykırım” dedi. Bir diğer ifadeyle, bazı bulgular, deliller ortaya çıkarak “soykırım” olduğu hukuken ispatlandı mı ki, Biden bir tutum değişikliğine giderek seleflerinden farklı bir ifadeyi (soykırım) kullandı?
Bu sorunun cevabı “HAYIR”dır.
Biden “soykırım” ifadesini kullanırken, önceki dönemlere göre değişen şartlar, hukukî değil siyasîdir. ABD başkanları da dâhil olmak üzere, hiçbir siyasi yetkili, 1915 hadiselerini değerlendirirken bir ilmî araştırma yapmadı ve yaptırmadı. Tamamen Ermeni Diasporasının söylemlerinden etkilenerek, siyasî olarak işlerine geldiği şekilde ve ölçüde bir dil kullandılar.
Peki bu söylem değişikliğini nasıl okumalıyız; bu söylem değişikliği neyin göstergesi ve ne tür değişikliğin habercisi acaba? Sorusunun cevabını bulması gerekir.
ABD Niçin Korsan Devlettir
“Korsan devlet”, bir devletin, uluslararası ilişkilerde, uluslararası teamül ya da sair uluslararası hukuki kaideleri bir kenara atarak, kendi menfaatine göre kuralları kendisinin belirlemesi ve ona göre hareket etmesidir. Bu bağlamda, aynı durumda olan iki ülkeden biri (korsan devlet) için hak olan bir davranış, bir başka ülke (korsan olacak kadar mütehakkim olmayan) tarafından yapıldığında, uluslararası hukuka aykırılık olarak değerlendirilir.
Mesela, uluslararası hukuk çerçevesinde teröre destek vermek gayrı meşrudur. Bir korsan devletin terör örgütünü desteklemesi onun için bir hak olarak görülürken, sair devletler böyle bir şeyi yaptıklarında, uluslararası hukuk çerçevesinde hukuk dışına çıkmakla suçlanır ve derhal “insanlığa karşı suç işlediği” gerekçesiyle yargılanması yoluna gidilir.
Korsan devletin temelini, “yayılmacı ve mütehakkim güç” olması teşkil eder. Bu gücün tek ölçütü, çoğu kereler hukuki kayıtlara tabi olmaksızın kendi menfaatini korumaktır. Tek yanlı menfaat temelli güç siyaseti söz konusudur. Uluslararası hukuk kuralları, korsan devletler için, lehine ise mutlaka uyulmalı, lehine değilse riayet etmemek kendisi için haktır.
Soykırım Meselesi
Gelelim “korsan devletlik” ile “soykırım” meselesi ilişkisine.
Mütehakkim devletler, aslında katletmeyi kendileri için hak biliyorlar. Kendilerinden daha güçlü devletler olmadığı için, bu devletler, milyonlarca insanı işgal yoluyla katletseler de, soykırım olarak değerlendirmiyorlar. Birileri böyle değerlendirse de, mütehakkim devletlerin sahip oldukları muazzam güç neticesinde, bu değerlendirmeler pasifize ediliyor, hatta duyulmuyor bile. Kısaca bu itirazlar, atom bombasına karşı sinek vızıltısı gibi kalıyor.
Mutlak güçlü devletler, soykırımı, demoklesin kılıcı gibi kullanıyorlar. Mütehakkim devletler, bir milyon insanı haksız yere katletseler de, bunlara karşı yapılan soykırım iddiaları dinlenmiyor. Fakat diğer devletlerden birinin, milli güvenliği için aldığı önlemler kapsamında, farz edelim bin kişi ölse ya da bunlar bir yerden başka yere sürülse, o hadise, mütehakkim güçler tarafından soykırım olarak nitelendirilebiliyor. Burada, soykırım değerlendirmesinin ölçütü, kesinlikle “hukuki” değil, tamamen “menfaat eksenli siyasi” değerlendirmelerdir.
Yarın bir gün Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında yürüttüğü uygulamalar esnasında öldürülen PKK’lı teröristler için de mütehakkim güçler “soykırım” iddiasında bulunabilir. Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da onbinlerce, hatta yüzbinlerce kişiyi katleden mütehakkim güçler, bu katliamları, “hürriyet ve demokrasiyi bu ülkeye getirmek” bahanesine sığınarak kendileri için meşrulaştırırlarken, bu ülkeleri işgal ederek yıktıkları yöneticileri soykırım ya da insanlığa karşı suç işledikleri iddiası ile yargılayabilmektedirler.
Burada, bu mütehakkim güçler, bazı ülkelerdeki doğal kaynakları haksız şekilde gasp etmek için, önce bu ülkelerde terör örgütleri kuruyor, sonra onunla mücadele etmek adına o ülkeyi işgal ediyor, sonra bu işgal kapsamında binlerce, onbinlerce insanın katledilmesini sağlıyor, daha sonra işgale gerekçe olan doğal kaynaklara mutlak hükmeder hale gelince de, bakmışsınız kendi kurdukları terör örgütleri buhar oluyor. Bütün bu yaşananlardan sonra, bu mütehakkim güç alacağını almış oluyor, ama bütün dünyaya verdiği mesaj, bu işgalin haklı olduğu yönündedir. Zayıf devletlerin, bu işgalleri, katliamları, korsanlıkları eleştirmelerini güçlü devletler duymuyorlar, duysalar da bu seslerin etkinliği sıfır düzeyde kalıyor. Sair güçlü devletler de, zaten benzer işleri yaptıkları için, birbirlerine destek oluyorlar. Biri bir ülkeyi, diğeri bir başka ülkeyi işgal ederek, karşılıklı dayanışma içerisinde hareket ediyorlar.
Fransa’nın Cezayir’de gerçekleştirdiği katliam, ABD’nin yerlilere (Kızılderili) yönelik gerçekleştirdiği ve milyonlarca kişinin yok edilmesi ile neticelenen katliam, Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan atom bombaları neticesinde meydana gelen katliamlar, ABD’nin Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da gerçekleştirdiği doğal kaynakları gasp etmeyi amaçlayan işgal fiilleri neticesinde meydana gelen katliamlar, Guatanamo’da işlenen en vahşice işkenceler, terör örgütlerini kurdurarak ve doğrudan onlara milyonlarca silahlar vererek onları sevk ve idare ederek meydana gelen terör eylemleri neticesinde milyonlarca kişinin katledilmesi yoluyla işlenen katliamlar, hep Batılı güçler için mutlak haklar olarak görülmektedir. Bunun adı, “şeytanın melek suretine büründürülmesinden” başka bir şey değildir.
Her ne kadar bu uygulamaların insan hakları ve uluslararası düzenle bağdaşırlığı mevcut değilse de, bu ülkeler dünya ölçeğinde insan hakları savunucuları olarak biliniyorlar. Burada yapılanların, “korsanlığın”, “katliamların”, demokrasi ve hürriyet görünümü verilerek güç temelinde haklılaştırılması yönündeki algılardan öte bir anlamı yoktur.
ÖZET. Amerika ve müttefikleri için, uluslararası hukuk alanında “hak ve hukuk” değil ne pahasına olursa olsun çıkarları söz konusudur. Haksız işgaller neticesinde meydana gelen katliamlar da olsa, bu uygulamalar, onlara göre “hukuk devleti ve insan hakları” ile çelişmez. Çünkü, kendileri için, kendilerinden olmayanlar “insan altı varlık”lardır. Bu güçler için, söylemde insan hakları evrensel görünse de, pratikte sadece kendilerinden olanlar insan haklarına, ülke bütünlüğüne, ülke içinde tabii haklara, ülke sınırları içinde egemenlik hakkına sahiptirler. Kendilerinden olmayanlar, ne doğal kaynaklar üzerinde haklara sahiptirler, ne ülke bütünlükleri güvencededir, ne de mütehakkim güçlerin saldırılarına karşı kendilerini savunma hakları vardır. Savunmaya kalkışanlar, derhal despotlukla ve soykırımcı olarak suçlanırlar. Eh birisi despot ilan edilince, bu ülkeyi işgal etmek de kendileri için bir hak haline geliyor(!).
1915 Ermeni Soykırımı İddiası
Yukarıda özetlediğim siyasi mantık Ermeni soykırımı iddiası için de geçerlidir. Bu bölgede, Türkiye’nin güçlenmesi, hem Amerika’nın, hem Amerika ile omuz birliği yapan İsrail ve bölgedeki müttefiklerinin, hem de bu ülkelerin sair Batılı müttefiklerinin menfaatleri ile uyumlu görülmüyor. Bu güçlerin menfaati, Türkiye’nin bölünüp un ufak olmasında, ya da Türkiye’deki yöneticilerin mutlak olarak kendi emirlerinde olmasındadır.
Mütehakkim güçler, menfaatleri ile uyumlu olmayan Türkiye’nin güçlenen yapısını zayıflatmak için, korsan yöntemlerle, çok sayıda gayrı meşru yöntemler denediler.
Birincisi, 12 Eylül öncesinde çeşitli terör örgütlerini, 1980 sonrasında PKK terör örgütünü desteklediler. Her ne kadar bu örgüte (PKK), görünürde/resmiyette terör listesine almış görünmenin bir neticesi olarak açıkça ve doğrudan katkı sağlayan bir ülke görünümü sergilemese de, bu örgütle mutlak işbirliği içinde kurdurulan sair terör örgütleri (YPG, KCK, PYD vd.) vasıtasıyla bu örgüt beslendi ve sevk ve idare edildi. Amaç, Türkiye’yi mümkünse bölmek, bu iş kısa vadede gerçekleşmediği takdirde de “iç çatışmalar” yoluyla iç güvenliği baltalamak, toplumu bölmek, toplumsal düşmanlıkları en üst düzeye çıkarmak, yüz milyarlarca dolar ekonomik zararlara sebep olarak ülkeyi her yönden zayıflatmaktır.
İkincisi, askerî darbeleri yaptırarak, ülkemizin gelişimini sekteye uğratmaktır.
Üçüncüsü, soykırım iddiası ile Türkiye’yi dünya siyaseti içinde yaralamaktır. Mesele sadece bununla da sınırlı kalmayacak, bu siyasî açıklama, bir takım hukuki yaptırımlara kaynaklık da teşkil edebilecektir. Bunun bir adım ötesi, Türkiye’yi soykırım suçu ile yargılamayı mümkün kılacak kanunların çıkarılması olabilir. Bir devlet “korsan” olunca, uluslararası cezalandırmayı öngören kanunları da rahatlıkla çıkarabilmektedir. Tıpkı 1980’li yıllarda Afganistan’da Sovyet güdümündeki rejime karşı Amerika tarafında örgütlenen El-Kaide tarafından gerçekleştirdiği iddia edilen 11 Eylül saldırılarından Suudi Arabistan’ı sorumlu tutan kanunu çıkardıkları gibi. Muhtemelen, hem Türkiye’yi cezalandırıcı bazı uygulamalara teşebbüs edecekler, hem de holokost benzeri şekilde Ermeni soy kırımının inkârı suç haline getirilebilecek, tarihi gerçeklikler hukukilik kılıfıyla katledilebilecektir.
HDP’nin ve Diğer Siyasi Partilerin Farklılık Arzeden Tutumları
Biden’in açıklamasını, HDP haricinde bütün partiler değişen sertlik tonlarında tepki vererek lanetlediler. HDP’li yöneticiler (Merkez Yürütme Kurulu) ise, sair partilerden esaslı şekilde farklı tepki verdiler. HDP adına yapılan açıklama özetle şu şekildedir:
Ermeni halkı, binyıllardır yaşadığı anayurdundan sürülerek, büyük oranda katledildi. Anadolu Hristiyansızlaştırıldı. Soykırım neticesinde mülkiyet ve kültürel varlıkları kamu iradesiyle el değiştirdi. Türkiye Ermeni Soykırımı ile 106 yıldır yüzleşmedi. Ermeni soykırımı, Rum, Süryani, Keldani, Kürt, Alevi ve Êzidî halklarına reva görülen ve bugün de sürdürülen katliamcı siyasetin şifrelerini ve soykırım mekanizmasının mahiyetini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bu katliam ve kıyım mekanizmasıyla yüzleşmek, Türkiye'nin aydınlık geleceğinin, bir arada ortak yaşamın olmazsa olmazıdır.
HDP, TBMM Genel Kurulunda kabul edilen, Biden’ın, 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemesinin kınanmasına ve reddedilmesine ilişkin bildiriye de red oyu verdi.
HDP adına yapılan açıklamada, Anadolu’nun, Hristiyansızlaştırıldığının belirtilmiş olması, Biden’in “Konstantiniyye” açıklamasını tamamlayıcı mahiyettedir. Diğer yandan Anadolu’nun Ermenilerin anayurdu olarak görülmesi, sair ırkların (Türk, Kürt vd.) bu bölgede işgalci olduklarını söyleyen Ermeni Diasporasının iddialarını da destekler mahiyettedir.
HDP adına yapılan açıklama, hem Ermeni Diasporasının açıklamaları ile tam uyumlu, hem de Biden’in açıklamasını bütün benlikleri ile destekler mahiyettedir. Kısaca bir HDP + Ermeni Diasporası + ABD ittifakı söz konusudur. Nihaî hedef, PKK vasıtasıyla Anadolu’nun en azından büyükçe bir kesimini Büyük Ermeni Devletinin parçası haline getirmektir.
Burada, HDP ile sair partilerle toplumsal kesimlerin ilişkilerinin nasıl olması gerektiği meselesi ortaya çıkmaktadır. Bu ilişki, sadece soykırımla sınırlı değildir. Harici destekli ve yönlendirmeli PKK terörünün ve tahripkâr sonuçlarının esaslı bir şekilde etkisizleştirilerek tasfiye edilmesi, bu partiye karşı takınılacak dayanışmacı tutum ve davranışlara bağlıdır.
Bu durumda en önemli ve neticesi etkili olan iş Türk milletinin bizzat kendisine düşüyor. PKK ve onun hâmîsi konumundaki ABD’nin piyonu olan HDP ile doğrudan ya da dolaylı olarak ittifak ve iş birliği yapan bütün partileri, bu milletin kahir ekseriyetinin mutlaka ve kesin olarak (siyasi yönden) cezalandırarak tasfiye etmesi gerekiyor.
Bunlar gerçekleşmediği müddetçe, ne PKK ve O’nun legal görünümlü siyasî uzantısı olan HDP zayıflar ya da biter, ne de Ermeni Soykırımı iddiasına karşı sağlam, güçlü ve etkili bir milli duruş sergilenebilir.
Türkiye’nin Yapması Gereken
Artık mütehakkim güçlerin, Ermeni soykırımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin tarihî belgelerle ispat edilmesi ya da edilmemesi gibi bir amaçları yoktur. Her ne kadar Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 1915 olaylarına ilişkin, “Acaba Amerika’nın arşivlerinde ne kadar bu konuda belge var veya varsa bu belgeleri açabiliyor mu? Avrupa’da var mı, varsa açabiliyor mu? Biz ‘hodri meydan’ diyoruz ama bugüne kadar bizim bu çağrılarımıza cevap veremediler” dese de, onlar, kafalarında “siyasi bir değerlendirme” olarak kararlarını vermişler. Bundan sonra yapılacak soykırımın olmadığını ispatlamaya yönelik çabalar, aslında aç sırtlana karşı koyunun kendisinin haklılığını ispat etme çabasından ibaret olacaktır.
Ermeni Soykırımı iddiasına karşı, İstiklal harbinde ve Çanakkale savaşında sergilenen kahramanca mücadele destanının, bu necip millet tarafından tekrardan ortaya konulması zamanı gelmiştir. Bu güçlü dayanışma ruhu, hükümetin elini sinerjik şekilde güçlendirecek, bu güce karşı duran her türlü duruş, milletin kararlı tutumu ile bertaraf edilebilecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yöneticilerinin, bu güçlü halk desteği ile yürüteceği çok denklemli siyaset vasıtasıyla, bu oyunlar bozulacaktır. Zor oyunu bozar. Bu oyunu bozacak olan, toplumun sergileyeceği üst düzey dayanışma olacaktır. Muhtemelen Türkiye’ye karşı uygulanacak, ekonomik ve sair saldırılara karşı verilecek savaşın kazanılması, bu güçlü ve dirençli toplumsal dayanışma ile mümkün olacaktır.
Bu şartlarda, dar partici tutumların sergilenmesi ve bu tutumu sergileyenlerin sayısının artması oranında, bu mücadelenin kazanılması süreci kısmen uzayabilecektir.
Bir söz var: “Bir adamın kıymeti, himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir”.
Burada, himmeti, şahsî ya da parti çıkarları olanların sayısı arttığı ölçüde, başarıya ulaşma süreci nispeten uzayacaktır. Bu durumda başarıya ulaşmanın yollarında, dikenler, taşlar, kayalıklar, uçurumlar var demektir. Himmeti, bu milletin selameti ve Ermeni soykırımı iddiaları ile bu ülkeye azami derecede zarar vermek isteyenlere “karşı kararlı ve inançlı bir duruş sergileme” olanların sayısı arttığı ölçüde, zafere giden yol çok daha yakın ve nispeten sühuletli olacak demektir.
Nihai Değerlendirme
İsrail’li dış politika uzmanı Eli Nakht’ın da ifade ettiği şekilde, “Biden’ın sözde Ermeni soykırımını tanınmasının ABD için yıkıcı sonuçları olacaktır”.
Nitekim Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da, bu tespitle uyumlu olarak “önümüzdeki gün ve aylarda, farklı şekil, çeşit ve derecelerde karşılık verilecektir” dedi.
Artık sadece ABD ile değil, Türkiye’nin menfaatleri ile çelişen politikaları olan bütün ülkelerle ilişkiler değişecektir.
Gücünü, güçlü millet desteğinden alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yakın gelecekte nelere kâdir olduğunu tüm dünyaya gösterecektir. Bu gerçekliği görmeyenler, büyük hayal kırıklığı yaşayacaklar, bu bölge için, ya Türkiye ile olacaklar, ya da oyunu kaybedeceklerdir. Yakın gelecekte zafer, hamiyet-i milliye ve vataniye ile mücehhez imanlı, inançlı bireylerden teşekkül eden milletimizin olacak, bu inanmışlığa karşı duranlar da hüsrana uğrayacaktır.
Son Söz Ali Ulvi Kurucu’nun:
Bir azm, eğer îman dolu bir kalbe girerse, İnsan da o îmandaki son sırra ererse,
En azgın ölümler ona zincir vuramazlar, Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar.
En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa, Ay batsa, güneş sönse, ufuklar da kararsa,
Gökler yıkılıp çökse, yolundan yine dönmez, Ruhundaki imanla yanan meş’ale sönmez!
E-posta Facebook Twitter Yazdır Önceki sayfa Sayfa başına git |
Bu yazı 17314 defa okunmuştur. |
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |