Genellikle seçim sonuçlarına odaklanıyor, sonuca göre yorumlar yapıyoruz. Hani futbolda maç sonrası sonuca göre yorumlar yapılır ya, bizim siyaset değerlendirmelerimizde öyle... Maç/seçim sonrası değerlendirmeleri de çok zevkli olur şüphesiz ama seçim sonrası yapısal koşulları ve gelinen noktayı da farklı yönlerden değerlendirmekte yarar var.
Yapacağım değerlendirmeyi tümüyle iktidarın sorumluluğuna bırakmak istemiyorum. Muhakkak hepimizin hem gelinen nokta, hem de çözüm için sorumluluklarımız var.
12 Eylül darbesi sonrası daha önce tasarlanan “yeşil kuşak” planı devreye sokuldu, biliyorsunuz. Nakış gibi sabırla işlendi, bayağı da bir mesafe alındı. Bugün seçim sonrasında ana iki kutup ve iki de tamamlayıcı kutuptan oluşan bir siyaset tablosu var. A&G’nin araştırmasına göre CHP ve AKP’ye oy verenlerin ancak yüzde 10’u ikinci tercih olarak diğer partiyi seçiyor. Karşıtlık inanılmaz boyutta. İki büyük parti yanlıları diğer tarafı “Hain”, “Satılmış”, “Dinsiz” gibi sıfatlarla itham ediyorlar. Karşıtlık sadece siyasi değil, sosyal düzeyde de… (Diğer iki parti arasında ise oy geçişi malum hiç olmadığı gibi gerçek anlamda düşmanlık var.) Günlük yaşamımızdan, yaşam ilkelerimize kadar hemen her şeyimiz derin bir şekilde ayrılmış vaziyette. Alış-veriş yerlerimiz farklı, medyamız farklı, mekanlarımız farklı, düğünlerimiz farklı, ruhlarımız farklı… Her iki tarafı da anlayabilen çok az kişi kaldı. Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, 1990’larda yüzde 15 olan aşırı sağcı oranının, (özellikle muhafazakar) bugün yüzde 45’e çıktığını, merkezin özellikle merkez sağın çöktüğünü söylüyor. Dolayısı ile mevcut siyasi tablonun bir tarafında dindar/dinci muhafazakar ve gittikçe ekonomik olarak güçlenen bir çoğunluk, İhsan Eliaçık Hoca’nın deyimiyle “Abdestli kapitalist” bir grup, diğer küçük ve karşı kutupta ise kendine göre milliyetçi/ulusalcı, Atatürkçü, laik, sosyal demokrat, sosyalist bir grup var. Güçlü olan grup devleti, yargı da dahil olarak tümüyle ele geçirmiş vaziyette. Diğer iki grubu bir tarafa bırakalım bu iki grup arasında siyasi imiş gibi görünen rekabet bir taraftan da sosyal ve ekonomik hayatın her alanına yayılmış durumda.
Gözlerinizi yumun ve şu tabloyu yazamadığım bazı isim ve kavramlarla birlikte düşünün. Bu hukuk düzeni ile bu siyasi ve sosyolojik tablodan bir hayır çıkar mı?
Demokratik siyasi düzene uygun bir tablo mu bu?
Hemen geçmişte şöyle-böyle oldu demeyin… Bu tabloyu beğeniyor, makul görüyor musunuz?
Ekonomi yönüyle bakalım; Büyüme , borçlanma, cari açık handikaplarını bir tarafa bırakalım. Mevcut ekonomik anlayış innovatif midir? Yani buradan bir ekonomi ağırlıklı şahlanış çıkar mı?
Kimse bu soruya olumlu cevap veremez.
Toplum açısından bakalım; Rijit siyasi ve toplumsal anlayıştaki, kutuplaşmış toplum kesimlerinden makul bir toplum oluşur mu?
En azından kısa vadede sorun görmüyor musunuz?
Kamu açısından bakalım; Yürütmenin, yasama ve yargıyı kontrol ettiği, bakan yardımcıları aracılığı ile de yürütmeyi vesayet altında tuttuğu bir yapıdan hayır çıkar mı?
İslam açısından bakalım; Evet, şeriatçılık veya radikal İslamcılık yok ama, İslam için bir derinlik ve gelişme bu yapı içersinde söz konusu mu?
Farkında mısınız artık din anlayışımız ve yaşantımız sadece şekli oldu… Abdestli ve kapitalist…
Aklınıza gelen diğer konuları ve siyasi tablodaki diğer iki milliyetçi parti ve destekleyen kesimleri de hesaba katarak tekrar düşünelim. Moralinizi bozmak istemem ama, geldiğimiz veya belki daha doğru bir tabirle getirildiğimiz noktanın hiçte sevimli olmadığını göreceksiniz…
Hepimiz sorumluyuz, hepimiz çözüm aramak zorundayız…