Ramazanın başından beri şöyle güzel, felsefi ve tartışabileceğimiz bir “Oruçun Gerçek Anlamı Nedir?” yazısı yazmak istiyordum, ama fırsat olmadı. Gündem o kadar yoğun ki her gün yazsam ancak yetişebilirim. Haftada iki günle olmuyor ama ben de gerçekten çok zorlayarak bu yazıları yazabiliyorum. Yazmayı da seviyorum, sizleri de…
Bugün iki konu yazacağım. Biliyorum siz ağırlıklı olarak politika ile ilgili olanını yorumlayacaksınız ama ekonomi ile ilgili olanı da boş geçmeyin, çünkü krizi çok basitleştirerek anlatmaya çalışacağım.
***
Biz fütuhatçı bir gelenekten geliyoruz. Yeni ülkelerin fethi, topraklarımızın büyümesi bizi ziyadesi ile mutlu ediyor. Emperyal düşünmek ve konuşmaktan müthiş haz duyuyoruz. Dolayısı ile “Suriye meselesinin bizim iç meselemiz” olmasını da, çoğumuzun en azından gururunu okşuyor olmasını da anlıyorum. Suriye’ye askerimizin girmesi halinde bir haftada tüm ülkeye hakim olacağımızı da tahmin ediyorum. Benim kafamı bulandıran sorular şunlar;
-Suriye’yi nasıl elde tutacağız?
-Kan akmadan olmayacağına göre İslam dünyasındaki durumumuz ne olacak?
-Bizim çıkarımız ne olacak?
-İran ve bölgedeki diğer unsurlarla bir sıcak savaşı da ilave olarak göze alıyor muyuz?
-Ortadoğu’nun başta mezhep çatışmaları olmak üzere tüm sorunlarını ithal etmeyi göze alıyor muyuz?
Sorularım petrol boru hatlarından, Filistin sorununa kadar uzayıp gidebilir. Ancak, 2003’te Saddam Irak’ına karşı daha sağlam gerekçeleri varken, ABD ile birlikte hareket etmeyen Türkiye işi çok uzatmadan “Ne yapıyorum?” diye kendine sormalıdır. 5N 1K burada çok gerekli…
“Suriye meselesi bizim iç meselemizdir” iddiasını, “kardeşliğimizin bir gereği olarak, adeta aramızda geliştirdiğimiz bir aile hukukunun gereği olarak, aramızda akrabalık bağlarının olduğunu bilerek söylüyoruz” diye açıklayan Başbakan’a Irak’ta 1,5 milyon akrabamız öldürülürken, Libya’da gemilerimizin yanında 600 akrabamız boğulurken nerede idiniz diye sormak istiyorum ama bunların nafile olduğunu da biliyorum. Nasılsa tek parti iktidarı, güçlü medyası ile sesimi boğacaktır. Ancak ne olursa olsun yüksek sesle sormaya devam edeceğim;
Ne için?
Kim için?
***
Daha önceki yazılarımda da krizin yapısal sebeplere dayandığını ve dünya krizine yol açan sorunların giderilmediğini belirtmiştim. Durum aynen geçerli…
Bizim yaptıklarımız doğru mu? Merkez Bankası kararları bence doğru. ABD borçlu ve piyasaya daha da dolar sürmek mecburiyetinde. AB’de aynı şekilde. Yani piyasada para daha da artacak. Bu durumda para bir yerlere gitmek, faiz elde etmek zorunda. Enflasyon ihtimali de az. Mevcut durumda zaten dünyanın en yüksek faizini ödeyen ülkelerin başında geliyoruz, neden daha fazla faiz artıralım? Merkez Bankası’nın yaptığı doğrudur, ancak bu bir süreç yönetimidir. Kararlılık ve iyi takip gerektirir. Sonuna kadar beklentileri iyi yönetir isek başarılı oluruz. Paniklersek biteriz.
Konu çok basit olarak böyle ama çok dikkatli olmak gerek.
Bir doktor, çok ünlü bir ressam olan arkadaşını ziyarete gitmiş. Ressam son olarak yaptığı hasta adam tablosunu doktor arkadaşına gösterip, “Bu hasta adam hakkında fikrin ne?” diye sorunca, Doktor tabloya tekrar bakıp cevap vermiş, “Merak edilecek bir şey yok. Sadece üşütmüş, o kadar”
Evet, ekonomik krizde de teşhisimiz basit ama unutmayın, üşütme dahi dikkat edilmez ise ölüme kadar götürür.
Allah korusun.
Siz asıl şu Suriye işini bir düşünün. Cumhuriyet tarihimizin en önemli dönemeci olabilir….
Bir de ekonomik kriz üstü/artı Ortadoğu krizine ne dersiniz?