Gazeteci Fatih Altaylı Habertürk’ten Gülin Yıldırımkaya’ya röportaj vermiş..
Yıldırımkaya soruyor; “Emin Çölaşan’ın Talat Atilla’ya verdiği röportajı okudunuz mu?”
Altaylı’nın yanıtı; ”Okudum, hoşuma gitmedi. Emin Çölaşan’la çalışmayı tekrar gözden geçirebilirim.”
Habertürk yayın yönetmeni bu sefer de, “Bir silahla gazete bürosu basma olayından bahsetmiş mesela. Nedir o mesele? Silah taşır mısınız siz?” diye soruyor.
Altaylı bu soruya da şöyle cevap vermiş; “O röportajı yapan arkadaş demiş ki; Fatih Altaylı silahla büro bastı, o zaman gençti. Ben o zaman gençtim hala gencim. Ben hayatımda bir gün silah taşımadım. Siz buraya geldiniz, silahlı bir halim mi var benim?”
Emin Çölaşan’ın yıllar önce Altaylı ile ilgili yazdığı yazıya atıfta bulunarak, “Bu düşüncelerinizin arkasında mısınız?” diye Çölaşan’a soruyorum, o da nezih bir yanıtla, “Onlar geride kaldı, Fatih’le sarıldık, öpüştük. O zamanlar hepimiz gençtik” diyor…
Gelelim Çölaşan röportajının perde arkasına…
Emin Çölaşan’la röportaj yapmayı ben istedim…
Çölaşan’ın röportaj teklifime ilk yanıtı; “Talat’cığım şimdilik yapmayalım. Yakında kitabım çıkacak onla uğraşıyorum. Şöyle bir rahatlayım ilerde hay hay…” şeklinde oldu.
Israr ettim; “Emin abi soruları hazırladım, çayın altını bile yaktık. Bekliyoruz.”
Çölaşan bu ısrarıma dayanamadı; korumasız, tek başına çıktı geldi.
İkimizde çok sigara içtiğimiz için büronun tam karşısındaki kahveye gittik.
Çaylarımızı içtik, hal/hatır faslından sonra Çölaşan’a “Emin abi, Ciner’le el sıkışmadan önce, ’Gazetedeki yazılarım sizin iş yaşamınızı etkilemesin sakın’ diye sormuşsunuz, Ciner de, ’Bunlar benim malımı gaspetti, istediğiniz gibi yazın…’ dediğini duydum. Ropörtajda bunu da soracağım, dedim…
Çölaşan, “Sorularına karışmam, istediğini sor.” deyince rahatladım.
Oturduğumuz kahvede Çölaşan’a ilgi artınca büroya geçmeye karar verdik.
Parlement’in artık boğazını ağrıttığını söyleyince, ısrarla bir Salem ikram ettim…
Yeni gazetenin nasıl gittiğini sordum.
“Duyduğuma göre iyi gidiyor” dedi.
“Altaylı çok gayretli, Sabah’ın boşluğunu bu gazete doldurabilir.” dedim.
“Evet, çok iyi bir ekip olduk. Fatih çok uğraşıyor. Güzel işler yapacağız” dedi.
“Altaylı ile konuştum, Ankara’ya gelecek. Ses getirecek bir röportaj yapacağız” dedim.
“Valla iyi olur.” dedi.
(Altaylı, Çölaşan röportajından hemen sonra kendi yazdığı siteye röportaj verince yapacağım görüşmeyi iptal ettim.)
ALTAYLI İKİ AYDIR BENİ ARAMADI...
“Gazete ile ilgili ne diyor Altaylı?” diye sordum.
“Valla bilmiyorum... Fatih 2 aydır aramadı…” dedi.
“Allah Allah… 2 aydır görüşmediniz mi?” diye şaşkınlıkla sorunca, “İşleri yoğun tabi kolay değil bütün yük omuzunda” diye konuyu kapattı.
Çaylar geldi, yeniden sigaraları yaktık, biraz ufuk turu derken röportaja başladık.
Altaylı’nın silahla gazete bastığı iddiasını sormadan önce, “Emin abi gergin bir röportaj olmasın. Biraz da tebessüm ettirecek bir soru sorayım” şeklinde bir girizgah yaptım.
Yani Altaylı’nın silahla ilgili mevzusu esprili bir soruydu…
“Altaylı ile aynı gazetede can güvenliğiniz var mı?” sorusuna başka bir anlam yüklemek mümkün mü?
Çölaşan’da bu soruya gülerek yanıt verdi zaten…
Yaklaşık 2 saat sürdü röportaj…
Bana, “Kitap yaz, tarihe not düş…” nasihatı verdi.
“Haklısın abi.” dedim.
Müsaade istedi, taksiye kadar sevgili Ersin Tokgöz’le uğurladık Çölaşan’ı…
Güneş ve Turktime'da 4 gün sürmanşet oldu röportaj...
Çölaşan röportajı tarafsız verdiğimi söyleyerek teşekkür etti...
Ve günler geçti aradan...
Ersin Tokgöz aradı cepten…
“Fatih Altaylı Habertürk’e röportaj vermiş.” dedi.
“Ne demiş?” dedim.
“Kızmış…” dedi sadece…
“Kime?” dedim…
“Bir bak istersen…” dedi.
Açtım Habertürk’ü….
Okudum…
Üzüldüm…
Emin Çölaşan’ın Ciner ve Altaylı’ya olan sevecen refleksine şahit olmuş bir insan olarak bu eleştirileri hak etmediğini düşündüm…
Çölaşan, 4 gün boyunca çok satan bir gazete ve Turktime’da henüz ismi bile olmayan bir gazeteyi anlatmıştı…
Sürmanşetten…
Sadece reklam olarak bile düşünülse, Ciner Grubu’na büyük bir katkı yapmıştı…
Altıncı hislerine güvenen bir insan olarak Habertürk röportajında başka bir şey daha hissettim…
Röportaja redakte üstüne redakte yapılmış…
Öyle sanıyorum ki röportaj çok törpülenmiş…
Sivri unsurlar çıkarılmış, bazı yerler yumuşatılmış, bazı yerler daha da sertleştirilmiş…
Bu yüzden bazı satırların hedef ve amacı yok olmuş…
Neyse…
Röportaj beni üzmüştür…
Çölaşan, bana verdiği mülakat yüzünden imza attığı basın kuruluşunda yazmayacaksa, bu durum üzüntümü katlayacaktır…
Asıl deprem Çölaşan'ın; "Ben bu gazetede yazmayacağım..." demesiyle yaşanır...
Bunu da hatırlatmak isterim...
Çölaşan'ın bazı sözleri Ciner Grubunu incitmiş olabilir, mahrem yol haritalarının deşifre edildiğini düşünebilirler, ve bu düşüncelerinde haklı da olabilirler...
Böyle bir şey olduğunu varsaysak bile Çölaşan'a yapılacak sitem telefonla ya da yüzyüze olmalıydı...
Ömer Hayyam'ın güzel bir sözü vardır; "Bana kötü deyip, kötülük yapacaksan, ne farkın kalır benden?"
Sözü artık noktalamak istiyorum…
İnsan, yazdıkça hata yapma ihtimali de artıyor…
Ama şunu söylemeyi vicdanım bana emrediyor...
Fatih Altaylı, Emin Çölaşan'a haksızlık yapmıştır...